Sinemanın şair filozofu Kiyarüstemi

Bu hafta ölümünün altıncı yıldönümü anısına İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin 1970’lerden 2000’lere uzanan saygın sinema kariyerinin dehlizlerinde dolaşacağız.

Rıza Oylum r_oylum@hotmail.com

İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin altıncı ölüm yıldönümü. 4 Temmuz 2016’da kanser tedavisi için gittiği Paris’te hayatını kaybeden usta yönetmen, arkasında uzun bir zamana yayılmış unutulmaz bir filmografi bırakmıştı. Bu hafta Kiyarüstemi’nin 1970’lerden 2000’lere uzanan saygın sinema kariyerinin dehlizlerinde dolaşacağız.

Kiyarüstemi, "çok yönlü sanatçı" tanımına en çok uyan istisna isimlerden biri. Bu oldukça dejenere olmuş tanım, Ortadoğu’nun Türkiye ya da İran gibi az gelişmiş ülkelerindeki şanslı ailelerde büyüyenlerin burjuva alışkanlıklarıyla oluşan maymun iştahlarıyla bir yandan roman yazıp öteki tarafta şarkı söyleyen, kafanı çevirdiğinde film çekenler için yapılan bir tanıma dönüşse de, Kiyarüstemi için bahsettiğim çok yönlü sanatçılık bu değil. Görselliğin olanca zengin katmanlarında kendini inşa eden, zanaatını sanata çeviren bir ustalık onunki. Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde resim ve grafik sanatlar eğitimi aldıktan sonra 1960'larda; ressam, tasarımcı ve çizer olarak reklamcılık alanında çalıştı, posterler tasarladı ve reklamlar hazırladı. 1962-1966 yılları arasında, İran televizyonu için 150 civarında reklam filmi çekti. 1960'ların sonlarında filmlere jenerik hazırlamaya ve çocuk kitapları için çizerlik yapmaya başladı. Jenerik hazırladığı filmler arasında 1969 yapımı Mesud Kimiai’nin yönettiği İslam Devrimi öncesinin meşhur oyuncusu Behrouz Vossoughi’nin oynadığı kült İran filmi 'Gheysar' da var. Bu bilgi önemli zira 2000 yılında San Francisco Film Festivali ödül töreninde Kiyarüstemi, ömür boyu başarı ödülü olan Akira Kurosawa Ödülü'nü aldığında ödülünü İran’a giremeyen ABD’deki Behrouz Vossoughi’a verir. Kiyarüstemi, Behrouz Vossoughi’un 1970’lerdeki İran sinemasına yaptığı katkıları unutmamıştır.

KİYARÜSTEMİ’NİN İLK YUVASI: ÇOCUKLARIN VE GENÇ YETİŞKİNLERİN ENTELEKTÜEL GELİŞİMİ ENSTİTÜSÜ

Dönemin İran Şah’ı Rıza Pehlevi’nin iyi eğitimli eşi Farah Diba Pehlevi’nin öncülüğünde 1965’te kurulan Çocukların ve Genç Yetişkinlerin Entelektüel Gelişimi Enstitüsü, hem okuryazarlığı arttırmak hem de kalıcı kültürel değerler üretmek misyonuyla hareket eden, kütüphaneler kurup zamanla kitaplar yayınlayıp filmlere yapımcılık yapan, resim ve illüstratörlük eğitimleri veren estetik ve pedagojik üretimleri destekleyerek 1970’lerin İran’ı için bulunmaz bir nimet haline dönüşmüş bir enstitüydü. Abbas Kiyarüstemi ve daha nice sanatçının ilk durağı olan Çocukların ve Genç Yetişkinlerin Entelektüel Gelişimi Enstitüsü, aydınların, ilericilerin, dönemine göre oldukça özgürce destek gördüğü, üretim yapabildiği bu merkez haline gelmişti. Şah’ın baskıcı atmosferi, entelektüel eşinin yarattığı konfor alanıyla alenen deliniyordu. Abbas Kiyarüstemi bu merkezde çalışmaya başlayıp merkezin ve yönetmenin ilk filmi olan 1970 yapımı 'Nan o Kuche' (Ekmek ve Sokak) ortaya çıkmış oldu. 1972'de 'Zang-e Tafrih' ( Teneffüs) 1973 yapımı 'Tajrobe'den (Tecrübe) sonra, yönetmen, 1974'te 'Mossafer' (Misafir) adlı filmi çekti. ilk uzun metrajlı filmi 'Gozaresh' (Rapor (1977)  ise rüşvet almakla suçlanan bir vergi memurunun hikâyesidir.

