Müsilajın suçu ne?

Müsilaj aslında derin bir sorumsuzluk filmidir. Bu hali ile biterse perde indiğinde herkes gözyaşına boğulmakla kalmayacak.

Önder Algedik oalgedik@gazeteduvar.com.tr

Müsilaj, yani deniz salyası bir film olsaydı, filmin son sahnesinden önce ortaya çıkan ama hiçbir suçu olmayan bir kahraman olurdu. Senaryosu Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye’sinden esinlense başka, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü romanından uyarlansa başka bir havası olurdu. Ama nereden uyarlanırsa uyarlansın, senaryoyu kim yazarsa yazsın, filmin dokuz tane başrol oyuncusu olurdu ve sonuna kadar bizlere “ne kadar iyi insanlarmış” diye anlatılırdı. Bu oyuncular; temizlik adı altında petrol türevi kimyasalların bol kirlilik ile doğaya karışmasında zerre sorumluluk almayan o temiz yüzlü deterjan şirketi patronu; insanların idrarını denize döktürüp kendisi üre ithal eden gübre fabrikası patronu; Marmara’nın dibi çöplüğe çevrilirken atık geri dönüşümünün çökertilmesine sessiz kalan atık patronu; ve onların kardeşi olan “ama depozito gelmesin” diyen ambalaj patronu; bolca kimyasal üretip, ürünleri ile dünyayı, üretimleri ile çevrelerini kirleten petrokimya kompleksleri sahipleri; denize sıcak su bırakmayı marifet sayan termikçiler; “abi bize elek, boru, hafriyat ve beton işi ver, arıtma ile uğraştırma Allah'ını seversen" diyen o açıkgöz müteahhit; Marmara çevresini betona boğdukça zevkten gerinerek purosunu tüttüren çimentocu ve halkı cahil, doğayı da savunmasız görerek parasına para katan o acımasız siyasetçiden oluşurdu. Bunlar her sahnede ülke için ne kadar iyi yatırım yaptıklarını anlatır, son sahneden önce, müsilaj görününce diğer sekizi sesini kesip o birinin, yani siyasetçinin arkasına saklanırdı. İşte o sahne çok şeyi anlatırdı.

“Müsilajın Suçu Ne?” filmi 50 yılımızı anlatan bir film olurdu herhalde. 70’lerde doğru arıtma önerisinin, 80’lerde itirazlara rağmen yarım arıtmaya ve hatta kolu kanadı kırık, yani “biyolojik ve kimyasal arıtma olmadan yapalım” diyenler ve ona karşı çıkan bir avuç vicdanlı insanın hikayesi olurdu bu. Sonra 1994’ten itibaren İSKİ ile başlayan “derin deniz deşarjı” hastalıklı projelerinin İstanbul’da patlaması ve sonrasında Ege, Akdeniz ve Karadeniz’e bulaştırılıp Anadolu’nun ücra köşelerinde kanalizasyonu dereye veya çayırlara boşaltmak gibi uygulandığını görürdük. Derken 2007’de, filmin son yarım saatinde belki, ilk müsilajın ortaya çıkışını izlerdik.

Müsilaj üç atık; kanalizasyon atıkları, katı atık, yani çöpler ve denize boşaltılan sıcak su, yani termal atığın farklı ölçeklerde ve rollerde etki ettiği kümülatif bir sonuç. Yani müsilajın zerre günahı yok ve hatta çok iyi bir şey. Başta azot ve fosfor patlaması ile bunun bir grup canlı için çekilmez bir deniz olması anlamına gelirken, fitoplanktonlar için zengin bir besin kaynağı. Tabii çoğalan fitoplanktonların ölmesi ile ortalık müsilaj ile kaplanıyor. Bir anlamda bu kentsel kirliliği ve oksijensiz denizi dengeliyorlar. Onlara laf etmek yerine, minnet duymalıyız. Çünkü siyasetin yapmadığı şeyi yapıyorlar.

MÜSİLAJIN ARİTMETİĞİ

Şehircilik Bakanı son günlerde Türk kahvesinin köpüğünü alır gibi deniz yüzeyinden müsilajın toplanmasını politika olarak sunuyor. Her gün kaç milyon metreküp kanalizasyon döktüklerinden değil, kaç yüz metreküp müsilaj topladıklarından haber veriyor. Tıpkı filmde olduğu gibi. Hatta en son 11 günde 4 bin202 metreküp müsilajı topladıklarını ilan bile etti.

Müsilaj toplama rekabeti öyle bir hal aldı ki, İBB de bu topa girdi. “İBB, müsilaj temizliğinde Türkiye’deki en güçlü kurumdur. NOKTA” tweeti herhalde tarihe geçer ve mutlaka filmin bir yerinde görülmeli.

Bu iki tweet bile ülkenin kamu politikasının özeti gibi. Bilimi, aklı, mühendisliği yok sayan, halkı aptal yerine koyan, basit bir matematik işleminden bile uzak bir tartışma. 11 bin 500 kilometrekarelik Marmara Denizi’nin yaklaşık 25 metre altında kalın bir müsilaj tabakası var ve bu tabaka dışında da denizin altında göz gözü görmüyor. Sadece on santimetre kalınlığında bir müsilaj tabakasını temizlediğimizi düşünsek tam 1 milyar 150 milyon metreküp müsilaj çekilmesi gerekiyor. 11. günde bakanlık 356 m³ çekti ise, bu hızla denizi 8850 yılda temizleyebiliyoruz. Hem de hiçbir atığı denize boşaltmadan. Bu kaba hesap bile 12. sınıf matematiğinden terk bir siyasetimizin olduğunu gösteriyor.

