Kreş hakkı, kimin hakkı?

Ücretsiz kreş imkanı olmadığı için hayallerinden vazgeçen, akademik birikimlerini çöpe atan, kendini gerçekleştiremeyen kadınların sabırları da varoluşlarının en büyük sınaması oldu. Kreş hakkı çocuğun olduğu kadar kadının, kadının olduğu kadar erkeğin, erkeğin olduğu kadar toplumun hakkı… Bu sabır, bu varoluş sorunu, bu hak hepimizin…

Menekşe Tokyay meneksetokyay@gmail.com

Çocukluğunu anımsarken hatıra çekmecelerinde “kreş anıları” önemli yer tutan okurlarım beni biraz daha iyi anlayacaklardır.

Henüz birkaç aylıkken, çalışan bir annenin çocuğu olarak onun kucağında sabahın ilk ışıklarıyla kreş yollarına düşüp, anneme yeniden kavuşmak için mesai saatinin bitmesini bekleyen biriydim.

O dönemde bu rutin belki zaman zaman yorucu olabiliyor ve başka yaşamlara öykünmeme yol açabiliyordu. Ama yıllar sonra aslında kreşin bir yandan kadınların çalışma hayatına dört elle sarılmasında, bir yandan da çocukların sağlıklı gelişimi ve erken çocukluk eğitiminde ne denli kritik olduğunu anlayacak ve annemle bir kez daha gurur duyacaktım.

Oruç Aruoba der ya, “Yaşadığını, yaşadığın biçimiyle, yazıya dökemezsin, dökülür, gider… Yaşadığını yazamazsın. Yazdığın da, yaşadığın değildir.” Benim için de birkaç aylıkken başladığım kreş yaşantısı bu şekildeydi. Sonrasında yazdıklarım, yaşadıklarımın, deneyimlerimin, kazanımlarımın ve güzel anılarımın sadece basite indirgenmiş haliydi.

Bir çocuğun benliğini inşasında, eğitiminde, sosyalleşmesinde, özgüveninin artmasında, dil becerileri kazanmasında, yaşıtlarıyla birebir iletişim kurmasında ve hatta yaramazlıklarının dozunu ayarlamasında kreş deneyimi her şeyin üstünde gelir.

Kreş sayesinde çocuklar güvenebilecekleri yaşıtları ve yetişkinlerle karşılaşırlar; bilişsel zekalarının gelişimine yönelik aktivitelerle eğitimlerini desteklerler; ilkokul öncesi disiplin kazanırlar.

Kreş ortamında büyüyen çocukta aidiyet ve güvenlik hissi geliştikçe, kendine değer verip bir şeyler başarabileceği hissini doğuran kreş etkinliklerine katıldıkça, kendi yapabilirliklerini gördükçe rezilyansı da artar; onu hayatın sonraki aşamalarında bekleyen zorluklara karşı esneklik ve toparlanabilme becerisi geliştirir; ruhsal ve fiziksel açıdan dirençli bir kişiliğe bürünür.

Millet İttifakı ortak cumhurbaşkanı adayı ve Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim vaatlerinden biri, iktidara geldiklerinde 0-6 yaş arası her çocuğa ücretsiz kreş imkanı sağlanması. Zaten Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 28’inci maddesine göre 18 yaş altındaki her çocuk kaliteli eğitim alma hakkına sahip.

Bu konuda bir süredir dünya çapında titiz çalışmalar sürüyor ve başarı öyküleri ortaya konuyor.

Geçtiğimiz yıl ABD’nin New Mexico eyaleti, düşük gelirli sakinlerine ücretsiz kreş imkanı sağlayan ve anayasasına çocuk bakımının finansmanını ekleyen ilk eyalet oldu. Böylelikle New Mexico’da yaşayan herkes açısından çocuğunu ücretsiz kreşe göndermek, anayasal bir hak haline geldi. Eyaletin petrol ve doğal gaz üretim gelirlerinin bir kısmının bu önemli hedef doğrultusunda kaynak olarak ayrılmasına karar verildi.

