Sizden sonra kitaplarınıza ne olacak?

Çocuk sahibi olanların çoğu çocuklarının kendi alışkanlıklarını, bağımlılıklarını sürdürmelerini, ortak zevkleri olmasını beklerler. Henüz çocuk doğmadan, hatta bebekken onun için kitaplar satın alınır, özenle raflara yerleştirilir. Okuma alışkanlığı ve kütüphane kurma hevesi entelektüel ebeveynlerin kalıtımsal olarak sonraki kuşaklara aktarılacağını düşündükleri ve sıklıkla hayal kırıklığına uğradıkları bir özellikleridir.

Funda Şenol fsenol@gazeteduvar.com.tr

Benden önce birilerinin okuduğu, hatta kimi kısımlara yıldız koyduğu, kimi satırların altını çizdiği, bazen yanına duygusal yahut eleştirel notlar düştüğü kitapları okumayı çok severim. Sanki kitap hakkında eski sahibiyle konuşuyormuşum gibi gelir. Bu sohbet esnasında bazen selefimle mutabık kalır, bazen de ihtilafa düşeriz; bilmediğim bir şeyi öğrendiğim, yazarın yaptığı bir hatayı fark ettiğim de olur. Çoğunlukla kitabın önceki sahibinin ismi bilinmez. Ama titiz ve bibliyofil okur, kitaplarına ismini, kitabı satın aldığı tarihi, hatta kitapçıyı not düşer. Kendine özel mühür yaptırmış olanları bile vardır. Sahafa düşen muazzam kitaplığının anılar/biyografilere ayrılmış küçük bir bölümünü toptan satın aldığım bir bibliyofil, ilk yıllarda isminin altına “doktor” yazarken, sonradan “yazar” ibaresini kullanmaya başlamıştı. Okumak ona yazma zevki ve yazarlık özgüveni de kazandırmıştı demek. Yazarından değil de, kitabı hediye eden kişiden okura imzalı kitaplar ise ayrı bir heyecan yaratır bende. Temenniler, sevgi sözcükleri, öğütler sıralanır. Hatta kitabı hangi duygularla, beklentilerle okuması gerektiği, okursa neler kazanacağı, neleri hatırlayacağı falan da yazılı olur bu ilk boş sayfasında kitabın.

“Belli bir yaş”ı geçtikten, oğlumun kitaplarla başının hoş olmadığı ortaya çıktıktan ve son yıllarda elime sıklıkla aynı kişilerin kitap terekesinden, özenle isim, tarih yazılmış, bahsettiğim gibi üzerine notlar düşülmüş kitaplar geçtiğinden, benden sonra kitaplarımın başına neler geleceğini düşünüp dertlenmeye başladım. Ne de olsa bende epey hakları var. Kaç zaman beni, hem ruhen, hem de giderek duvarlardaki kitaplık sayısı arttığından fiziken sarmalamış, gözüm gibi baktığım bu kitaplar, sevdalarıma, ayrılık acılarıma, korkularıma ve yeislerime eşlik ettiler, yeri geldi baştan çıkardılar, hayal kırıklığı yarattılar, seksen günde devrialem yaptırdılar, haramilerle savaştırdılar, konuşmayı ve yazmayı öğrettiler bana. İlk satın aldığım kitaplarla bir hayatı beraber yaşadık.

Sahaflara, kitap müzayedelerine, antika pazarlarına dadanalı ünlü-ünsüz birçok bibliyofilin kalabalık kütüphanesinin ailesine yük olduğunu üzülerek gördüm. Memleketimizde okumak ve dolayısıyla kitap pek sevilmez. Hatta öyle bir anti entelektüalist damar vardır ki, kontrolsüz okumanın baştan çıkarıcı, yozlaştırıcı, ahlakı bozucu, itaatsizliğe sevk edici bir eylem olduğunu (ki iyi ki de öyledir) iddia ederek çocukların, gençlerin kitaplarla ilişkisini daha baştan zayıflatır. Evlere girecek kitapları ebeveynler, okullara girecek olanları Maarif, asker ocağı, cezaevi vb. gibi resmî kurumlara girecek olanları da ilgili amirler denetim altında tutarlar. Cemaat türü toplulukların da belirli okuma listeleri olduğunu, bunun dışına çıkılmasının hoş görülmediğini biliyoruz. Bu anlamıyla kitabın kültürel sermaye olarak hatırı sayılır bir çoğunluk için hiç değeri yokken, belli kesimler için de seçili kitaplara değer atfedilir. Üstelik ikinci el kitabın, kıymetli bir yazma eser değilse, ekonomik getirisi de düşüktür. Bu yükte ağır pahada hafif yığını kiloyla sahaflara veya atık toplayıcılara satma yoluna gidilebilir. O zaman da hammaddesi kadar bile bir değeri olmaz. Bir koli kitabı bir tek kitap fiyatına sattığınız olur. Bir kütüphaneye bağışlamaya kalksanız verecek yer bulamazsınız. Ya fiziksel kapasiteleri doludur ya da uzmanlık kütüphanesi oldukları için belli tür kitaplara ilgi gösterirler. Sizden geriye kalan mobilyalar, kıyafetler kitaplarınızdan çok daha fazla alıcı bulacaktır.

