Murat’ı beklerken

Murat Özyaşar’a ben iki cihanda şahidim. Umarım bize bunu çektirenler de iki cihanda birbirine şahittirler.

Mehmet Said Aydın msaydin@gazeteduvar.com.tr

Hayatımda bir perşembe gününü bunca az beklemişimdir. Belki askerlik terhisi, belki ilkokul mezuniyeti, belki nikâh.

O cumartesi sabahından bu yana kolumda yelkovanı düşmüş bir saat var. Çalışıp çalışmadığına bakmıyorum bile. Kaçı kaç geçiyor, onu da merak etmiyorum. Perşembe bekliyorum. Nikâh hediyesiydi Murat’ın, Kadıköy’de koluma takmıştı. Kahverengi kordonu var.

Beraber Cansever’i dinlemiştik bir gece. O gecenin ses kaydı da var. Açıp dinlemeye kalktım birkaç defa, yapamadım. Bir yandan da, her şeyi hep büyütüyorum ya, bunu da mı büyütüyorum deyip durdum kendime, deyip durdum.

Newroz günü dehşetli yağmurdan kaçıp bir dulda bulmuştuk. Bilgisayarı kullanabileceğim bir yer arıyorduk. Bir amcanın yanına oturdum güç bela. Yazıyı bitirdim, yolladım. “Düşün,” dedi Murat “yanındaki amca bilgisayara eğiliyor, sana ‘Üslup heval!’ diyor, şaşırır mısın?” Epeyce güldük bu ânı yaşamışız gibi. O amcaya hikâyeler yazdık kafamızdan. Güneş açmıştı Diyarbakır’da artık. Cumartesi sabahından bu yana pek gülemiyorum. Gülemiyoruz diyorum anca kendime.

Yedek subaylık sınavına girecektim. Bir başıma gideyim dedim. Hem Murat’la Kemal’i de ararım, Kaçakçay’da otururuz, belki akşamında Ben û Sen’e bile gideriz. Kopkoyuydu hava. Baba evinde kaldık akşam Murat’ın. Ne yaptı ne etti, yazdıklarımın bir kitap olduğuna ikna etti, yollattı o e-postayı bana. Onun bilgisayarından yollanan dosya, sonradan kitap oldu. Bunu birkaç defa dost meclislerinde anlatmaya yeltendim, konuyu kapattırdı mahcubiyetle.

Ayna Çarpması’nı ikimizin anadiline çeviriyorduk Süleyman’la her yerine nedense halı serdiğimiz o evde. Gıyabında ona çok kızıyorduk Türkçeyi bu kadar zalim bir ustalıkla kullandığı için. Çevirirken göbeğimiz çatlıyordu çünkü. Sonra çıktı o kitap, adı Bîr oldu tevriyeyle; hem kuyu, hem hatırlamak. Şimdi yaptığım da o değil mi? Cumartesi sabahından bu yana içinde kıvrandığım çaresizlik kuyusunun içinde hatırlamak hali. Umutsuz değil asla. Mavi, üstelik. Deyip durdum kendime bunu da, deyip durdum kendime.

Sonra Mavi Lorîn doğdu. Hastanenin önünde çay üstüne çay içtik. Dünyanın en güzel çayı gibi bir çaydı, çaylardı onlar.

Daha çok şey denir denmesine de, şu perşembe geçsin hele. Mavi kahkahalar bizi bekler önünde sonunda. Üst katta Cansever, alt katta biz hep beraber ve kolumuzda birer saat –şimdilik Sibel’in kolunda olan o saat.

Murat Özyaşar’a ben iki cihanda şahidim. Umarım bize bunu çektirenler de iki cihanda birbirine şahittirler. Diyorum şimdi kendime. Şimdi kendime onu diyorum.

Tüm yazılarını göster