Memlekette deliliğin ihmal edilmiş tarihi

İstanbul’da eskilerden bir geceyarısı… 3 Kasım 1873. Temiz fanilalar giydirilmiş 350 akıl hastası, ellerinde meşalelerle Süleymaniye’den Sirkeci’ye indirildi. Oradan kayıklarla Üsküdar’a geçtiler. Yokuş yukarı vurup kendilerini Toptaşı’na, o günden sonra kalacakları yeni mekânlarına attılar. Türkiye’de deliliğin de deliliğe yaklaşımın tarihi de işte o geceyarısı değişti. Tıp tarihçisi Fatih Artvinli, ‘Delilik Siyaset ve Toplum - Toptaşı Bimarhanesi’ kitabında bu ihmal edilmiş tarihi anlatıyor.

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

“Gel” dedi. “Seni çok ilginç bir yere götüreceğim.”

Yirmi yıl geçmiş üstünden…

Üsküdar sabahı. Soğuk. Avareyiz. Bin yıllık dostum Fatih’le bir aşağı bir yukarı dolaşıyoruz.

Götürsün tabii. Fatih ilginç dediyse ilginçtir. İlginçlikleri bulma, bulmak ne kelime mıknatıs gibi üstüne çekme, tecrübe etme gibi bir huyu var. Hep vardı. Kendisi de ayrıca ilginçtir.

“Gidelim abi, ne işimiz var zaten.”

Gelmişiz meğer. Boş boş yürüyormuş gibi yolu sağa sola vurarak, bizi yokuşlardan indirip çıkartarak, parklardan bahçelerden geçirerek, çaktırmadan bir rota tutturmuş Fatih.

Bir köşeyi daha döndük; “işte burası” dedi.

Bir eski yapı. Daha önce gördüğümü sanmıyorum. Gördüysem de dikkat etmemişim; önünden yürüyüp gitmişim.

Toptaşı eski hali

Boş boş baktığımı görünce, “Toplumsal tarihimizin en önemli yapılarından birine bakıyorsun” dedi. “Hatta yapıtaşlarından birine.”

Eh, bina da taştan zaten. Üsküdar’dayız; sağımız solumuz böyle yapılarla dolu. Bu da onlar gibi zarif. Güngörmüş. Ama yorulmuş da, belli. 

“Burası” dedi Fatih. “Meşhur Toptaşı Bimarhanesi.”

“Bimarhane” sözcüğünün ne anlama geldiğini bilmiyorum. Meşhurluk da benim için su götürür. Toptaşı’ndayız; bir tek ona hâkimim. Burada bir cezaevi yok muydu sahi? Gerisi boş küme.

“Yani?”

“Yani” dedi Fatih, onda hiç sırıtmayan bir bilgiçlikle; “burası bizim modernleşme tarihimizin aynası; akıl hastanelerinin yükseldiği çağda burası Osmanlı’nın akıl hastanesiydi.”

Hah şimdi oldu. Birazcık bildiğim sular… Akıl hastaneleri, Foucault, kapatılanlar, gözleyenler, kenara ayrılanlar, uyumlular, uyumsuzlar. Ama ne yalan söylemeli, ben bizde Bakırköy’den öncesini bilmiyordum. Sanki ezelden beri o varmış gibi geliyordu. Bir hastane daha mı varmış?

Varmış…

***

Fatih belli ki bu ‘bimarhanenin’ sadece cephesini gösterip dönecek değildi. Sağa sola bakındı biraz. “Girebilir miyiz acaba” diye bir kafasını kaşıdı.

Baktık, cümle kapısı aralıktı.

Sanki hemen kapanabilirmiş gibi hızla içeriye seğirttik. Solda, kapalı alanda bir bekçi. Elinde çayı, önünde gazetesi, sıcakta, mutlu. Ayaklarının dibine koca bir köpek kıvrılmış yatıyor. Bir biz fazlayız orada. Her halimizden de avarelik akıyor.

O bir şey demeye kalmadan,

“Geçen hocamızla gezmiştik” dedi Fatih. “Benim bazı notlar almam gerekiyor, hangi oda nerede, bir plan çıkartacağım, bu arkadaşımız da mimarlık tarihi öğrencisi, stajyer, yardım ediyor.”

Buna benzer bir sürü birbirinin kuyruğuna değmeyen lafı sıralayınca, bekçi sıkıldı bizden, “hadi buyurun” der gibi eliyle işaret etti, çayına gazetesine döndü. Bir başına bekleyen binaya birileri gelmiş, kovalasın mı yani?

Kovalamadı. İçeriye girdik.

Bir başka hayat vardı içeride. Avlusuyla, ağaçlarıyla, taşlarıyla mühürlenmiş zaman.