JÖNÜMÜZ SİYASETÇİLER!

Bu konu halkın gündemi oldukça, başroldeki diğer sekiz kişinin siyasetçilerin arkasına geçtiğini filmde de görüyoruz. Zaten önce 1 Haziran’da verilen “müsilaj araştırma komisyonu” önerisini Meclis Genel Kurulu’nda reddettiler. Sonra 10 Haziran’da bu sefer beş partinin 10 önergesi yine beş partinin oybirliği ile kabul edildi. 12 Haziran günü bu karar Resmî Gazete’de çıkarken, 13 Haziran günü fantastik bir şey oldu ve Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu genelgesi Resmî Gazete’de yayımlandı. 15 Haziran günü ise yapılan açıklamalardan bakanlığın hiçbir çalışmasının olmadığını, bakanlığın geçmişte yaptığı ve resmi ortaya koyan çalışmaları dikkate almadığını, görevlerini ise yerine getirmediğini gördük. Hatta Bakan’ın “Koordinasyon Kurulu içinde 14 alt çalışma grubu kurduk. Bunlar noktasal kaynaklı kirliliğin tespitiyle ilişkili ki bu kirlilikleri tespit edeceğiz” diyerek bakanlığın bu görevlerini yerine getirmediğini öğrenmiş olduk.

ÇEVRE BAKANI HULUSİ KENTMEN!

1976 yılında gösterime giren, başrollerde Selma Güneri ve Cüneyt Arkın’ın rol aldığı Tuzak filminden bir sahne bu aralar dolaşımda. O sahnede Hulusi Kentmen Ayvalık Belediye Başkanı olarak sekiz sektörün değil, halkın siyasetçisini canlandırıyor. Kaderin cilvesine bakın ki, bu filmden 41 yıl sonra Ayvalık Derin Deniz Deşarj tesisi 17 Mayıs 2017’de işletmeye alınıyor. O sahneye bugün baktığımızda, Hulusi Kentmen’in asıl çevre bakanı olması gereken kişi olduğu düşüncesi akla geliyor.

MÜSİLAJ TAŞIYOR!

Deniz salyası tabandan koptukça yüzeye çıkıyor ve Karadeniz akıntısı ile şimdilerde Çanakkale'den Ege Denizi’ne doğru akıyor. Yani Marmara’nın müsilajı taşıyor! Hatta Ege’de bunun ötesinde farklı tür plankton patlamasının yaşandığı bilgisi de gelmeye başladı.

“Müsilajın Suçu Ne?” aslında halktan oy isteyerek halk için değil, diğer sekiz kötü insan için çalışma şevkine sahip jönün filmidir. Eğer film böyle devam ederse, yönetmen bu sekizli çetenin değil, müsilajın peşinde koşarsa filmin sonu çok tanıdık bir kare ile bitecektir. Orada da, masanın üstünde duran ve tabutuna son çivisi çakılmış Marmara Denizi ve yanına uzanmış ve arkadan hançerlendiği belli olan Karadeniz’i göreceğiz. Çünkü çöplük olarak kullanılan ve iki çıkışı olan Marmara, tek çıkışı olan Karadeniz’i tıkamış, onu da boğmuş olacaktır.

Müsilaj aslında derin bir sorumsuzluk filmidir. Deterjan, ambalaj ve gübre şirketleri, atık sektörü, petrokimya endüstrisi, termik santraller, çimento şirketleri, altyapı müteahhitleri ve bütün bu sermaye gruplarına çalışan siyasetin yarattığı küresel bir ekolojik yıkım filmidir. Bu hali ile biterse perde indiğinde herkes gözyaşına boğulmakla kalmayacak. Ama son anda kırka yakın filmde doktor rolü oynamış Ekrem Dümer girer sahneye. Bir anda doğru ilacı verir. Odadakilere seslenerek “şimdilik kurtardık ama hastaya bir şey değil, çok şey dokunmuş” der ve dokunanların listesini uzatır. Kamera yaklaşır listede kanalizasyon, çöpler, termal kirlilik ve siyasetçi yazılıdır. “Bunlardan uzak duracak” der. Bir liste daha uzatır. Listede “kapatılacaklar” diyerek Ergene Derin Deniz Deşarjı, termik santraller, arıtmasız tesisler, “yasaklanacaklar” diye yanına deterjan yazılmıştır ve “durdurulacaklar” denilerek ön arıtma ve derin deniz deşarjı yazmaktadır.

Filmde Ekrem Dümer kimdir aslında? Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'yla Kültür Bakanlığı'nın verdiği Onur Ödülü'nü aldıktan sonra hayata gözlerini yuman Ekrem Dümer midir? O ödülü almak için hasretle bekleyen büyük oyuncu mudur? Yoksa bu filmin finalini yazacak kitleler midir? Soru da bu aslında.

- SON-

Tüm yazılarını göster