Sinemada Rum görünümleri: Çeteci Hrisantos’tan göç eden Tasula’ya

Yeşilçam sinemasında Rumlar erkekleri yaşlı meyhaneci, kadınları da çoğunlukla güzellikleriyle para kazanan genç kadınlar olarak temsil edildiler. 1990 sonrasında ise mübadele ve 6-7 Eylül olayları nedeniyle ülkeyi terk etmelerinin konu çeperinde daha insani bir tablo içinde beyazperdeye yansıdıkları oldu. İstanbul’da kurdukları spor kulüpleri, Lefter Küçükandonyadis gibi bünyelerinden çıkan sporcular, coğrafyaya kattıkları kültürel zenginliğin izleri ise hâlâ beyazperdeye yansımayı bekliyor.

Rıza Oylum r_oylum@hotmail.com

Sinema tarihimize yansıyan azınlık unsurlarından öne çıkanlarını incelediğim üç yazılık serisinin son halkası olarak bu hafta beyazperdeye yansıyan Rum karakterlerden bahsedeceğim. Kuşkusuz bir tez konusu hacmindeki konuyu bir köşe yazısı hacminde anlatmanın imkanı yok ama öne çıkan ve farklı temsilleri olan karakterler üzerinde duracağım.

İLK ÖRNEKLER

Âlim Şerif Onaran’ın 'Muhsin Ertuğrul’un Sineması' kitabına göre iç çekimleri İstanbul’da, dış çekimleri Yunanistan’ın Zante adasında yapılarak Rumca çekilen "Fena Yol" (1933) ve Heybeliada’da çekilen "Aynaroz Kadısı" (1938) filmleri Rum karakterlerin yer aldığı dönem çalışmalarıdır.

SİNEMADA HRİSANTOS ÇETESİ

1950 sonrasında 3 filmde, İstanbul’un işgal döneminde etkin olan Hrisantos Çetesi’nden bahsedilir. Kani Kıpçak’ın 1951’de yönettiği "İstanbul Kan Ağlarken", 1952’de Ömer Lütfü Akad'ın yönettiği "İngiliz Kemal Lawrense Karşı" ve Kayahan Arıkan’ın yönettiği "Üç Namus Bekçisi" (1969) filmlerinde çok sayıda gasp, soygun ve cinayete karışan Hrisantos ve arkadaşlarının hikâyesinden yansımalar vardır. "İngiliz Kemal Lawrense Karşı", filminde Rum çete lideri Hrisantos yan karakter olarak karşımıza çıkar. Filmdeki esas konu çeperini ise 1919'da işgal altındaki İstanbul'da Türk casusu İngiliz Kemal'in (Ayhan Işık) Fransız ve İngiliz ajanlara karşı verdiği istihbarat mücadelesi oluşturur. Filmin dönemin tarihi bilgilerinden sonraki açılış sahnesi Rum kabadayı Hrisantos’u Ermeni kabadayı çetesinin silahlı takibiyle başlar. İngiliz Kemal, Hrisantos’a bu çatışmada yardım edince tanışırlar. İkinci karşılaşmaları ise İngiliz Kemal’in saklanmak için girdiği Roza isimli kadının işlettiği genelevde olur. Yardım etme sırası Hrisantos’a gelmiştir. Ancak yönetmen ufak bir ayrıntı koyarak bu dostluğun kırmızı çizgisini çizer:

Hrisantos: Hatırlar mısın bir gece hayatımı kurtarmıştın?

İngiliz Kemal: İleride polis katili olacağını bilseydim, o gece seni temizlerdim.

GURBET KUŞLARI'NIN DESPİNA'SI

Halit Refiğ’nin yönettiği "Gurbet Kuşları" (1965) filminde İstanbul’a gelen Maraşlı bir ailenin yaşam mücadelesi resmedilirken İstanbul’un yerleşik azınlıklarına bakış oldukça antipatiktir. Açtıkları araba tamirhanesinin karşısında daha önceden tamirhanesi olan Rum Panayot Usta’nın karısı Despina, kocasının işleri bozulmasın diye ailenin tamirci oğlu Selim’le (Cüneyt Arkın) görüşmeye başlar, daha da ileri gidip onu evine davet edip onunla sevişir. Sonra bunu sadece kocasının işleri bozulmasın diye yaptığını söyleyerek Selim’i terk edip kiliseye doğru yürümeye başlar. Yönetmen, azınlıklara olan bakışının ne kadar sorunlu olduğunun fotoğrafını verir. Sadece kocasıyla aynı saatte mesaide olmasın diye bir kadının evine rakip dükkânın çalışanını alıp onunla sevişebileceğini düşünmesi gerçeklikten yoksun bir Rum kadın imajının yönetmene sirayet ettiğinin örneği sayılabilir.