ABD’de çocuk bakımının aylık maliyeti, enflasyon oranlarını geride bırakırken, çocuk bakımının yıllık ortalama maliyeti 10 bin doların üzerine çıktı ve bu da evli bir çiftin yıllık gelirinin yüzde 10’u, bekar bir ebeveynin yıllık gelirinin ise yüzde 35’i anlamına geliyor.

ABD’nin en yoksul eyaletlerinden biri olan ve çocukların iyi olma hali göstergelerinde sürekli son sıralarda yer alan New Mexico’da atılan bu radikal adımın ardında, bu sorunu çözmeyi “kafasına takmış” bir vali, yasa koyucuların desteği ve 12 yıldır bu doğrultuda çabalayan çocuk hakları savunucularının sahadaki etkinliği yer aldı.

Böylelikle aileler artık çocuklarını kreşe göndermek ile çocuklarına haftanın en az üç günü protein ağırlıklı beslenme imkanı yaratmak arasında yürek burkan o zorlu tercihte bulunmak zorunda kalmıyor.

New Mexico, ayrıca, erken çocukluk eğitimi ve bakımı konusuna odaklanan bir devlet ajansı da kurdu.

Avrupa’da ise durum biraz karışık. Örneğin İngiltere, Avrupa çapında en yüksek çocuk bakım maliyetlerine sahip. Bu da, düşük gelir sahibi ailelerde kadının doğumdan sonra iş hayatından çekilmesi gibi bir sonuç doğuruyor; zira aylık maaşının neredeyse üçte ikisini haftanın beş günü çocuğunu bırakmak zorunda kaldığı kreşe ödemesi, bunun için de borçlanması gerekiyor.

Pregnant Then Screwed isimli sivil toplum kuruluşunun yaptığı son ankete göre, Birleşik Krallık’ta çocuk bakımı, ebeveynlerin gelirlerinin yüzde 75’ine karşılık geliyor. Geçtiğimiz Ekim ayında Birleşik Krallık’ın birçok kentinde çocuk bakımı ücretlerinin yüksekliğini protesto edenler, “Anneler Yürüyüşü” düzenlemişti.

AB ülkelerinde ise, üç-beş yaş aralığındaki çocukların yüzde doksanı, üç yaş altı çocukların da üçte biri, resmi çocuk bakım merkezlerine gidiyorlar. OECD verilerine göre, Almanya ve Avusturya’da başkentte oturan aileler, ücretsiz kreş hizmetinden yararlanırken, çocuk bakım maliyetleri kadın çalışanın yıllık gelirinin yüzde 5’inden daha düşük bir dilime karşılık geliyor. Almanya’da yıllık çocuk bakım maliyeti, yaklaşık 1300 Euro düzeyinde.

Almanya’da 12 aydan büyük çocukların yaşadıkları bölgedeki belediyeye bağlı “Kita” denen gündüz bakımevlerine gitmeye hakları var. Aylık 70 ila 150 Euro arası maliyeti olan bu kreşlerin bedeli, devlet tarafından sübvanse ediliyor. Ancak şu anda Kita’ların personel yetersizliği ve eğitim kalitesi gibi konularda güçlendirilmesi için tartışmalar sürüyor.

Hollanda hükümeti ise, tüm çalışan ebeveynler için çocuk bakım maliyetlerinin yüzde 95’ini karşılamak amacıyla bir plan üzerinde çalışıyor.

Ücretsiz kreşler konusunda İsveç, “model ülke”lerden biri: 12 ayı doldurmuş bütün çocukların eğer ebeveynlerin her ikisi de çalışıyorsa tam gün, eğer çalışmayan bir ebeveyn varsa yarım gün kreşe gitme hakkı var. Ailenin ekonomik durumuna göre devlet, bu bakım ücretinin bir kısmını karşılıyor.

Şimdi de Türkiye’deki duruma geri dönelim.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda taahhütlerinden biri, güncelledikleri Aile Destekleri Sigortası kapsamında kreşlerin ücretsiz olması. Zira, kreş hakkı evrensel bir hak olup çocukların Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi dahilinde iyi olma halleri için kritik bir hak alanı oluşturuyor.