Meğer Fatih bu zamanın üzerinde çalışmaya başlamış. Bulabildiği her şeyi okumuş. Çok da malzeme yokmuş zaten.

Malzeme az ama bu büyük avluya, avluyu çevreleyen odalara, taşlara sinmiş başka hayatlar var… Geçmişin hayaletleri. Acılar, zorluklar, tuhaflıklar…

Delilik Siyaset ve Toplum: Toptaşı Bimarhanesi 1873-1927, Fatih Artvinli, 432 syf.,Telemak Yayınları, 2022

O gün tek bir bekçiyle dışarıya karşı savunulan, dışarıdan saklanan bir dünya. Hep böyle olmuş. Saklanmış. Türkiye’de modernleşmenin yolları çatallanan bahçesi. Acıların bahçesi. İç içe girmiş hikâyeler…

Burada bir akıl hastanesi mi varmış?

Varmış.

İşte onun tarihini, o gün beni zamanın dışında kalmış bu avluya götüren dostum, bugün Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden, tıp ve psikiyatri tarihini en ücra köşelerine, koridorlara sızan ecza kokusundan, akıl hastalarının boynundaki zincirlere kadar bilen Fatih Artvinli yazdı.

***

‘Delilik, Siyaset ve Toplum - Toptaşı Bimarhanesi (1873-1927)’, Acıbadem Üniversitesi’nde tıp tarihi ve etik alanında çalışan Artvinli’nin bu detaylı monografisi 2013’te, Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım atanmasıyla başlayan süreçte bugün artık kapanmış olan Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından basılmıştı. Genç yayınevi Telemak, piyasada artık bulunmayan kitaba şık bir onuncu yıl baskısı yaptı.

Bu yazıda bu kitabı ele alacağım ama önce kısa bir terminoloji turu atalım.

Arkadaşım Artvinli bana daha yirmi yıl önce, o gün anlatmıştı: ‘Bimar’, Farsça’da hasta demek. ‘Hane’yi zaten biliyoruz, ev. Demek ki bimarhane de aslında hastahane.

Osmanlı’da tıpkı ‘darüşşifa’ gibi bu sözcük de genel olarak hastane anlamına geliyormuş. Yalnız, on dokuzuncu yüzyıl dönemecinde, eski bimarhane/darüşşifa yapıları artık sadece akıl hastaları için kullanılmaya başlanınca, bimarhane sözcüğü de genel hastane tanımından çıkmış ve delilerin konduğu, muhafaza edildiği yerin karşılığı haline gelmiş.

Toptaşı Bimarhanesi üstte kadınlar kısmı ve kadınlar koğuşu, altta avluda gezinen erkek hastalar.

Daha seyrek olmak kaydıyla, ‘tımarhane’ de deniyor Osmanlı’da. O da Farsça, ‘bir hastaya bakma’ anlamındaki ‘timar’dan geliyor. Ya da ‘melce-i mecanin’, yani ‘delilerin sığındığı yer.’ Bu hastanelerde muhafaza edilenlere ise ‘mecnun’ (cinnet geçiren) ‘meczup’ (cezbeye kapılan) ya da ‘deli’ denmiş.

Hastaların tutulduğu, muhafaza edildiği yer… ‘Tedavi edildiği’ yer, değil mi? Her zaman değil.

Tutulma, kapatılma demişken; Toptaşı’nın bizde en çok bilinen günleri, 1940-1977 arasındaki ‘cezaevi’ döneminden. Ünlü konuklarının anıları çok nakledildi. Ama o bambaşka bir hikâye...

Biz biraz daha geçmişe gidelim…

Artvinli’nin kitabından öğreniyoruz: O gün avlusunda durup hayran hayran göz gezdirdiğimiz yapı, Atik Valide Külliyesi’nin bir parçası olarak; mektebi, medresesi, imareti, mutfağı ve nihayet darüşşifasıyla beraber Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmişti (1570-1579). Yaklaşık iki yüz yıl kadar böyle hizmet verdikten sonra, Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasıyla kışlaya çevrilmişti. Zaman içinde bir askeri hastaneye dönen bimarhane, bir müddet muhacirlerin tedavisinde de kullanılmış, 1865’teki kolera salgını sırasında da hizmet verdikten sonraysa askeri depoya dönüştürülmüştü.

Derken bir geceyarısı 350 delinin oraya ‘sığınmasıyla’ bir akıl hastanesi haline geldi…

Sonrası tarih.

***

Toptaşı Bimarhanesi, bir grup erkek hasta

Türkiye’de deliliğin ve akıl hastanelerinin tarihi…

Az yazılmış, az bakılmış bir konu. Az yürünmüş bir yol. Bizde psikiyatri tarihi külliyatı yeni yeni oluşuyor. İhmal edilmiş bir alan.