1980 SONRASI RUM KARAKTERLERDEN ÖRNEKLER

İrfan Tözüm’ün çektiği "Fotoğraflar" (1989), Yorgo ve Neslihan’ın mutlu sona ermeyen aşkının filmidir. İstanbul’da komşu olan Rum ve Türk ailenin çocukları birbirlerine âşık olduklarında aileler onlara engel olur. Rum aile Yunanistan’a göç eder. Yorgo (Hakan Ural) ve Neslihan (Hülya Avşar) iki ayrı hayat yaşarlar. Dağınık bir anlatımın kurbanı olan film, tiyatro müsameresi havasında kaldığı için mekân ve insan ilişkisi bağlamını kurma şansını yitirmiş.

Yavuz Turgul, filmlerinde adeta bir sosyoloji dersi verirken İstanbul’un kadim yerleşikleri olan azınlıklar da hikâyelerinin temel dayanakları arasında ısrarlı ama göze batmayacak bir üslupla yer aldılar. Turgul’un 1992 yapımı "Gölge Oyunu" filminde Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin’in (Şener Şen) Beyoğlu’nun pavyonlarında komik skeçler yapan iki modern zaman meddahı olarak yaşamları resmedilir. "Gölge Oyunu"nda ev sahibi Büyükhanım olarak tanıtılır. Yaşlı, yalnız bir azınlık kadınıdır. Eşi Eftal Bey vefat edince yalnız kalan ve yalnızlığında uykusuzlukla cebelleşen modern bir İstanbul hanımefendisidir.

AĞIR ROMAN'IN TİNA'SI

Mustafa Altıoklar’ın yönettiği 1990’ların önemli filmlerinden "İstanbul Kanatlarımın Altında"da olanca genişliğiyle bütün İstanbul suretini göstermeyi hedefleyen yönetmen, bir sonraki filmi "Ağır Roman"da ise sadece İstanbul, Beyoğlu’nun bir sokağını resmetmeyi seçmişti. 1997 yapımı "Ağır Roman", bir sokakta yaşayanlar üzerinden bir dönemin fotoğrafını çekmeye çalışan başarılı filmlerden biriydi. Berber babanın yeniyetme araba tamircisi oğlu Salih (Okan Bayülgen), kabadayılığa doğru hızlı adımlar atmaya başladıkça ömrü de aynı hızla kısalacaktır. Salih’in âşık olduğu sokağa yeni taşınan Rum Fahişe Tina (Müjde Ar) ve Salih’in babası Berber Ali’nin (Savaş Dinçel) hayranı Madam Eleni, filmin azınlık unsurlardırlar. Madam Eleni bir gece istediğini elde edip Berber Ali’yi evine aldığında gece sokakta da cinayetler başlayacaktır. Salih ve Tina’nın aşkıysa kendilerini feda etmeleriyle sonlanır. Beyoğlu Tarlabaşı’ndaki Kurdele Sokak’taki (Kolera Sokağı) yaşamı resmeden yapım, Türk sinemasında yaygın bir tip olan gayri ahlaki azınlık kadın tiplemesini bünyesinde taşısa da sürpriz sonuyla bu yaklaşımdaki bütün Türk filmlerinden ayrılır.

SEVGİLİM İSTANBUL: GÖÇ EDEN YORGO

Seçkin Yasar’ın ikinci filmi "Sevgilim İstanbul" (1999), Nedim Gürsel’in aynı isimli öyküsünden yapılan bir uyarlama. İstanbul’dan Yunanistan’a göçmüş Yorgo’nun Yunanistan’da yaşayan kızı İrini’nin (Kariofyllia Karabeti) Paris’te tanıştığı bir Türk gazeteci Ali’yi (Alptekin Serdengeçti) ve babasının terk ettiği şehri görmek için İstanbul’a gelmesini anlatır. Filmde, Albaylar Cuntası döneminde evinden alınan ve bir daha geri dönmeyen babası gibi İrini’nin İstanbul’da görüştüğü arkadaşı gazeteci Ali de ansızın kaybolur. Farklı ülkelerde aynı zihniyetin kurbanı olan iki erkeğin izini süren İrini, bu vesilelerle İstanbul’u keşfe çıkmış olur. Babası Yorgo’nun şehri İstanbul’da bulunmanın etkisiyle, sanki ona kavuşacakmışçasına sokaklarda gezinir. Ayasofya, Kariye Müzesi, İstanbul’un eski semtlerine gider. Babasının yaşadığı Kurtuluş’ta dolaşır. Beyoğlu’nun sokaklarını arşınlar. Gazeteci Ali’yi aramaya başladığında ise kaybettiği babasının izleriyle Ali’nin izleri zihninde karışmaya başlayacaktır.