İSLAM DEVRİMİ SONRASI 'EVDE KALAN' YÖNETMEN KİYARÜSTEMİ

1979 İslam Devrimi’nden sonra eski dönemin önemli yönetmenlerinin neredeyse hepsi yurtdışına çıkmıştı. Abbas Kiyarüstemi, köklerinden uzaklaşmayı uygun bulmadı. Bir süre eski meziyetlerini kullanarak geçimini sürdürdü. Hazır yeri gelmişken belirteyim. İslam Devrimi ve daha sonrasında yurtdışına giden İranlı yönetmenlerin akıbetleriyle ilgili "Gitme kal bu şehirde: İran diaspora sineması" başlıklı bir yazı yazmıştım. Merak edenler okuyabilir.  1980'lerin başında kısa filmler ve belgeseller çeken yönetmen Devrim sonrasının yeni düzeni ve İran-Irak Savaşı’nın yıkıcı etkilerini de hesaba katarsak şaşırtıcı olmayacak şekilde bir süre uzun metraj bir film çekemedi. Seksenlerin ikinci yarısı başlarken işler biraz yerine oturmaya başlayıp ülke, sinema yapılabilir olmaya başladıktan sonra 1987’de 'Arkadaşımın Evi Nerede' filmini çekti.

KÖKER ÜÇLEMESİ BAŞLIYOR 'ARKADAŞIMIN EVİ NEREDE?'

Abbas Kiyarüstemi’nin 'Arkadaşımın Evi Nerede?' (Khane-ye doust kodjast?) (1987) filmi taşranın resmedildiği bir üçleme olan Köker Üçlemesi’nin ilk filmidir. Son derece mütevazı bir konusu olan çalışmada, arkadaşının defterini yanlışlıkla kendi çantasına koyan Ahmet’in, öğretmenin verdiği ödevi arkadaşının yapamayacak olmasının önüne geçmek için defteri arkadaşına ulaştırma mücadelesini izleriz. Locarno Uluslararası Film Festivali’nde Bronz Leopar kazanan film, Fecir Film Festivali’nde de ödüllendirilmişti. Abbas Kiyarüstemi’nin uluslararası arenada tanınmasını sağlayan film, sadeliğin derinlikli bir anlatımla buluştuğu bir çalışma olarak İran sinemasının unutulmazlarından biri haline geldi.

Arkadaşımın Evi Nerede?

İMGELERLE ÖRÜLMÜŞ DAR KÖY SOKAKLARI

'Arkadaşımın Evi Nerede?' de yan köyde oturan arkadaşına defterini ulaştırmak için türlü zorluklarla mücadele eden Ahmet, izleyenlerine sade ama imge dolu bir görsellik sunar. Annesinin itirazına karşın onunla çatışmaya girmeden defteri gizlice alıp yola çıkan Ahmet, Abbas Kiyarüstemi’nin otoriteyle mücadele etmeden ama kendi bildiği anlayışta sürdürdüğü sanat anlayışını resmediyor gibidir. Yolda karşılaştığı yaşlı bir adamın birlikte arkadaşının evine kadar yürüme talebini başta çok yavaş yürüdüğü ve kendisinin acelesi olduğu için reddeden Ahmet, yolda karşısına çıkan ve onu korkutan seslerden ötürü geri dönüp kabul eder. Sonra ortak bir ritim tutturarak birlikte yürümeye karar verirler. Yaşlı adamın deneyimi ve genç Ahmet’in dinamizmi yolda birbirlerine yoldaşlık edecektir. İran toplumunun Türk toplumuna benzer bir demografik yapısı var. Geçmişten getirdiği değerleri olan geleneksel bir toplum olmasının yanında önemli ölçüde modern hayatın getirilerinden etkilenmiş bir genç nüfusu var. Bu iki yapının görünen ve görünmeyen bir çatışması da söz konusudur. Abbas Kiyarüstemi, bu sahneyle modern olanı, yeni olanı isteyen genç nüfusa bir öğüt veriyor gibidir. Karanlık ve dar köy yollarında adeta bir labirentin içinde yolunu bulmaya çalışan Ahmet, yanındaki yaşlı adamın yol göstericiliğine muhtaçtır. Yolculuğun, iletişimin, inadın temel alındığı bu filmde köyün dingin tablosu, film için kusursuz bir arka plan oluşturur.

