Özel cumhuriyet olur mu?

Demokratik siyaset herkesi ilgilendiren meselelerin herkesin gözü önünde karara bağlanmasına dayanır. Ayrıcalıklar, gizler ve yasa ötesine çıkma potansiyeli taşıyan güçler demokratik siyaset ve kamusallığın karşısında konumlanır. Kamuyu yani herkesi etkileyen kararları gizli saklı alan, “çok önemli bir KHK çıkacak, bakalım içinde neler olacak cumhuriyeti”, cumhuriyet değildir.

Dinçer Demirkent dincerdemirkent@gmail.com

Halk Özel Harekâtı (HÖH) adlı örgütün Ankara’daki bürosunda asılı olan tabelası, öznel olarak Maraş’tan Sivas’a ülkenin katliam tarihini, nesnel olarak ise örgütün adını öykündüğü resmi JÖH ve PÖH örgütlenmelerini çağrıştırıyor. Jandarma Özel Harekât ve Polis Özel Harekât adlı örgütlenmelerin adını insanların özelinin özeli olan yatak odalarına ruj ile yazılan sloganlar ile duyduk (1). Özel haklarla ve özel teçhizatla donatılan bu resmi güçlerin adında yer alan ‘özel’ ifadesinin ne anlama geldiğini, Halk Özel Harekâtı adlı örgütün içindeki aynı kelime ile hatta çok daha geniş biçimde siyaset ile birlikte düşünmekte yarar var.

Türkçedeki özel kelimesi, İngilizce ‘private’ kelimesini bütün etimolojisi ile kuşatıyor. Private’ın etimolojisine baktığınızda göreceğiniz privilege (ayrıcalık), privateer (korsan), privacy (sır, gizlilik) kavramlarının hepsi bizim özel harekâtların ‘özel’inde içeriliyor. Jandarma ve polis içindeki özel harekât unsurları, bir yandan ayrıcalıklı ve seçkin kuvvetler olarak övülüyor, bir yandan devletin sokağa çıkma yasakları ve basına kapalılıkla ön plana çıkan özel (sır, gizli) harekâtlarını yürütüyorlar, bir yandan da devletin ortaya çıkışında temellük ettiği tekinsiz deniz güçlerini, korsanları çağrıştırıyorlar. Devlet adına, ama çoğu zaman devletin bildiğimiz, herkese açık yasalarından özerk hareket etme kapasitesini taşıyorlar.

‘Devlet dışı’ kamusallıkta kurulmuş olan Halk Özel Harekâtı adlı örgütünü de ‘özel’ kavramının bu anlamları ile birlikte düşünmemizde tarihselliğimiz bakımından hiçbir sakınca yok. Ayrıcalıklı, gizli-sırlı ve korsanvari…

‘Eski Türkiye’de yaşanan katliamlarda, ‘Yeni Türkiye’de Hrant Dink’in katlinde ortaya çıkan ya da 10 Ekim katliamında ortaya çıkarılamayan ilişki ağları, devlet içinde örgütlenmiş ‘özel’ ilişkiler ile halkın içindeki ‘özel’ grupların böyle anlarda nasıl bir araya geldikleri düşünüldüğünde özelleşen siyasetin karanlık dünyasına girmiş oluyoruz.

Fakat mesele bu karanlık boyut ile sınırlı değil. Yeni Türkiye’de ‘özel’in devlet ile ilişkisinde niteliksel bir sıçrama yaptığını düşünüyorum. Kamusal olanın, herkese açık olanın, herkesin çıkarları bakımından herkes tarafından müzakere edilebilir olanın, çıkarları ve arzuları farklı olan toplumu bir arada tutabilecek bir res publica’nın (kamusal şeyler) yani cumhuriyetin özel, gizli ve ayrıcalıklı olan tarafından çok güçlü bir biçimde kuşatılmış olduğunu kastediyorum bununla. Fikrimin en güçlü kaynağı ise kamusallığın ve cumhuriyetin yurttaşlara sağladığı hakların güvencesi olan hukukun üstünlüğünün bütün anlamlarıyla ‘özel’e kurban edilmiş olduğu yönündeki yargım.

DEVLET VE KAMU

Türkiye’de devlet ve kamu kavramları hep birlikte anılagelmiş, devletten ayrı bir ‘kamu’ kavramı uzun zaman politik tartışmanın merkezine oturmamıştır. Doksanlı yıllarda kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi sırasında geliştirilen muhalif politik argümanlar da, bu nedenle reaksiyoner biçimde organize edilmiş, özelleştirmenin yerine önerilen yeniden kamulaştırma ‘devletleştirmeden’ başka bir anlamda düşünülmemiştir.

Bugün, özelleştirmenin yeniden devletleştirmenin ötesinde bir anlamı olduğunu; özelleştirmenin iktisadi tartışmanın çok ötesinde bir devlet ve kamusallık tartışmasına işaret ettiği artık çok açık. Modern devletin ortaya çıkışındaki en önemli momentlerden biri olan hazinenin kamusallığı ve açıklığının bile tartışmalı olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yeni kurulan Varlık Fonu’nun işlevlerine; ayrıcalıklarına ve gizlerine dair bir araştırma bile bu yeni momenti gösterecektir. Niteliksel sıçrama, özel olanın artık bizzat devlet haline gelmesindedir. Sol muhalefetin, özelleştirme tartışmaları sırasında birbirinden ayırma ihtiyacı duymadığı devlet ve kamu, tek taraflı bir irade ile ayrılmıştır. İktisadi ve siyasal olarak hiçbir kamusal sorumluluk almayan, ayrıcalık ve sırlarla donanmış bir ‘özel’ siyasal iktidar formu ile karşı karşıyayız. Cumhuriyete yani, herkese ait olana yönelik en büyük tehdit, gerçek beka sorunumuz ise bizzat bu özelleşmedir. Kamunun haber alma özgürlüğünün kısıtlanması, kamusal müzakerenin mekanı olan parlamentodaki tartışmalardan ziyade ‘Saray’dan gelen arzuların muteber olması, devletin denetim organlarının işlevsizleştirilmesi, kamunun fikrini besleyecek ifade özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün özel olarak kurulmuş hakimliklerin denetimine alınması, devletlerarası ilişkilerin tüccar pazarlıklarına dönüşmesi, bu yeni tip özelleştirmenin en önemli örnekleridir: siyasi anlamıyla res publicanın, cumhuriyetin özelleştirilmesi. Cumhuriyetin mülkleri ve üretim tesislerin ‘özel’leştirilmesi ile başlayan sürecin bugün vardığı niteliksel sıçrama budur.

ÖZEL, KAMUSAL VE SİYASET

Demokratik siyaset herkesi ilgilendiren meselelerin herkesin gözü önünde karara bağlanmasına dayanır. Ayrıcalıklar, gizler ve yasa ötesine çıkma potansiyeli taşıyan güçler demokratik siyaset ve kamusallığın karşısında konumlanır. Kamuyu yani herkesi etkileyen kararları gizli saklı alan, “çok önemli bir KHK çıkacak, bakalım içinde neler olacak cumhuriyeti”, cumhuriyet değildir. Hiçbir cumhuriyet iddiası, ‘özel’ güçlerle, ayrıcalıklarla, sırlarla sürdürülemez.

(1) http://t24.com.tr/yazarlar/nurcan-baysal/terorle-mucadelede-nobellik-goruntuler,14217

Tüm yazılarını göster