Osaka'nın ardından son düzlükte S-400

“Trump’tan yaptırım diye bir şey duymadık”. İyi güzel. Onun yerine ne duyduk? “Bak şu yakışıklılara, figüranlar kahvesi mübarek” anlamına gelecek, “Hollywood”, “Central Casting” sözlerini işittik, mutlu olduk. Çok şakacı, çok tatlı dilli doğrusu şu ABD Başkanı.

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

Türkiye uzmanı yeni kuşak tarihçi Nicholas Danforth’un Osaka’daki Erdoğan-Trump zirvesinin S-400 alımına dair yalnızca dört satırlık paylaşımını kendimce dilimize çevirerek aynen alıntılamak istedim: “1. Trump’ın gerçekten yaptırımları askıya alacağını söylediği belirsiz. 2. Gerçekten söylediği buysa, sözünün ardında durup durmayacağı belirsiz. 3. Sözünün ardında durmaya çalışırsa, bunu başarıp başaramayacağı belirsiz. 4. Yine de yaptırımları askıya alabilirse, Kongre (uygulanması zorunlu) yeni yaptırımları devreye sokabilir.” Bence bu gördüğüm en yeterli yönetici özeti.

Şimdi, nedense Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki “A takımı” Osaka’dayken, ülkemizi ziyaret eden Senatör Lindsey Graham buradayken ne dedi, ona da bakalım. Neden bakıyoruz, çünkü S-400 alımının tetikleyeceği yaptırımlar konusunda son söz Kongre’de, Başkan’da değil, ondan.

Graham özetle ve yukarıda alıntıladığım Danforth gibi, ABD Başkanı’nın Türkiye medyasında aktarıldığı içerikte konuşmuş olabileceği ihtimalini sorguluyor. Trump’ın Türkiye S-400 alıp, sistemi aktive ederse, yaptırımları uygulatmamak gibi bir yetkisi olmadığını vurguluyor.

Bu arada sözü edilen yaptırımlar F-35 programından çıkarılmamızın ötesine ilişkin. Yani savunma sanayimizin 15 milyar ABD Doları’nı bulacak gelir kaybı ve edineceğimiz teknolojik birikim bir yana, ek CAATSA yaptırımları bahis konusu olan. Sanki F-35’ten dışlanmak hiç umurumuzda değilmiş gibi, “acımadı ki” diye omuz silkerek konuşuyoruz. Oysa olmalıydı.

Graham çıkış yolunu da gösteriyor: Türkiye S-400 alır ama aktive etmez, ABD Türkiye’ye Patriot satar, Türkiye S-400 yerine Patriot kullanır. Trump da bu gelişmelerin olacağı güvencesini mevkidaşı Erdoğan’dan somut biçimde aldığı takdirde, Kongre’ye döner ve yaptırımları askıya alır. Çıkılan merdivenden basamak basamak geri, yere doğru inilirken, bir noktada herhalde F-35 programına da Türkiye yeniden davet edilir.

Walid Phares ise Vaşington’da bazı çevrelerde, Türkiye’nin S-400 bataryalarını Libya’da Trablus ve Misrata’ya konuşlandırarak, Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu’nun (“LNA”) hava unsurlarına karşı kendi desteklediği milislere savunma sağlamayı planladığının üzerinde ciddiyetle durulduğunu paylaştı.

Ne söz konusu iddiayı, ne kişilik olarak Phares’i ciddiye almayanlar tabiatıyla olabilir. Ancak, hem “şüyuu vukuundan beter” sözünü, hem “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” sözleri bize ait. Kaldı ki, söz konusu iddianın Vaşington’da belirli çevrelere kısıtlı da olsa (hariciye tabiriyle) “dillendirilmesi” dahi yeterince vahim sanırım.

Hatırlanacağı üzere, daha önce, S-400 bataryalarının Türk Akımı doğal gaz boru hattının Rusya’daki başlangıç noktası Anapa’ya; en olmayacak ihtimal olsa da KKTC’ye; yalanlansa da Azerbaycan’a; bir TSK birliğinin görev yaptığı ancak yerküredeki en büyük ABD askeri üssünün de kurulu bulunduğu Katar’a; hatta değerli uzman Prof. Dr. Serhat Güvenç tarafından kişisel görüşü olarak Somali’ye dahi konuşlandırılabilme iddiaları, geçici çözüm formülleri olarak öne sürülmüştü.

Trablus ve Misrata iddiası, kaynağı ve zamanlaması, yani “siyah kuvvet” olarak görev yaptıkları ileri sürülen bazı TSK mensubu subaylarımızın kimlik bilgilerinin medyaya servis edilmesi ve Hafter’in kendi denetimindeki bölgede altı yurttaşımızın LNA güçlerince rehin alınıp, serbest bırakılmasının ardından dile getirildi. Bu durum göz önüne alındığında bence diğerlerinden daha dikkate değer duruyor. Kişisel görüşüm bu iddianın çürük olduğu yönünde olsa da, bir son dakika arayışının varlığından söz etmek herhalde gerçeklerden çok uzak olmaz.