Amaç; çocuğun yüksek yararını gözeten, çocuğa özel sosyal politikalar üreten ve bunu da popülist veya muhtaçlık ilişkisine dayalı bir dil değil, doğrudan hak temelli araçlarla geliştiren bir yaklaşımı uygulamaya geçirmek.

Oysa iş yerlerinde kreş açma zorunluluğu, “parası neyse öderiz” yaklaşımıyla baypas ediliyor; çalışan kadın sayısı bilinçli şekilde düşük tutuluyor, çünkü yasalara göre kadın çalışan sayısı 150’den fazla olan işyerlerinde işverenin kreş yükümlülüğü bulunuyor. Bununla birlikte Türkiye’de işletmelerin büyük çoğunluğunun KOBİ olduğunu düşünürsek, bu şartı sağlayan işyeri sayısı oldukça düşük düzeyde. Dahası, diğerleri için de kreş açma zorunluluğunu denetleyen etkin bir mekanizmadan söz edilemiyor.

Dr.Başak Akkan

Bilgi Üniversitesi’nden sosyal politika ve çocuk çalışmaları alanlarındaki önemli akademik çalışmalarıyla bilinen Dr. Başak Akkan’a göre, ücretsiz kreş konusunu, erken çocukluk bakımı ve eğitimi (EÇEÇ) bağlamında düşünmek gerekir. 

Bu konu özelinde görüştüğüm Akkan, “ücretsiz kreş bir yandan kadınların istihdama katılımı yönünde önemli bir bakım politikasıyken, diğer yandan çocuklar arasındaki eşitsizliklere müdahale etme açısından önemli bir sosyal politika aracıdır,” diyor.

Bu, bir açıdan da karşılaştırmalı refah devleti çalışmaları ile tanınan Esping-Andersen’in, kreşi, erken çocukluk dönemimin en önemli sosyal yatırımlarından biri olarak gördüğü yaklaşımıyla da örtüşüyor.

Esping-Andersen, Tamamlanmamış Devrim (2011) adlı kitabında, nüfusun yaşlanması, kadın işgücüne olan gereksinimin artması sonucu çok önemli bir sosyo-ekonomik dönüşüme ve bunun kreşler üzerindeki etkisine dikkat çekiyor. Buna göre; aile yapısında ve kadının istihdama katılımında yaşanan değişimler sonucunda çocuk bakım hizmetlerinin karşılanmasında refah açığı ortaya çıktı ve bu açığın kapatılması için bir toplumda kadını ve çocuğu önceleyen “aile-dostu refah politikalarına” odaklanılması, devletin ücretsiz kreş hizmetini “sosyal bir hak” olarak tanıması gerek.

Bu, henüz tamamlanmamış bir devrim; çünkü kadın rollerindeki bu değişim, henüz sadece üst gelir grubu ve yüksek eğitimli kadınlarda yankı buluyor. Esping-Andersen, kadın devriminin ancak güçlü refah politikalarıyla tamamlanabileceğini savunur. Zira devletler, toplumsal cinsiyete duyarlı sosyal politikalarında kreş gibi kolaylaştırıcı unsurlara ağırlık vermedikçe, yeni eşitsizlikler doğar. Çocukların üç yaşına kadar anneleri tarafından evde bakılması gerektiği gibi fikirler yaygınlaşarak kadının özgürleşmesinin önü kesilir.

Akkan, kreşin, “çocukların ileriki sınıflardaki okul devamlılığını ve yetişkinlik dönemlerindeki gelirlerini etkileyecek bir önem”e sahip olduğunu savunurken, çocuk yoksulluğuna müdahil olma açısından 0-5 yaş döneminde çocukların EÇEÇ kurumlarına eşit erişimleri de kritik önemde.

Bu açıdan, Akkan’ın da vurguladığı şu veriler hayli belirleyici: Türkiye OECD ülkeleri arasında EÇEÇ’e en az kamu kaynağı ayıran ülkelerden biri. OECD ortalamasında EÇEÇ’e ayrılan kaynak GSMH’nın %0,8’i civarı iken, Kolombiya, İrlanda, ABD ve Türkiye’de bu oran %0,5’in altında. 

