Trump dönemi göç-1: Sıfır tolerans

Duvar yeni göç dalgasını engellemek için tasarlanmıştı. Bir yandan da var olan kayıtsız göçmenler için bir politika düşünülmeliydi ki, o da kitlesel sınırdışı etme uygulaması oldu.

Abone ol

Seçil Paçacı Elitok*

Güvenlikçi Göç Yaklaşımı

Yazı dizimizin geçen haftaki ilk bölümünde Obama yönetiminin göç politikalarını kısaca özetleyerek rekor seviyedeki sınırdışı etmeleri, Rüya yasasını ve Küba-Amerika koridorundaki ıslak ayak/kuru ayak politikasını tartışmıştık. Geçtiğimiz haftanın yazısı, Amerikan göç rejiminde söylem düzeyinde partiler arasında farklılıklar olsa da uygulamadaki benzerliklere; ve federal yapı ve güçler ayrılığından kaynaklanan kısıtlamalar nedeniyle oluşan süreklilik ve devamlılık eğilimine ışık tutmuştu. Bu haftadan başlayarak Trump'ın tamamen güvenlik odaklı bir söylem etrafında ördüğü ve göçmenleri bir tehdit olarak göstermeye çalıştığı, kısaca adına “sıfır tolerans” dediğimiz göç yaklaşımını analiz edeceğiz. 

***

MEKSİKA-ABD SINIRINA DUVAR ÖRÜLMESİ

Amerika'nın Meksika ile yaklaşık olarak 3 bin kilometreye yakın sınırı bulunmakta ve aslında sınırın üçte birini kapsayan bir bariyer hâlihazırda var. Bu bariyer, daha önce belirttiğimiz süreklilik eğilimine en iyi örnek aslında. Trump’tan önceki başkanlar da sınır güvenliğini bariyerler, çitler ve duvarlarla koruyabilecekleri sanrısı içindeydiler. Fakat Trump bu bariyerin bir oyuncak olduğunu, kendisinin gerçek bir duvar istediğini belirtmişti ve duvar inşaatı konusundaki ısrarı seçim kampanyası konuşmalarına damgasını vurmuştu. Duvar gibi fiziksel engellerin düzensiz göçü durdurmak bir yana, rota değişikliğine sebep olarak göçmenleri daha tehlikeli ve zor koşullarda göç etmeye ittiğini ve insan kaçakçılarına mahkûm ettiğini biliyoruz.  Bunun en somut yansımasını duvar inşaatı başlar başlamaz insan kaçakçılarının göçmenleri deniz yoluyla Kaliforniya'nın güneyinden giriş yapmaya yöneltmesinde görebiliriz. Bu insan kaçakçılarının Meksika-ABD rotasındaki takma isimleri çakal anlamına gelen “coyote”. Aslında ‘coyote’ler sadece Meksika’dan gelen göçmenleri sınırdan geçirmiyorlar, ayni zamanda Kuzey Üçgeni dediğimiz üç orta Amerika ülkesi Guatemala, Salvador ve Honduras'tan gelen yasadışı göçmen akışında da başat rolleri var. Bu bağlamda Meksika aslında ABD’ye Orta-Güney Amerika'dan gelen göçü tutmaya ve bloke etmeye çalışarak tampon bölge işlevi görüyor. Her ne kadar duvar göçler çağında çok popüler bir göç politikası aracı olsa ve işe yaramasa da, duvar bir güç göstergesi ve Trump döneminde kısa dönemli caydırma ve yıldırma fonksiyonu olduğu söylenebilir.

Amerikan göç yönetimi tarihine baktığımızda, sınır güvenliği konusu ve sınıra duvar örerek insan geçişlerinin ve göçmen hareketliliğinin durdurulabileceği kanısının eskiye dayandığını görebiliriz. Yeni olan, Trump döneminde retorik düzeyinde duvarın çok öne çıkarılmış olması ve sınırın “teröristlerin geçiş noktası”, “uyuşturucu akışının rotası”, “bulaşıcı hastalıkların taşındığı yer” gibi söylemler ekseninde “güvenlikçi” bir bağlama oturtulması. Hatta Mart 2020‘de pandemi başladığında Trump bir halk sağlığı krizini bile fırsata çevirip ırkçı söylemini güçlendirmek için kullandı ve Covid-19’un sınırlar açık olduğu için geçtiğini, kendi korumacı politikası uygulanmış olsaydı virüsün yayılmamış olacağı mesajını verdi. Aynı çerçevede “Çin virüsü” ve “Wuhan virüsü” söylemleri ile açıktan Asya kökenli göçmenleri hedef alan nefret söylemi nihayetinde Asyalı göçmenlere olan saldırılar 2020 yılında yüzde 150 arttı.

