Nazilere karşı komünist direnişin lideri: Adıyamanlı yetim Manuşyan

Manuşyan abisiyle birlikte Paris'e taşındıktan sonra araba fabrikasında torna işçisi olarak çalışmaya başlar. Bu süreç onun hem kavgasını hem de sanatını şekillendirir. Makineler, sömürü, ırkçılık... Kendi deyimiyle fabrika, 'işçilerin psikolojisini, dertlerini, umutlarını anlamayı mümkün kılan bir okuldur'.

Kavel Alpaslan kalpaslan@gazeteduvar.com.tr

Fransa'da Nazi işgali yılları... Paris sokaklarına asılmış bir afiş, komünist göçmen partizanları arıyor. “Kurtarıcılar mı? İşte Caniler Ordusu'ndan kurtuluş!'” başlıklı afişte Fransız Komünist Partisi'nin Yahudi, Doğu Avrupalı, İtalyan, İspanyol ve Ermeni göçmen işçilerince kurulmuş Fransız Direnişçiler ve Partizanlar – Göçmen İşgücü'nün (FTP-MOI) öne çıkan üyeleri yer alıyor. Afişte gördüğümüz üzere 150 Nazi ve işbirlikçinin ölümünden sorumlu tutulan bir isim 'elebaşı' olarak gösteriliyor: Kendi soyadıyla anılacak grubun lideri, Adıyamanlı Ermeni yetim, şair, torna işçisi ve komünist savaşçı Misak Manuşyan...

Manuşyan'ın hikayesi, kurşuna dizileceği Paris'ten çok uzaklarda başlar. Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Adıyaman'ın bir köyünde dünyaya gelir. Çocukluğunu bölgenin manzaralarını seyrederek geçirirken Birinci Paylaşım Savaşı'nın başlaması, Anadolu'da yaşayan çoğu Ermeni gibi Manuşyan'ın da kişisel tabiatını sonsuza kadar değiştirecektir. Soykırım dönemine doğru Adıyaman'da yaşanan olaylar sonucunda babasını kaybeder. Çocuklarıyla bir başına kalan anne de fazla dayanamaz ve göç yollarına düşemeden açlıktan hayatını kaybeder, Manuşyan 9 yaşında yetim kalır. Her ne kadar başında kendinden biraz daha büyük abisi kalsa da Manuşyan'ın karşılaştıkları, gerçek bir adalet duygusuna olan inancını da sorgulamasına neden olacaktır.

Gelgelim bunca badirenin ardından Manuşyan kardeşlerin durumuna acıyan bir Kürt ailesi çocuklara sahip çıkar ve kendi çatıları altında korur. Manuşyan'ın aileyle ve çocuklarıyla arası oldukça iyidir. Bu dönem yetim Ermeni çocuklarını arayan kilise çalışanlarının kapıyı çalışına kadar sürer. Böylece Manuşyan doğduğu toprakları bir daha geri dönmemek üzere geride bırakır ve günümüzde Lübnan sınırları içinde bulunan Cünye'ye, yetimhaneye götürülür.

Ermeni Soykırımı'nda yaşananların boyutunu dolaysız bir şekilde aktaran çok fotoğraf var. Ancak belki de asıl etkileyici olan, siyah saçları kısacık kestirilirmiş erkek ve kız çocuklarının, yan yana istiflenip zar zor kadraja sığdırıldığı yetimhane fotoğraflarıdır... Durumun en dokunaklı tarafı anne babasını korkunç şekillerde kaybeden binlerce çocuğun aynı anda bir objektife bakarken fotoğrafının çekilmesidir. Bir anda, oldukça yoğun bir şekilde büyük acıları aktaran onlarca çift esmer göz.

Bu fotoğraflarından bahsetmek tarihsel olayın duygusal bir parantezi değildir. Yetimhanelerde büyüyen bu çocuklar, gelecek Ermeni nesillerinin hatırı sayılır bir çoğunluğunu oluşturacaktır. İçlerinden çıkacak devrimciler ve sanatçılar da bu acılarını sanat ya da devrim mücadelesi üzerine bina edecektir. Tıpkı Cünye'de edebiyata, özellikle de şiire tutkusunu keşfeden Manuşyan gibi:

“Küçük sevimli bir çocuk / Gece boyu hayalini kurdu / Yapacağı gül demetlerinin / Tatlı şafak vakti erguvani.”

Manuşyan'ın yetimhane günlerinde, henüz onlu yaşlardayken yazdığı bu ilk şiiri, sadece 'Manuşyan' olduğu için değerli değildir. Yetimhane yıllarından, ölmeden saatler önce eşi Meline Manuşyan'a yazdığı mektuba kadar, insanın tüylerini diken diken eden bir izleğe rastlıyoruz: Doğaya olan tutkusu. Bir şaire yakışır bir şekilde Manuşyan'ın doğayla ilişkisi kaleminde her an hissediliyor.