'VE YAŞAM DEVAM EDİYOR': YIKILMAYAN HAYATLAR

Abbas Kiyarüstemi’nin 'Ve Yaşam Devam Ediyor' (Zendegi va Digar Hich) (1992) filminde 'Arkadaşımın Evi Nerede' filminin çekildiği Köker köyünün de içinde bulunduğu geniş bir bölgede meydana gelen depremden sonra oradaki yaşamın nasıl bir seyirde devam ettiğini resmeder. Filmde hayatın sürekliliğinden dem vuran yönetmen, karakterlerinin kendi doğallıklarıyla ve oldukça hayat dolu bir tablo içinde gösterir. Şehirden gelen adam ve oğlu köyde yaşayan 'Arkadaşımın Evi Nerede' filmindeki yaşlı adamla karşılaşıp onu arabalarına davet ettiklerinde oldukça felsefi bir sohbet de başlamış olur. Genel kanının aksine köyün kapalı yapısı içinde yaşayan yaşlı adam depremi ruhani, metafizik bir cezalandırma yöntemi olarak değil hayatın doğal bir parçası olarak yorumlar. Bunu oldukça doğal ve makul önermelerle sunar.

Kiyarüstemi, 'Ve Yaşam Devam Ediyor’la  hayatın sürekliliği ve umut dolu olmanın önemini hatırlatır. Bunu, bu dönem çektiği filmlerin karakteristik özeliği olan gerçeklikle kurgunun iç içe geçtiği bir tabloyla sunar. Depremin hayatları yok ettiği, yaşayanların da evsiz kaldığı bir ortamda çocuklar futbol maçının skoruyla ilgileniyorlardır. Hayat, ne kadar zor koşullarda olursak olalım devam eden ve kendini yenileyen bir enerjiye sahip, Kiyarüstemi bunu oldukça başarılı ve mütevazı bir projeyle sinemaseverlere hatırlatıyor. 

'ZEYTİN AĞAÇLARI ALTINDA': SİNEMADA KLASİK ŞİİR

Abbas Kiyarüstemi’nin 'Zeytin Ağaçları Altında' (Zire Darakhatan Zeyton) (1994) filmi Köker Üçlemesi’nin son filmidir. Film 'Ve Yaşam Devam Ediyor' filminin çekim süreci üstüne kurgulanmıştır. 'Ve Yaşam Devam Ediyor' filminde Hüseyin ve Tahire evli bir çift olarak gösterilir. Oysa gerçekte Hüseyin Tahire’yle evlenmek istiyor fakat Tahire’nin büyükannesi Hüseyin’in evi olmamasından ötürü torununun onunla evlenmesine izin vermiyordur. Tahire ise cevap vermeyerek fikrini belli etmez.

Ve Yaşam Devam Ediyor

 Kiyarüstemi bu filminde, aşktan eğitime, yaşlılıktan bireyselliğe kadar farklı kavramlar üstüne keyifli felsefi sohbetler sunar. Sohbetteki çıkarımları dayatmacı bir yaklaşımla değil, hayatın doğal akışı içinde sunmayı bilir. Filmin son bölümünde Tahire köyüne dönerken Hüseyin de arkasından ona olan aşkını ve evlenme talebini dile getirir. Son derece sade, köyün yeşil ormanlığı içinde çekilen sahnede, Tahire’nin tereddütsüz cevapsızlığı ve Hüseyin’in tükenmez ısrarı klasik şiirin görsel dünyasını resmeder. Kiyarüstemi klasik şiirin temel dayanağı olan karşılıksız aşkın bütün unsurlarını bu sahnede inşa etmiştir. Aşık ve maşuk ilişkisinin görselliğidir karşımızdaki. İran ve Türk klasik şiirinin bütün özellikleri bu filmde kendine yer bulur. Kadın adeta dilsizdir, hiç konuşmaz. Âşıka karşılık vermez, ona ihtimal sunmaz. Erkekse sürekli ısrar eder ve hiçbir biçimde vazgeçmez. Bin yıllık bir şiir formu sinemada karşılık bulmuştur. Kiyarüstemi modern bir sinema dili içinde geleneksel şiir tarzının bütün özelliklerini yedirmeyi bilmiştir. Üstelik bunu şairane bir üslup ve görüntü yaklaşımıyla yapmıştır.

 1990’da çektiği 'Yakın Plan' filmi de gerçekle kurgunun iç içe geçtiği oldukça orijinal bir çalışmaydı. Kendisini Muhsin Makhmelbaf olarak tanıtan bir adamın yakalanması haberini gazetede okuyan yönetmen adamın mahkemede yargılanma sürecini gerçekle kurgunun bir aradalığıyla beyaz perdeye taşıdı.

