Sosyal medya kapitalizmi yıkar mı güçlendirir mi?

Kitle medyasının yerini aldığını söyleyemesek bile, toplumsal iletişimi dolayımlama noktasında çok ciddi bir yer kaplayan internet ve sosyal ağlar genel olarak -çoklu, demokratik, zaman ve mekân sınırlarını aşan- iletişimin maddileşmiş bir ideali olarak inşa edilmektedir. Oysa sosyal medya platformları piyasanın bir parçasıdır ve ticaridir...

Funda Başaran fundabasarano@gmail.com

İletişim, genellikle kişilerarası iletişim ile kitle iletişimi arasında salınan bir biçimde anlaşılır. İletişim alanının neoliberal yeniden yapılandırılması, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin ve bu teknolojiler aracılığı ile oluşturulan iletişim ağlarının yaygınlaştırılması, bunların neoliberalizmin doğallaştırılması sürecinin ve küreselleşme ideolojisinin en önemli dayanak noktası olması, yeni iktidar yapılarının, bu ağlar üzerindeki yeni iletişim pratiklerinin içerisinde yeniden üretiliyor olması, yine bu ağlar üzerindeki metalaştırma süreçleri ve deneyimleri ise 90’lardan bu yana iletişimi, kapitalist ekonomi içinde kavramayı beraberinde getirmiştir.

Ancak iletişim, kişilerarası iletişimden de, kapitalist ekonomiden de daha fazla bir şey olarak kavranmak durumundadır. Kapitalist ekonomiyi genişleten ve onun bilgisini taşırken gereksindiği yeni iktidar yapılarının da üretilmesini sağlayan iletişim ağları, aynı zamanda üretimin toplumsal ilişkilerini kuran ya da başka bir deyişle verili toplumsal ilişkilerin içerisinde yaşayan insanların dünyayı anlama ve anlamlandırma süreçlerinde gereksinim duydukları enformasyonu da taşımaktadır.

İLETİŞİM AĞLARI

Bu anlamıyla iletişim ağları üzerinden akan enformasyon, verili ilişkileri meşrulaştırdığı ve insanları verili ilişkilerin içerisinde tutmaya hizmet ettiği kadar, toplumsal gelişmeye ya da üretici güçlerin genişlemesi ve insanlığın daha ileri bir toplumsal ilişkiler sistemine geçmesini sağlamaya da hizmet etme potansiyeli taşımaktadır. Yani iletişim ağları kapitalist ekonominin gelişerek sürmesinin enformasyonunu taşıdığı denli, kapitalizmin yıkılmasının enformasyonunu da taşır.

Buradan bakıldığında, özellikle son dönemlerde iletişim deyince ilk akla gelen internet, internet üzerindeki sosyal ağlar yeni bir alan oluşturmaktadır. Kitle medyasının yerini aldığını söyleyemesek bile, toplumsal iletişimi dolayımlama noktasında çok ciddi bir yer kaplayan internet ve sosyal ağlar genel olarak -çoklu, demokratik, zaman ve mekân sınırlarını aşan- iletişimin maddileşmiş bir ideali olarak inşa edilmektedir. Bireylerin iletişim için amaçlı sosyal ağları kullanımı vurgulanmakta, kullanıcının sosyal medya deneyimine odaklanılmaktadır. Kullanıcının tatmini ya da sosyal medya aracılığı ile iletişim kurmanın kullanıcıların öznellikleri ve psikolojik esenlikleri üzerindeki sonuçları, mahremiyet ve özel alanın çözülmesi, sosyal medya ele alınırken başlıca vurgu noktaları olmaktadır. Sosyal medya platformlarının paylaşım, dünyayı daha açık ve bağlantılı hale getirmek, bağlantı ve video paylaşarak kendini ifade etmek vesaire gibi tanımlarına itibar edilmekte ve sosyal medya iletişimin, sosyalliğin ve topluluğun sanal bir alanı olarak görülmektedir.

Oysa sosyal medya platformları piyasanın bir parçasıdır ve ticaridir. Öncelikli misyonları sermaye birikimidir ve bu da bir ticari şirket olduklarını hatırlamamızı, onları bir teknoloji olarak çözümlememizi ve toplumsal ilişkileri harekete geçirici olarak görmemizi gerektirir. O halde sömürüye olanak veren ve sömürüyü genişleten bir kapitalist teknoloji olarak sosyal medya eleştirisi, kullanıcı emeği/metası kavramıyla çözümlenmelidir.

İZLEYİCİ METASI

İnternet ve sosyal medya üzerinde tartışılan kullanıcı metası/kullanıcı emeği tartışmaları kökenlerini Dallas Smythe’ın izleyici metası kavramsallaştırmasından alır. Dallas Smythe’ın çığır açıcı izleyici metası yaklaşımı, 1970-80'lerde medyanın ekonomi politiğinin, medyayı kendisinde ve kendi içinde bir üretim alanı olarak çözümleyerek ve dolayısıyla izleyicinin hem bir meta, hem de emek-gücü olarak medya değerini üretmedeki üretken gücünü vurgulayarak, büyük ölçüde revize edilmesini sağlamıştır. Smythe kitle iletişiminde olup bitenin sadece -medya şirketleri tarafından üretilen- medya içeriğinin izleyici tarafından tüketilmesi olmadığını, aslında izleyici ilgisinin reklamcılara satılması olduğunu ortaya atmıştır.