Mesela içlerinden kimi dikkat çekici örnekleri aktaralım. Yıllar sonra yazdığı otobiyografik hikâyede İstanbul doğumlu bir Ermeni yetim olan Meline ile tanışmalarını şöyle anlatır:

“Onlar iki aynı kaderi paylaşan iki varlıktı. Hem yetimliğin acısını ve burukluğunu, hem de mahrumiyet duygusunu sonuna kadar tatmış olan genç adam, hayat kavgasına çok erken girmişti. Çocukluğunu doğanın özgür bağrında geçirmişti. Gözleri geniş ufuklara alışkındı. Dağlara aşinaydı ve onların azametinin sırrını tatmıştı. Hayvanlardan, kuşlardan, ağaçlardan, çiçeklerden, bitkilerden ve topraktan sevginin sırrını öğrenmişti. Muhayyilesi güçlüydü. İnsana özgü en yüksek idealler onda vücut bulmuştu.”[1]

Manuşyan 1925 yılında abisiyle birlikte Cünye'den Marsilya'ya gitmek üzere yetimhaneden ayrılır. Şöyle yazıyor Akdeniz'de Batı'ya doğru yol alırken: “Arkamda kaldı doğayla besli çocukluk yaşlarım / ve sefaletle, yoklukla dolu yetim günlerim / delikanlıyım, sarhoştur başım defter kitapla / olgunlaşmaya gidiyorum ben hayat yoluna / arzularım sonsuz ve şu deniz gibi uçsuz bucaksız. / tarifsizdir hem de sihri misali şu karanlığın / bilgelik nuru sanat şarabı içmektir meramım / ve hak etmektir yaşam kavgasından çelenkler eşsiz.”[2] 

O dönem Ermeni yetimhaneleri, Fransa burjuvazisi için çoğunlukla 'ucuz işçi pazarı' olarak görülmektedir. Manuşyan'ın Fransa hayalleri de geçim kavgasıyla karşı karşıyadır artık. Cünye'de marangozluk konusunda bir eğitim almıştır ve burada bir süre bu mesleği sevmeden yaparak tutunmaya çalışır. Ta ki Paris'e gidene kadar... 

Manuşyan abisiyle birlikte Paris'e taşındıktan sonra araba fabrikasında torna işçisi olarak çalışmaya başlar. Bu süreç onun hem kavgasını hem de sanatını şekillendirir. Makineler, sömürü, ırkçılık... Kendi deyimiyle fabrika, 'işçilerin psikolojisini, dertlerini, umutlarını anlamayı mümkün kılan bir okuldur'. Zorlu geçim kavgası sürerken, kısa bir süre sonra, abisi genç yaşta hayatını kaybeder. Acının üstesinden gelemeden, göçmen olduğu için işten çıkarılır. Gündelik işlerle kıt kanaat geçinmeye çalışırken bir yandan Keğam Atmaciyan (Séma)[3] ile edebiyat dergileri çıkarmaya başlar.

Çok geçmeden Manuşyan, adaleti arayışını, komünist mücadelede bulur, Fransız Komünist Partisi'yle tanışır. Aynı dönemde Fransa'daki Ermenilerin, Sovyet Ermenistanı'na yardım çalışması yapan HOG[4]  ile faaliyet yürütmeye başlar -ki burada müstakbel eşi ve yoldaşı Meline Manuşyan ile tanışacaktır. Bunların haricinde göçmen işçiler arasında çalışmalar yürütür, yayınlar çıkartır. Manuşyan'ın bir diğer yeteneği ve tutkusu anti faşist mücadelede kendini gösterir. İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilere çeşitli yardımlarda görev alır, ancak kadro yetersizliğinden dolayı parti müsaade etmez. Almanya'da Nazi iktidarının gün geçtikçe sivrilmesiyle birlikte Manuşyan da parti içindeki sağlam anti faşist tutumuyla dikkatleri üzerinde toplar.

Mélinée Manouchian,

Bir Özgürlük Tutsağı, Manuşyan / 

Aras Yayıncılık, Çev: Sosi Dolanoğlu

Burada Ermeni Soykırımı ve İkinci Dünya Savaşı ile ilgili küçük bir parantez açabiliriz. Zira bu konu Manuşyan'ı anlayabilmek için de oldukça önemli. Denklem oldukça basit, 1915 yılında Almanya, Osmanlı Devleti'nin müttefikiydi ve olan bitene ses çıkartmayan bir özneydi. 1930'lu, 40'lı yıllara gelindiğinde dünya üzerindeki Ermenilerin çoğu bu ilişkiyi oldukça taze bir şekilde hatırlıyordu. Dolayısıyla Almanya'ya, üstelik Nazi Almanya’sına karşı ilk bombalı saldırı eyleminden sonra Manuşyan'ın eşine söylediklerini aktarabiliriz:

Biliyorsun, hiçbir durum ya da duygu öyle birdenbire ortaya çıkıvermez; az çok uzun bir geçmiş yatar bunun arkasında daima. Aklıma gelen ilk görüntü, Birinci Dünya Savaşı sırasında ölen babamınki ve çok geçmeden açlıktan ölen anneminki oldu. Mezarlarından çıkıyorlarmış hissine kapıldım gerçekten de. İntikamın suretine bürünmüşlerdi. Harekete geçmem gerektiğini söylüyorlardı bana (...).[5]

Çok geçmeden beklenen savaş kapıya dayanır. Manuşyan da cepheye gönderilir. Ancak Almanların ciddi bir direnişle karşılaşmayıp Paris'in inanılmaz bir hızla Nazilere teslim olması üzerine bu macerası kısa ömürlü olur. Cepheden döndüğünde fabrikalarda çalışır. Ülke Nazi işgali altındadır ancak yerli işbirlikçi yönetimin keyfi yerindedir. Naziler, Fransa'ya doğrudan şovenizm ve ırkçılık ithal etmemiş; aynı zamanda ırkçı potansiyelin dışarı çıkmasına olanak vermiştir.

Naziler Sovyetler Birliği'ni işgal edince partizan mücadelesi Avrupa'nın pek çok noktasında olduğu gibi Fransa'da da filizlenir. Elbette komünistler gibi Gestapo da bu dalganın büyüyecek olduğundan haberdardır. Diğer pek çok komünist gibi Manuşyan'ın da evi derhal basılır ve bir süre cezaevinde kalır. Ancak 'komünist olduğu konusunda delil yetersizliği' nedeniyle serbest bırakılır. Artık Fransa’da koşullar partisi için farklı bir mücadele alanını dayatınca tarih, bu duygusal şairden bir savaşçı yaratır. Manuşyan verilen askeri görevleri başarıyla yerine getirir. Planlanan el bombalı ilk saldırı deneyimini büyük bir cesaretle karşılayan Manuşyan çok geçmeden daha büyük sorumluluklar alır, yüzlerce partizan kontrolündedir.

Son olarak iki Nazi subayına yapılan suikastlar büyük ses getirir. İşgal yılları suikastlar, bombalı saldırılar ve sabotaj eylemleriyle sürüp gider. Manuşyan yeraltı hayatı yaşamaya alışkındır. Bu nedenle çember daralsa kolayca yakalanmaz. Ancak Manuşyan'ın faşistlerin eline geçişi çok trajik, fakat bir o kadar da Manuşyan gibi bir şair-savaşçıya yaraşır cinstendir.

Partizan grubu içerisinden bir itirafçı çıktığına dair şiddetli bir şüphe vardır -Manuşyan'ın son mektubundan yola çıkarak kendisinin de bu görüşte olduğunu çıkarabiliriz. Son eylem için buluşma yeri ve zamanı belirlenir. Manuşyan bunun bir tuzak olduğunu fark ettiğini eşine son gece anlatsa da gizli güvenli evler dolayısıyla diğer yoldaşlarını uyaracak durumda değildir. Elindeki tek bilgi ertesi sabah olması gereken yerdir. O halde karşısına iki seçenek çıkar: Ya kaçıp hayatını kurtaracak, ancak böylece davasından da vazgeçmiş durumuna düşecektir. Ya da arkadaşlarını kurtarmak için çok küçük bir ihtimali zorlayacaktır, başka bir ifadeyle sabah yatağından kalkıp ölüme gidecektir. Tahmin etmesi zor bir ağırlığın Manuşyan'ın aklını ve duygularını ezdiği anlarda yanında olan eşi o geceyi şöyle anlatıyor:

“İşin acı yanı, polisin kesinlikle büyük bir pusu hazırlığında olduğunu bilen tek kişinin o olmasıydı. Fakat diğerlerini uyarması kesinlikle imkansızdı. Yapabileceği tek şey, korktuğumuz başımıza gelmeden yoldaşları uyarmak umuduyla -fikrimce çılgınca bir umuttu- belirlenen saatte buluşma yerinde hazır bulunmasıydı. Bir çözüm yolu daha vardı: Belirlenen yere gitmemek. Fakat böyle bir şey söz konusu olamazdı. Bunu yaptığı takdirde, Manuşyan'ın bir firari, hatta bir hain olarak görüleceği hemen hemen kesindi. Bu da onu ölümden daha çok korkutuyordu. (...) Ertesi gün uyandığımda, saat yediyi geçiyordu. Manuş gitmişti. Onu bir daha görmedim.” [6]

Tüm yoldaşları tutuklanmış olan Manuşyan, ihanetlere rağmen grubun lideri olarak, kimsenin kolay kolay taşıyamayacağı sorumluluğu alır, ertesi gün buluşma yerine gider gitmez yakalanır. Yargılama süreci 'kavruk yabancı katilin yakalandığı' şeklinde Fransız medyasında yer bulur. Tahmin edilebileceği üzere, 150 Nazi ve işbirlikçinin ölümünden sorumlu tutulan Manuşyan, yoldaşları gibi ağır işkencelerden geçer. Mahkemedeki tavrında hiçbir şeyi inkâr etmez, af dilemez ve tarihe onurlu duruşuyla geçer.