ALTIN PALMİYE VE YURT DIŞI DENEYİMLERİ

1997'de ise, intihar etmeyi düşünen bir adamın öyküsünü anlattığı 'Kirazın Tadı' filmini yaptı.  Ahlak, intihar hakkı ve merhametin sorgulandığı film Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye Ödülü’nün sahibi oldu. 2000 sonrasında daha kişisel temalar üzerinde yürüyen yönetmen, farklı yaklaşımlarla filmler yarattı. 2001’de Birleşmiş Milletler'in Ugandalı yetimlere destek projesi kapsamında Uganda’da 'ABC Africa' isimli belgeseli çekti. 2002’de çektiği 'On' filminde İran'ın sosyo-politik ortamını Tahran sokaklarında günlerce arabasıyla dolaşan bir kadının yanına oturanlar ve gördükleri üzerinden seyirciye sundu. Arabadan çıkmayan kadın adeta kıstırılmış İran toplumunu imgeliyor gibiydi. 2003'te diyalog içermeyen şiirsel filmi 'Panj'ı çekti. 2005 ve 2006'da, kendi ilham kaynaklarından örnekler taşıyan 32 dakikalık belgeseli 'The Roads of Kiarostami'yi çekti. Daha sonra İngiliz muhalif yönetmen Ken Loach ve İtalyan yönetmen Ermanno Olmi ile birlikte 'Tickets' adlı filmi yönetti. Filmde, toplu taşıma araçlarındaki insanların günlük hayatları anlatılıyordu. Toscana'da çektiği ve başrolünde Juliette Binoche ile William Shimell'in oynadığı 'Aslı Gibidir', yönetmenin yurtdışında çektiği ilk uzun metraj çalışmasıydı. 2012’de ise Japonya’da 'Sevmek Gibi' filmini çekti. 2016’da ölümünden kısa bir süre öncesinde Japonya’da çekeceği ikinci film projesi için çalışıyordu. Ne var ki ömrü vefa etmedi. Kansere yenik düştü.

KİYARÜSTEMİ SİNEMASI: YEREL VE ŞİİRSEL

Kiyarüstemi hem görselliğin şairidir hem de sinemanın filozofu. Görselliği şairanedir zira; estetik kareler, uyumlu renk kullanımları, ışık ve sesin şiirsel kullanımı bütün filmlerinde hâkimdir. Filozoftur çünkü hayatın ve ölümün; gençliğin ve yaşlılığın; aşkın ve ayrılığın; modernizmin ve geleneğin ve dahi birçok yaşam merhalesinin ve karşıtlığı hakkında sinemasında kısa ama anlamlı cevaplar arar. Üstelik bunları yaparken dayatmacı değil çoğulcu davranır. Tam da bu sinema anlayışının toplamından ötürüdür ki Godard; “Sinema D.W. Griffith ile başlar, Kiyarüstemi’yle  sona erer,” tanımlamasını yapar. Kiyarüstemi sinemasının dönemlerine baktığımızda; bütünlüklü, en iyi örneklerini ortaya koyabilmiş, farklı ve deneysel çalışmalarla sinema anlayışını zenginleştirmiş bir yönetmen görebiliyoruz. Söz gelimi Kiyarüstemi sinemasının en temel noktalarından biri göze ve kulağa aynı sahnede ayrı ayrı hitap edebilmesidir. İlk filmlerinde bunun çoğunlukla dış sesle ve uzun bir yolda ilerleyen araba sahneleriyle sağlarken, 2000’lerden sonra çektiği filmlerde -en ileri örneği "Şirin" filminde- daha ileri giderek sesin kaynağını hiç göstermeden oyuncunun yüz ifadesine sesin etkilerini yansıtarak zihnindeki anlayışın en ileri haliyle görselliğe taşımıştı.

Abbas Kiyarüstemi

Kiyarüstemi çok yönlü bir sinemacı olarak farklı yönleriyle dünya sinemasında kimi usta sinemacılarla benzeşen ve ayrılan tarafları vardır.  Sözgelimi Abbas Kiyarüstemi’nin de etkilendiğini söylediği Hindistanlı sinemacı Satyajit Ray. Ray’in yalın sinema dilini Kiyarüstemi’nin sinemasında görmek mümkün. Sinemayi aynı zamanda bir felsefi alan olarak görmesi ise Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieślowski’yi akla getirir. Kuşkusuz biçimsel özellikleri birbirinden farklıdır. Kiyarüstemi’nin çok sayıda sinemacıyı etkilediğini de unutamayız. İran sinemasının adeta karakteristik özelliği haline gelen film içinde film ve gerçekle ve kurgunun iç içe geçmişliğini de Kiyarüstemi’den sonra asistanı Cafer Penahi’nin sinemasında görebiliriz. Hem İran’da hem de Türkiye ve farklı ülkelerdeki yönetmenlerin üretimlerine baktığımızda da onun planlarını, görsel dünyasını hatırlatan unsurlar karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Tüm yazılarını göster