Seçim kampanyasından başkanlığa giden yolda duvarının yapım maliyeti de hep gündemde kaldı. Trump maliyet giderlerinin Meksika tarafından karşılanacağını söylemiş olsa da, Meksika başkanı Nieto bu bilgiyi yalanladı. 2017’de kamuoyuna sızan ses kayıtları, Trump-Nieto görüşmesinde, maliyet Amerika tarafından karşılanacak olsa dahi, Trump’ın Meksika başkanından basına duvarı Meksika'nın ödeyeceğini söylemesini rica ettiğini ortaya çıkardı. Trump, buna paralel biçimde, duvar projesine ek olarak sınır güvenliği görevlilerinin sayısını da üç katına çıkardı. Hatta, duvar ve sınır güvenliği meselesi yüzünden 2018 Aralık ayında, duvarın bütçesi üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle federal hükûmet 35 gun kapalı kalarak Amerika tarihindeki en uzun kapanmasını yaşadı.

SINIRDA AİLELERİN AYRILMASI: 'GÖÇÜ YÖNETME DURDUR'

Duvarla ilintili olarak, yasadışı göçün “ülkeye girdikten sonra içeride yönetilmesi yerine ülkeye girmeden sınırda engellenmesi” çerçevesinde ailelerin ayrılması Trump döneminin göç ile ilgili en önemli konularından biri oldu. 2018 Şubat ayında yine sıfır tolerans politikasının bir parçası olarak Trump, çocukları ebeveynlerinden sınırda ayırma politikası izledi. Kısaca, ülkeye yasadışı yollarla giren ebeveynler için sıfır tolerans politikasının karşılığı sınırda çocuklarından ayrılmak oldu. Ebeveynler hapse atıldı, çocuklar da gözaltı merkezlerine yollandı ki, hâlâ yüzlerce aile çocuklarına kavuşabilmiş değil. Ebeveynler hapiste hâkim karşısına çıkmayı beklerken, çocuklar da devlet himayesine alınıyor. Devlet koruması altında çocuklara Mülteci Yerleştirme Birimi (ORR-Office of Refugee Settlement) 72 saat içinde Amerika’daki en yakın akraba ya da aile bireyini bularak eşleştirme yapmak ile yükümlü. Eşleştirme yapılamayan durumlarda çocuklar Çocuk Esirgeme Kurumu’na gönderiliyor. Bu uygulama boyunca 3 bin kadar çocuk anne babalarından ayrıldı ve Trump’ın başkanlığı döneminde çok küçük bir kısmı yeniden anne babalarına kavuşabildi. Resmî kayıtların dışındaki gerçek rakamın çok daha yüksek olduğu ve tamamen bir aile birleşiminin yıllar alacağı, bazı çocukların anne babasını hatırlamayacak yaşta olduğu biliniyor. Öte yandan varolan kurumların yeterli yatak kapasitesi olmaması nedeniyle Amerikan ordusundan ek yatak talebinde bulunuldu. Gözaltındaki koşullar, uzun bekleyiş ve çocuklarını bir daha görememe korkusu ölümlere ve intiharlara sebep oldu. Tepkiler sonucunda uygulama askıya alınmış olsa da, seçmene ve göçmene gereken mesaj gitti. Trump’ın göçmenlere yönelik yaklaşımına gelen sayısız protesto içinde ebeveynlerin çocuklarından sınırda ayrılmasının esas kırılma noktası olduğunu söylemek yanlış olmaz. O ana kadar Trump'ı gözü kapalı destekleyen kesimler dahi, mesele aileye ve çocuklara gelince tutumlarını değiştirdiler. Kiliselerden çevre gruplarına, göç hukukçularından insan hakları örgütlerine kadar sayısız kurumdan tepki yağdı. İlk kez kamuoyunda bu göç politikasının Hristiyan değerlerine aykırılığı tartışıldı. Kiliseler bu dönemde birçok yasadışı göçmen için bir sığınak, bir güvenli bölge rolü gördü. Sağlık açısından, Amerikan Pediatri Derneği bunu iyileştirilemez bir yara, bir travma olarak tanımladı.  Siyasî kanatta, Demokratlar Trump’ı Amerikan değerlerine geri çağıran insanî bir çağrı yaptılar ve bu insanlık dışı, etik ve efektif olmayan uygulamayı derhal sonlandırılmasını istediler. Yasal boyutta, göç hukukçuları, Trump'ı güçler ayrılığı mekanizmasına bir tehdit olarak gördüler ve Kongre’nin onayı olmadan ve anayasal federalizmi yok sayan tepeden inmeci bir modelle göç politikasının kanun hükmünde kararnamelerle başkan tarafından dikte edilmesini eleştirdiler. Altında Trump’ın imzası bulunan çoğu uygulama Yüksek Mahkeme’nin onayından geri dondu.