Kitaptan öğrendiğimize göre, Osmanlı’da ‘delilerin’ kendisi de ihmal edilmiş zaten. Evvela bir hastanede bakılacak kadar önemsenmemişler; ‘hastane’ aşamasına gelenler ise horlanmış, ihmal edilmiş, kapatılmış, oradan oraya sürülmüş.

Batı’da akıl hastaneleri hızla çoğalırken, bu tür ‘modern’ yapıları genelde oradan devralan Osmanlı’da akıl hastanelerine yüz verilmemesi ilginç. İkinci Meşrutiyet’e dek bu tartışmaya pek girilmemiş bile. Deliler, çok kötü koşullardaki eski bimarhanelerde ‘muhafaza’ edilmiş. Bunun nedeni olarak, maddi koşullar da işaret ediliyor, delilerin çözüm listesinin hep sonunda olması da, düz ihmalkârlık da.

Bir olası neden de 2. Abdülhamit’in delilere dönük ‘alerjisi.’ Osmanlı’nın akıl hastalarının en çok onun döneminde unutulduğu, ihmal edildiği ve zulme uğradığı söyleniyor.

***

Bizim topraklarda bazı şeyler hiç değişmiyor.

Bizde hantal ve süreksiz yapıların, hikâyelerin kaderi hep tesadüflere bakıyor. Birkaç kişi çıkacak, isteyecek, değiştirecek.

Onlar varsa değişim var, yoksa yok. Tesadüfler…

Memleketin psikiyatri tarihinde bu tesadüfün adı Luigi Mongeri.

Luigi Mongeri... Mongeri ailesinden Gianni Lapenna’nın özel arşivinden

1839’da İtalya’dan gelen ve kendine Türkiye’de bir yaşam kuran, Osmanlı coğrafyasında askeri birliklerden karantinahanelere birçok yerde görev yapan hekim Luigi Mongeri nihayet kendini Toptaşı’ndan önceki ana bimarhane olan Süleymaniye Bimarhanesi’nde buluyor ve oradaki karşılaştığı ‘korkunç’ manzara sonucu kendini yıllar sürecek ıslahat çalışmalarına veriyor.

Artvinli’nin kitabı işte bu tesadüfü, bu çabayı, Mongeri’nin Türkiye’de kendinden sonra Mazhar Osman gibi isimlerle devam edecek modern psikiyatriyi kurmasını ve bu süreçte zavallı delilerin yaşadığı dertleri anlatıyor.

***

Nasıl dertler mi?

1838’de Osmanlı’nın delilerini ziyaret etmiş Amerikalı hekim Pliny Earle’yi dinleyelim:

“İlk pencereye kadar koridor boyunca yürüdük. Bu pencerenin korunduğu demir parmaklıkların arasından içerideki hazin hakikatin şeametinin bir işareti olan ağır bir zincir dışarı çıkıntı yapmış ve duvarın dış cephesine tutturulmuştu. Zincir yaklaşık altı ayak uzunluğundaydı ve diğer ucu kafeste pencere kenarındaki koltukta oturan hastanın boynunu saran ağır bir halkayla son buluyordu. Odaya girdik ve odanın diğer tarafındaki iki pencerenin yanında oturan ve benzer bir şekilde bağlanmış iki hasta daha gördük. İç karartıcı bir odaydı. Bu sefil yaratıklara konfor ve rahatlık adına sunulanlar elbiselerinin haricinde, su için bir testi ve her bir hasta için yere uzatılmış veya yerden çok çok birkaç santim yüksekte ve bir çift battaniye ile kaplanmış bir iki tahtadan ibaretti. Aralık ayının ikinci yarısı olmasına rağmen odada sobaları yoktu, ne de pencerelere cam takılmıştı; fakat her bir pencereye çok yakın kepenkler tutturulmuştu. Bu da havalar kötü gittiğinde içeridekilerin kısmen korunmalarını mümkün kılıyordu. Her bir hastanın zincirinin uzunluğu ancak rahatsız yataklarına uzanmalarına yetecek kadardı.”

Mongeri, işte bu manzarayı değiştiren hekim. Süleymaniye’yi Toptaşı’na taşıyan da o.

Mongeri’den sonraki yıllarda Toptaşı’nı da yöneten ama esasen Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıklarını Hastanesi’ni kurmasıyla bildiğimiz Mazhar Osman’a göre, delilerden zincirleri, laleleri, bukağıları ilk söktüren kişi, Osmanlı hekimi Mongeri. Değişimin mimarı.

Dr. İhsan Şükrü Aksel ile Dr. Ahmed Şükrü Emed, Toptaşı Bimarhanesi Anatomik Patoloji Laboratuvarı’nda öğrencilerle birlikte, 1920’li yıllar. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müze Koleksiyonu.