Osaka konusunda bir de ayrıca devam eden, “heyette Dışişleri var mı ve not tutuldu mu, tutulduysa kim tuttu” tartışması var. Heyette başta oturan Bakan Çavuşoğlu’nun yanı sıra Büyükelçi Ferden Çarıkçı’nın ve Şikago Başkonsolosu Umut Acar’ın bulunduğu görülüyor. (Şikago Başkonsolosu hangi hasletlerinden ötürü Osaka’daymış, onu da soran olur belki.) İki adım geri gelip bakalım, seçimden hemen önce Dolmabahçe Muhasip Sarayı’nda Erdoğan, IKB Başkanı Neçirvan Barzani’yi ağırlayıp, bir buçuk saat görüştüğünde yanlarında kim vardı? Ben söyleyeyim sadece tercüme için bizim taraftan tek bir üst düzey bürokrat vardı, yani odada toplam üç kişiydiler.

Osaka’daki heyetler arası görüşme ise toplam otuz beş dakika sürmüş. Çeviri buna dahil. Biliyorsunuz simultane değil konsekutif yapılmak durumunda: Sözünü söyleyen bitirecek, karşı tarafa çevrilecek, sonra diğer taraf konuşacak, çevrilecek vs. İşte burada Erdoğan’dan sonra, çevirmeni atlarsak sırasıyla dokuzuncu sandalyede oturan Cumhurbaşkanlığı Dışişleri Başdanışmanı Büyükelçi Çarıkçı, kafasını uzatmış, konuşulanları duyup, not almaya çalışıyor.

Asıl soru şu: S-400 dosyasının sahibi Ankara’da kim? MSB Akar mı? Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu mu? Saray’dan Kalın veya Altun mu? Bizzat Erdoğan mı? Akar, görevinden ayrılan ABD Savunma Bakanı V. Shanahan’ın malum mektubunun muhatabı. O mektubun içeriği, Akar’ın yeni göreve gelen Bakan Vekili Esper’le ilk yüz yüze görüşmesinde de tavzihen teyit edildi. Pekiyi Osaka’da ne değişti?

“Trump’tan yaptırım diye bir şey duymadık”. İyi güzel. Onun yerine ne duyduk? “Bak şu yakışıklılara, figüranlar kahvesi mübarek” anlamına gelecek, “Hollywood”, “Central Casting” sözlerini işittik, mutlu olduk. Çok şakacı, çok tatlı dilli doğrusu şu ABD Başkanı. Kendi kızı Ivanka ile Dışişleri Bakanı Pompeo’yu sahneye davet ederken de (Disney’in “Güzel ve Çirkin” filmine atıfla), “The Beauty and The Beast” benzetmesini kullanmıştı. Olabilir. Amerikan kültürü bu. Ayağını sehpaya uzatır konuşurken, “sen” diye ilk adınızla hitap eder. Bizimkine çok uzak. Zaten bunlar temel değil ikincil konular.

Bakınız, Irak’tan ve Irak’a karşılıklı üst düzey ziyaretler oldu yakında. Bağdat’tan alınacak ballı altyapı ihaleleri gözleri kamaştırdı. Sonra başladık “Pençe Harekatı” adı altında her gün adamın toprağını havadan bombardımana. Önce yumurta ithalatı durdu, şimdi makarnada sorun çıktı.

SDG komutanı Şahin Cilo (Ferhat Abdi Şahin) Cenevre’de BM Çocuk ve Çatışma Özel Temsilcisi Gamba’yla anlaşma imzaladı. Dışişleri, SDG’ye sözde ve PKK güdümünde, Cilo’ya terörist. Hatta Şahin’in adı dahi tırnak içinde, ne demekse artık. Suriye’de siyasal çözüme, anayasa yazımına nasıl katkı sunabileceğiz acaba?

Libya’ya değindik, geçelim. Mısır’da Sisi’yle ilişkiler bildiğiniz gibi, Mursi’nin ölümüyle daha bile gerildi. Sisi de yaptırımdan söz eder oldu. Netanyahu ile İsrail, malum nicedir yok hükmünde. BAE deseniz, Filistinli casusları veya başka rivayete göre para kuryeleri İstanbul’da yakalandı, biri hemen aynı gece kendini hücresinde asıverdi. Suudi Arabistan, Kaşıkçı cinayeti ve MBS yine bildiğiniz gibi.

Üzerine ekonomi batık. Referanduma çevirdiğiniz İstanbul’da yediğiniz fark sekiz yüz küsur bin. Halen daha yedi düvele atar-gider yapma ve S-400 ısrarı. Tüm bu olan-bitenin içinde akıl arayıp, yorum yapmak oldukça güç. Yerçekimsiz alanda koptuk gidiyoruz.

S-400 neden gerekli? Neden alımdan vazgeçmiyoruz? Vazgeçsek, getirisi götürüsü ne olur? Ulusal hava savunma stratejimiz Türk Hava Kuvvetleri’ne dayanmıyor mu? S-400 bizi hangi tehdide karşı koruyacak? Amacımız eksen değiştirmek, NATO’dan çıkmak mı? Her yerde, her dosyada tek başımıza dediklerimizi tümüyle tüm muhataplara yaptırabileceğimize ilişkin bu diplomatik özgüven bizde nereden geliyor? Ve en önemlisi ciddiye alınıyor muyuz? Bunları ise gürültüden konuşamıyoruz.

Tüm yazılarını göster