Bu dünyadan giden akrabalarımın bazılarının evlerini boşaltmak veya boşaltılmasına yardım etmek zorunda kaldıkça, ölen sevdiğinizin kıymetlisi olan, onu olduğu kişi yapan, onun kim olduğunu muhatabına anlatan eşyalarının öksüz-yetim kaldığını, onları bir köşeye boynu bükük yığmanın kaçınılmaz olduğunu da anladım. İçinden ne kadarını yedeğinize alıp evinize getirebilirsiniz ki? Hele sizin eviniz de küçük çaplı bir antika pazarı, bir kitapçı dükkânı gibiyse…

Çocuk sahibi olanların çoğu çocuklarının kendi alışkanlıklarını, bağımlılıklarını sürdürmelerini, ortak zevkleri olmasını beklerler. Henüz çocuk doğmadan, hatta bebekken onun için kitaplar satın alınır, özenle raflara yerleştirilir. Okuma alışkanlığı ve kütüphane kurma hevesi entelektüel ebeveynlerin kalıtımsal olarak sonraki kuşaklara aktarılacağını düşündükleri ve sıklıkla hayal kırıklığına uğradıkları bir özellikleridir. Bibliyofil ebeveynler henüz ölüme uzak olduklarını düşündükleri dönemlerde kendilerini kütüphanelerinin ebedi sahibi gibi görseler de, yaşları ilerledikçe kitaplarını varsa çocuklarına, yoksa ailelerindeki gençlere veya genç dostlarına miras bırakma hayalleri kurarlar. Peki ya akrabalıktan veya ahbaplıktan mütevellit bir mirasçısı olmayanlar ile mirasçılarının bu matbu terekeye sahip çıkmayacağını kestirenler ne yaparlar?

Bunlardan biri, sinema yazınına büyük katkılar yapmış, kendisi de kütüphanecilik bölümü mezunu olan Nijat Özön. Yakın zamanda elime geçen bir mektubundan anlıyoruz ki, edebiyat tarihçisi babası Mustafa Nihat Özön’den kendisine kalanlarla birlikte büyük bir yekun tutan kitaplığını küçük bir kooperatif dairesine sığdıramayacağını fark edince, muhtemelen kitapçılık veya sahaflık yapan bir dostuna mektup yazarak yardım istiyor. Aşağıda göreceğiniz bu mektubu okumak beni çok hüzünlendirdi. Çoğu Tanzimat’a, Cumhuriyet devrine tarihlenen 1500-2000 “nadir kitabına” talip olacak güvenilir birilerini arıyor Özön o dönemde. Mektubun sonundaki ifadeden anladığım kadarıyla, kitaplara hakkını vererek sahip çıkacak biri bile değildi artık aradığı. Çöpe gitmesin, okumayı seven birilerinin eline geçsin istiyor.

Türkiye’de okuyarak-yazarak para kazanmak, ev geçindirmek öyle zor ki. Nijat Özön’ün kitaplarını barındıracak imkanlara sahip olmadığı için adeta onları evlatlık vermeye çabalaması hiç de şaşırtıcı değil. Benzer biçimde, kültür-sanat alanında emek vermiş ve isim yapmış akrabalarının kütüphanelerini satışa çıkararak üç beş kuruş gelir elde etmeye çalışan veya onun baş tacı ettiği bu kitapları döküntü olarak gören pek çok aile var. Bir sahafta rast geldiğiniz veya bir mezattan satın aldığınız kitabın içinde o ünlü kişinin adını görünce insanın içi bulutlanıyor. İstiyorsunuz ki o kişinin adıyla bir kütüphane kurulsun ya da onun bağışı olan kitaplar bir kütüphaneyi zenginleştirsin. Ne de olsa bu kitaplar okuyanı inşa eden birer yapı malzemesi. Kimin bu inşa sürecinde hangi tür yapı malzemesini kullandığını keşfetmek bile başlı başına heyecan verici. Keşke yerel yönetimlerin, vakıfların birer kitap terekesi havuzu olsa, sahipsiz kitaplıklara sahip çıkılıp, taliplerine dağıtılsa ve bu yapı malzemeleri başka inşalarda kullanılsa…

Tüm yazılarını göster