YAZI TURA: KOVULAN TASULA

Uğur Yücel’in yönettiği "Yazı Tura" (2004) dönemin orijinal yapımlarından biriydi. Filmde Güneydoğu’da yaptıkları askerlikten gazi olarak dönen Rıdvan (Olgun Şimşek) ve Cevher’in (Kenan İmirzalıoğlu) tahrip olmuş psikolojileriyle yaşadıkları ayrı bölümlerde anlatılıyordu. İstanbul’da geçen Cevher’in bölümünde, Cevher askerliğinden yadigâr bir kulağı duymaz halde Halkalı banliyö tren durağına gazi büfesi açma telaşındayken başından geçenleri izleriz. Yönetmen, bir film için fazla sayılabilecek konu ve kavramları üst üste olay örgüsüne yedirmeye çalışır. Askerlik dönüşünün insandaki tahribatı, şehirdeki rant savaşı, 17 Ağustos fepremi, Kıbrıs sorunu sürecinde İstanbul’dan göçen Rumların varlığı ve aile ilişkileri filmde karşımıza çıkar. "Yazı Tura"nın azınlık bağlantısı dikkate değer bir bağlantıdır. Cevher’in babası Cemil gençliğinde komşusu Tasula’yla evlilik dışı bir birlikteliğin içindedir. Çocukları da vardır. Ancak dönemin politik ruhu artık onların birlikteliğini sürdürmelerine engel olacak düzeye çıkmıştır. Filmde Cemil bu ayrılık sürecini dönemin ruhunun izlerini vererek anlatır:

Cemil: Çok sarhoştum oğlum Kıbrıs'ta olaylar olmuş bir Türk aileyi kurşuna dizmiş Rumlar. Biz o zaman Kumkapı'da bir kayıkhanedeyiz. Bir Rum balıkçı Koço vardı onu dövmüş bizim balıkçı arkadaşlar. Dedim ulan ayıp sen ne konuşuyorsun senin çocuk peydahladığın kadın da Rum değil mi demez mi? Çene kemiğini kırdım itin. Sonra buraya geldim eve annenin yanına. Biz evli değildik ama annenin evi vardı. Ortada bir laf dolaşıyor sözde Tasula'nın babası Rum fedailere para yardımı yapıyormuş sen odanda uyuyorsun. Dedim baban ajan mı? Kavga ettik. Dedim al çocuğunu siktir git sen değmezsin. Allah belamı versin öyle demek istemedim. Ben ayyaş herifin tekiydim Tasula sen beni niye gurur yaptın? Ben seni ta buramdan seviyordum. Beni affedin hakkınızı helal edin.

Yunanistan’da büyüyen Teoman, İstanbul’daki çocukluk arkadaşları tarafında da hatırlanır:

Hamit: Oğlum biz ilk sokağa çıktık dört çocuğuz; Cevher’in abisi, ben, çolak Ahmet, bir de Hayganuş’un oğlu Hayk.

"Yazı Tura", İstanbul’un kadim sokaklarında Türk, Rum ve Ermenilerin bir arada çocukluklarını geçirdikleri, birbirleriyle sevgili oldukları bir döneme hüzünlü selam gönderir.

SİS VE GECE: KURTULUŞ'UN SON RUMLARI

Turgut Yasalar’ın Ahmet Ümit’in aynı isimli romanından uyarladığı "Sis ve Gece" (2007) filminde, kaybolan sevgilisi Mine’nin (Selma Ergeç) izini süren istihbarat elemanı Sedat’ın (Uğur Polat) yaşadıkları polisiye bir kurguyla anlatılır. Mine’nin evi Kurtuluş semtindedir. Kaldığı evin sahibiyse komşusu Madam Eleni’dir (Ayten Uncuoğlu). Zihinsel engelli kızı Maria’yla (Sara Meriç Cinbar) birlikte yaşıyordur. Meyhaneci eşi Mösyö Koço ölmeden önce binanın girişinde meyhane işletiyordur. Film, Türk sinemasının klasik azınlık temsiline sahiptir. Kurtuluş ve Beyoğlu çevresi filmde mekân olarak kullanılır.

2009 yapımı "Güz Sancısı", Rum fahişe Elena (Beren Saat) ile babası bir toprak zengini olan Müslüman Behçet (Murat Yıldırım) arasındaki imkânsız âşkı, 6-7 Eylül olaylarının fonunda anlatır. Filmde Rum fahişe Elena, Elena’nın bedenini satmasına aracılık eden babaannesi ve onların tanıdığı bir oyuncakçı azınlık karakterlerdir. "Güz Sancısı’dan 'Kulüp’e: Sinemada 6-7 Eylül olayları" isimli yazımda bu filme ayrıntılı değinmiştim.

Yeşilçam sinemasında Rumlar erkekleri yaşlı meyhaneci, kadınları da çoğunlukla güzellikleriyle para kazanan genç kadınlar olarak temsil edildiler. 1990 sonrasında ise mübadele ve 6-7 Eylül olayları nedeniyle ülkeyi terk etmelerinin konu çeperinde daha insani ve gerçekçi bir tablo içinde beyazperdeye yansıdıkları oldu. İstanbul’da kurdukları spor kulüpleri, Lefter Küçükandonyadis gibi bünyelerinden çıkan sporcular, coğrafyaya kattıkları kültürel zenginliğin izleri ise hâlâ beyazperdeye yansımayı bekliyor.

Tüm yazılarını göster