Üç aylık tutsaklık süresinin ardından mahkeme resmen ölüm cezasını açıklamadan önce Manuşyan son konuşmasını yapar. Salonda bulunan Nazilere dönerek şunları söyler: “Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi, rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim.” Sırada Manuşyan'ın konuşmasındaki asıl hedef olan Fransızlar vardır: “Fakat size gelince, sizler Fransız'sınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız.”

Manuşyan ölmeden saatler önce eşine bir mektup kaleme alır:

“Canım Meline'm, sevgili küçük yetimim,

Birkaç saat içinde, artık bu dünyada olmayacağım. Bugün öğleden sonra 15.00'te kurşuna dizileceğiz. Başıma gelen bir kaza gibi bu. İnanamıyorum ama yine de seni bir daha göremeyeceğimi biliyorum.

Sana ne yazabilirim? Kafamda her şey karmakarışık, aynı zamanda da çok açık. Gönüllü asker olarak Kurtuluş Ordusu'na girmiştim, Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum. Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının Özgürlüğünün ve Barışının güzelliğini tadacaklara ne mutlu. Fransız halkının ve tüm özgürlük savaşçılarının hatıramıza gereğince saygı göstereceklerine eminim. Ölüm bunca yaklaşmışken ne Alman halkına ne de başka bir kimseye kin duymadığımı ilan ediyorum; herkes layık olduğu cezayı ve mükâfatı bulacak. Alman halkı ve diğer bütün halklar, çok sürmeyecek olan savaşın ardından barış içinde ve kardeşçe yaşayacaklar. Ne mutlu onlara... Seni mutlu edemediğim için derin bir pişmanlık duyuyorum. Bir çocuğumuz olsun isterdim, senin hep istediğin gibi. Onun için senden ricam, savaştan sonra muhakkak evlenmen, beni mutlu etmek ve de son arzumu yerine getirmek için bir çocuk yapman. Seni mutlu edebilecek biriyle evlen. Neyim var neyim yok hepsini sana, ablana ve yeğenlerime bırakıyorum. Savaştan sonra karım olarak savaş dulu aylığını bağlatabilirsin, zira Fransız Kurtuluş Ordusu'nun nizami bir askeri olarak ölüyorum.

Hatıramı yaşatacak dostların yardımıyla, okunmaya değer şiirlerimi ve yazılarımı bastır. Anılarımı, mümkünse, Ermenistan'daki akrabalarıma ulaştırırsın. Birazdan 23 yoldaşımla birlikte, vicdanı rahat bir insanın dinginliği ve cesaretiyle öleceğim; zira kişisel olarak hiç kimseye kötülük etmedim, ettimse de kin ve nefret duymadan ettim. Bugün hava güneşli. Güneşe ve ona, sevdiğim güzelim tabiata bakarak hayata ve sizlere, sen çok sevgili karıma ve çok sevgili dostlarıma veda edeceğim. Bana kötülük eden veya kötülük etmek istemiş olan herkesi affediyorum, kendi postunu kurtarmak için bize ihanet edenle bizleri satanlar hariç! Seni ve ablanı, beni uzaktan veya yakından tanımış tüm dostları sıkıca kucaklıyor ve göğsüme bastırıyorum. Elveda. Dostun, yoldaşın, Kocan.

Manouchian Michel djanigıt [Ermenice 'cancağız']

Hamiş: Plaisance Sokağı'ndaki bavulda 15 bin frankım var. Alabilirsen borçlarımı öde, kalanını da Armen'e ver. M. M.”[7]

[1] Mélinée Manouchian, Bir Özgürlük Tutsağı, Manuşyan, Syf 35 (Aras Yayıncılık, Çev: Sosi Dolanoğlu)

[2] Çeviri: A. Margosyan

[3] Samsun doğumlu bir Ermeni yetimi olan Atmaciyan, II. Dünya Savaşı sırasında Belçika cephesinde, henüz 30 yaşındayken hayatını kaybedecektir.

[4] Hayasdani Oknutyan Gomide (Ermenistan'a Yardım Komitesi)

[5] Aynı eser (Sayfa, 74-75)

[6] Aynı eser: Syf 96, 97, 98

[7] Aynı eser: Syf 133-134

Tüm yazılarını göster