BASKINLAR

Yine düzensiz göç bağlamında, duvara ve ailelerin ayrılmasına ek olarak, Göç ve Gümrük Muhafaza'nın (ICE- Immigration and Customs Enforcement) göçmen evlerine ve işyerlerine baskınlarının sayısı arttı. Habersiz bir baskın yapıp orada ne kadar kayıtsız göçmen varsa tutuklamak ve sınırdışı etmek şeklinde özetlenebilecek bu uygulama Trump döneminde adeta sıradanlaştı. Bu operasyonlar hem ABD’ye yasadışı yollarla göç etmek isteyen potansiyel göçmenlere gözdağı verdi, hem de sansasyonel bir şekilde seçmen için haber değeri oldu. Hatta Netflix bu baskınlardan “Immigration Nation” isimli bir dizi yayınladı. Öte yandan, göç politikasının bizzat uygulayıcısı bu kurumlar adeta bir yasadışı göçmen avına çıkmışken, Trump'ın sahip olduğu işletmelerde kayıtsız göçmen işçi çalıştırdığı basına sizdi. Örneğin Manhattan’daki Trump Tower inşaatında kayıtsız çalışan göçmenler saati 4-5 dolara ve güvenlik önlemleri alınmadan çalıştıklarını itiraf ettiler. Başlangıçta göçmenler bunu açıkladıklarında Trump tarafından tehdit edilmiş olsalar da, sonrasında Trump milyonlarca dolar tazminat ödemeye mahkûm edildi. Benzer durum, Trump'ın Florida’daki golf kulübünde kayıtsız çalıştırılan göçmen temizlik işçileri örneğinde ya da Virginia’daki üzüm bağlarında çalıştırılan tarım işçileri örneğinde tekrarlandı ve kayıtsız göçmenler işten çıkarıldılar.

SUÇUN İÇERİĞİNİN GENİŞLETİLMESİ

Duvar yeni göç dalgasını engellemek için tasarlanmıştı. Bir yandan da var olan kayıtsız göçmenler için bir politika düşünülmeliydi ki, o da kitlesel sınırdışı etme uygulaması oldu. Sıfır tolerans dediğimiz, “yasadışı yollarla ABD’ye giren sınırdışı edilir” gibi basite indirgeyebileceğimiz bir model çizildi. Trump sıfır tolerans politikasını hayata geçirebilmek için iki şeyi değiştirdi: İlki 2014’ten itibaren sığınmacı başvurularında aile içi şiddet yeterli ve geçerli sebep sayılırken, Trump döneminde bu sebep kategori dışı kaldı. Benzer şekilde uyuşturucu karteli şiddeti (ki Orta ve Güney Amerika bağlamında en yaygın sığınma talebi nedeni) de sığınmacılar ülkelerine geri gönderilirse risk oluşturma kategorisinden çıktı. İkinci değişiklik ise sınırdışı edilmek için gerekli sebeplerin kapsamının genişletilmesiydi. Önceden çok ağır bir suç işleyen göçmenler sınırdışı edilirken, Trump yönetimi altında ülkede kâğıtsız bulunmak ve/veya çalışmak sınırdışı edilmek için yeterli sebep sayıldı. Sınırdışı edilmek için yeterli sebep çıtasının aşağıya çekilmesi sınırdışı edilen göçmen sayısını arttırmış olsa da yine de Obama döneminin rekoru geçilemedi.

GÖZALTI MERKEZLERİ

Trump’tan önce de var olan gözaltı merkezlerinde tutulan göçmen sayısı, Trump döneminde sıfır tolerans politikası nedeniyle patlama yaşadı.  Varolan kamuya ait gözaltı merkezlerinde oluşan yığılma ve kapasite problemi, özellikle 2017 sonrasında büyük ölçüde özel sektörün eline geçti. Denetim güçlüğü ve şeffaflık eksikliği nedeniyle “kara delik” diye adlandırılan bu merkezler; hapishaneler örneğinde olduğu gibi özel sektörün yönetiminde multi-milyar dolarlık endüstriler haline gelmiş durumdalardı. Dahası zorla çalıştırma, emek sömürüsü ve hukuki hizmetlere erişim kısıtlılığı nedeniyle de adeta bir kara kutu gibilerdi. Bu endüstriyi tekeline almış olan Corecivic ve GEO Group adında iki firma Trump’ın seçim kampanyalarında milyonlarca dolar bağış yaptılar, lobi faaliyeti yürüttüler ve hisseleri borsada en değerli kâğıtların arasında yer aldılar. Kâr amacı güttükleri için ne kadar çok göçmen yakalanıp gözaltı merkezine konursa o kadar çok para kazanıyorlar ve göçmenleri ne kadar uzun sure tutarlarsa o kadar kârlı. Kamuya ait gözaltı merkezlerinde koşulların bir nebze daha iyi olduğu biliniyor.

Son olarak, düzensiz göçmenler bağlamında bir önceki yazıya konu olan Obama döneminin yaklaşık 1 milyon genç göçmeni (ABD’ye yasadışı yollarla çocuk yasta getirilmiş) etkileyecek ABD’de yasal çalışma hakkı ve sınırdışı edilme korkusu olmadan yaşama hakki getiren DACA isimli yasa da Trump tarafından iptal edilmek istendi. Fakat, geçtiğimiz hafta bahsettiğimiz denge denetleme mekanizmasının “yargı” ayağına takıldı ve başkanın kararını mahkemeler uygulamadılar ve Yargıtay da karşı çıktı.

Bir sonraki yazı: Trump donemi göç-2: Sığınmacı kotaları, göçmen karavanları ve sınır güvenliği