Symthe'in izleyicinin çalışmasına ilişkin nosyonu bilişsel ve duygusal emek etrafında döner: belli markaları ve metaları arzulamayı ve satın almayı öğrenmek. Smythe, medyayı sadece ekonomik altyapıdaki hatta fabrikadaki üretim ilişkilerini destekleyen ideolojik üstyapısal bir araç olarak görmektense, sermaye birikim zincirinin esaslı bir bileşeni olarak konumlandırır. Medyanın izleyici metasını reklamcılara sattığını iddia eder. Programın cezbediciliğinin karşılığı olarak, izleyici televizyon ekranına çakılı kalır, böylece tüketim için önemli olan reklamları izler. İlk kez Smythe, “kitle medyasının izleyiciyi reklamcıya satmak üzere meta olarak ürettiğini” iddia ederek, kitle medyasına ve izleyiciye gelişmiş kapitalizmde merkezi roller verir.

KULLANICI EMEĞİ

Böyle bir bakış, medyayı izleyici (emek) ile medya sahipleri (sermaye) arasındaki dinamik bir mücadele alanı olarak kurar ve medya aracılığı ile boş zamanlarında artı-değer üretilen bir süreç haline geldiğini vurgular.

Bu bakışı örneğin Facebook’a uyarladığımızda, onun 100 milyar doları aşan piyasa değeri anlamlı hale gelmektedir. Gerçekten de Facebook'ta 100 milyar dolar eden tam olarak nedir? Facebook'un değeri nereden kaynaklanmaktadır? Ve daha sosyolojik bir düzeyde: sosyal medya platformlarının üzerine kurulu olduğu üretim ilişkileri nelerdir? Böylelikle yeni medyayı, sosyal medyayı salt bir iletişim aracı olarak değil, ama aynı zamanda da bir teknoloji olarak, toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi olarak kavramsallaştırabiliriz.

Sosyal medya kullanıcıları aralıksız çalışmaktadır. Dahası, dizüstü bilgisayarlar, tabletler ve akıllı telefonlar ve kablosuz ağların sayesinde, kullanıcılar neredeyse her an sosyal medyaya erişebilmekte ve mekansal olarak sabit ve zamansal olarak sınırlı televizyona kıyasla sosyal medyayı mekan ve zaman sınırlılıklarını aşarak kullanmaktadır. Günün daha çok bölümünde (çalışma saati, boş zaman) daha fazla zaman Facebook'ta iletişim kurarak ve sosyalleşerek geçirilebilir. Foursquare veya Facebook Yerleri (ya da konum) gibi öz-gözetim teknolojileri, sosyal ağda olası aktif olma süresini genişleterek, kullanıcıları arkadaşlarıyla yakın tutar.

Dahası, izleyici hakkında toplanan enformasyon çok daha kesin ve belirgindir. Kitle medyası izleyicilerini istatistiksel varlıklar olarak, reyting açıklamalarında gördüğümüz A grubu, AB grubu gibi soyut gruplar olarak sınıflandırıp, kime hangi reklamı göstereceğini bilmeye çalışırken, Facebook, kullanıcılarını tek tek bireyler olarak bilir.

EMEK VE SOSYAL AĞLAR

Bu nedenle, sosyal medya kullanıcılarını sermaye birikim sürecinde işe koşarken emsalsiz bir beceriye sahiptir ve bu birikim iletişim ve sosyallik aracılığıyla enformasyon üretimine dayanmaktadır. Üstelik bu üretim için, asıl üreticilere yani kullanıcıya ücret ödenmez.

İnternetin ve sosyal ağların hangi toplumsal üretim ilişkilerine dayandığına ilişkin bu açıklama son derece çarpıcıdır. Sosyal medyayı, sadece katılım, ifade özgürlüğü ve demokratikleşme süreçlerinin bir parçası olarak ele alan tüm yaklaşımların bir eleştirisidir. Diğer yandan sosyal medyanın gerçekten de katılım, ifade özgürlüğü ve demokratikleşmenin bir parçası olması için verilmesi gereken politik mücadeleye yeni bir hat sağlamaktadır. Çünkü içinde yaşadığımız toplumsal üretim ilişkileri içerisinde emeği yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. Ki bu da interneti ve sosyal medyayı kapitalist ekonominin gelişerek sürmesinin altyapısı olması yanında, kapitalizmin yıkılmasının enformasyonunu içeren platformlar olarak anlayabilmemizi olanaklı hale getirir.

Belki o zaman iletişim ağlarının, özellikle de sosyal medyanın kapitalizmi güçlendireceğini mi, yoksa yıkacağını mı belirleyecek olan mücadeleyi bir adım daha ileri götürebiliriz.

Tüm yazılarını göster