***

Değişim, filmlerde görsek inanmakta zorlanacağımız, müthiş dramatik bir sahneyle başlıyor.

Süleymaniye’deki koşullar artık dayanılmaz hale geldiğinde…  Mongeri, bir başka, daha iyi koşullardaki bimarhaneye, Toptaşı’na taşınma iznini nihayet kopardığında.

3 Kasım 1873, geceyarısı… Mongeri anlatıyor:

“350 erkek hastaya temiz fanilalar giydirip meşalelerle Sirkeci’ye indik, kayıklarla Üsküdar’a geçtik, oradan yukarı Toptaşı’na kendimizi attık.”

Tarihin en ilginç İstanbul gecelerinden biri.

***

Toptaşı Bimarhanesi hekimleri. (Soldan sağa) Dr. Ahmed Şükrü Emed, Dr. Necati Kemal Kip, ?, Dr. İhsan Şükrü Aksel. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müze Koleksiyonu

Memleketin psikiyatri tarihindeki ilk reform dalgası işte bu geceyle başlar. Mongeri, 1882’de hayatını kaybedene dek akıl hastalarının bakımının nizamnamelere bağlanması, modern tedavi usulleri getirilmesiyle uğraşır.

Ama bu dönem de uzun sürmez.

Her şey yine laçkalaşır. Bu yeni düşüşe tanıklığı yine tesadüfen öğreniyoruz. 1893’te tam da kolera salgını sırasında yazılan Osmanlıca bir evraktan. Salgından kısa süre önce Toptaşı’na ‘kapatılan’ Ali Enver isimli maarif müfettişinin notlarından… Teftişlerinde yolsuzlukları ortaya çıkardığı için muhtemelen ayak oyunlarına kurban gidip iki ay bimarhanede tutulan bu müfettiş, mesleği gereği Toptaşı hakkında rapor tutmaktan, oradaki görevlilerin bulaşıcı hastalıklar yaşanmasına yol açan, zaman zaman cana da mal olan usulsüzlük ve zorbalıklarını da kaydetmekten geri durmamış:

“Böyle bir yerde deliler şifayâb olmak şöyle dursun akıllılar bile bir müddet orada kalacak olsa mutlaka çıldırırlar.”

 ***

Ali Enver’in bu iki aylık ‘misafirliği’, 2. Abdülhamid döneminde.

Mazhar Osman

O dönemde, padişahın delilere ya da deliliğe özel bir alerjisi olduğu iddiasından bahsetmiştim.
Bu iddianın sahiplerinden biri de Türkiye’de bu alanın gelmiş geçmiş en ‘iddialı’ kişisi Mazhar Osman. Artvinli, ondan nakletmiş; ben de kitaptan buraya nakledeyim. Ama evvela bir hatırlatma: Malumunuz, 2. Abdülhamid, “akıl hastası” olduğu gerekçesiyle tahttan indirilen kardeşi 5. Murad’ın yerine geçmişti.

“Sultan Murad’ın cinneti meselesi padişahı otuz beş sene bir kâbus gibi, bir ‘idée obsédante’ gibi iz’aç etti durdu; onu hatırlatacak her kelimeden kuşkulanırdı. Hele ihtilali şuur kelimesi büsbütün turfa idi, hem ihtilal hem şuur. Delinin iyi olabildiğinden, iyileştiğinden bahsedilmezdi; çünki maâzallah Sultan Murad’ın da iyileşmesi hatıra gelebilirdi… Tabii böyle bir devirde bimarhanenin ne halde olabileceği tahmin olunabilir.”

***

Artvinli’nin eseri, çok az kısmını burada aktarabildiğim sayısız anekdotla dolu. Bimarhanenin yükselişi, düşüşü, tekrar yükselişi; psikiyatride yeni yorumlar, tedavide yeni teknikler,

Avni Mahmud Bey, Mazhar Osman gibi kurucu hekimler, devletin müdahalesi, siyasi yorumlar…

Tam da kitabın adındaki gibi. Delilik, siyaset ve toplumun iç içe geçtiği, beraberce bir hikâye kurduğu bin bir hal, bin bir hayat, bin bir hayal…

Delilik, siyaset ve toplum iç içe demişken… Bu tarif bugünü de anlatmıyor değil.

***

Toptaşı Bimarhanesi bugün Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi

Hastane, bimarhane, kışla, cezaevi, depo… Mimar Sinan’ın elinden çıkma yapı bugün artık bir üniversite. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin kampüsü.

Dolaşması daha kolay yani. Artvinli arada bir tıp ve tarih öğrencilerine bu eski ‘bimarhane’yi gezdiriyor. Hayal etmelerini sağlıyor.

Yirmi yıl önce bana anlattığı gibi…

Zaman akıp gidiyor mu, donmuş duruyor mu yoksa?

Tüm yazılarını göster