“Türkiye’de EÇEÇ’e ayrılan kamu kaynağının artırılması nitelikli ve herkes için erişilebilir EÇEÇ hizmetlerinin sağlanması açısından öncelikli olmalı,” diyor Akkan.

TÜİK’in 2022 İstatistiklerle Kadın verilerine göre ise, hanesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadın istihdam oranı, %26,1.

Peki, Türkiye’de kreşlere ücretsiz erişim, ihtiyaç sahibi ailelerin çocuklarını önceliklendiriyor mu?

Akkan, “Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’na bağlı özel kreş, gündüz bakımevi ve çocuk kulüplerinde %3 oranında kontenjan açılması yoluyla ücretsiz kreş imkanı sunuluyor. Bu erişim, şehit ve gazi çocukları, devlet koruması altında bulunan çocuklar, cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu olan anneleri ile birlikte kalan çocuklar, ekonomik gücü yeterli olmayan ailelerin çocukları, anne veya babası vefat etmiş çocuklar, tek ebeveyni ile yaşayan çocuklar, engelli ebeveyni olan çocuklar, kadın konukevinde bulunan kadınların çocuklarına açık.  Son derece az sayıda (2000 civarı) ihtiyaç sahibi çocuk bu imkandan yararlanıyor,” diyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da İstanbul’un her mahallesinde çocuklar için cüzi miktarda ücretli kreş imkanı yaratarak eğitimde fırsat eşitliğinden mahrum kalan çocuklar için de “her şeyin güzel olması” için çabalıyor.

Bu açıdan, “çılgın projelerinden” biri olarak gösterdiği “Yuvamız İstanbul” projesi, İstanbul’u eşit ve adil bir kente dönüştürmede önemli bir başlangıç sayılabilir. Yuvamız İstanbul Çocuk Etkinlik Merkezleri’nde, Boğaziçi Üniversitesi işbirliği ile merkezlerde kullanılacak özgün bir eğitim programı eşliğinde 3-6 yaş aralığındaki çocuklara psiko-sosyal gelişimlerini sağlıklı olarak sürdürebilecekleri, eşit fırsatların yaratıldığı bir ortamda öğretmen, aile ve mahalle ilişkilerini güçlendirerek yaşayabilmelerini sağlayan eğitim hizmeti sunuluyor.

Yuvamız İstanbul merkezlerinin sayısı, şu anda toplamda 4405 çocuk kapasitesiyle 49’a ulaşmış durumda. Yıl sonuna kadar sayılarının 100’e ulaşması bekleniyor. Fiyatlandırma gelir durumuna göre 3 gruba ayrılıyor: Ücretsiz, yarı ücretli (aylık 470 TL) ve tam ücretli (aylık 940 TL).

Belediyelerin nitelikli okul öncesi eğitim kurumlarını yaygınlaştırmaları, tüm çocukların sosyo-ekonomik durumlarından bağımsız olarak nitelikli EÇEÇ hizmetlerine ulaşmaları konusunda önemli bir yerel politika önceliğidir,” diyor Akkan.

Ancak, Türkiye’de 0-3 yaş aralığındaki çocuklara hizmet sunan, ücretsiz seçenekler oldukça sınırlı.

Bu konuda modeller yaygınlaştırılabilse de, Akkan, şuna dikkat çekiyor: “2000’li yıllara kadar öncelenmemiş olan erken çocukluk bakımı ve eğitiminin, çocuklar arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldıracak şekilde bir kamu hizmeti olarak kurgulanması gerekiyor. Bu bağlamda, erişilebilir ücretsiz kreş hem çocuklar hem de bakım verenleri için bir sosyal haktır.”

Son yıllarda ücretsiz kreş hakkı savunucularının dikkat çektiği bir nokta ise, 4-6 yaş aralığındaki yarım milyondan fazla çocuğun ücretsiz ve güvenilir devlet kreşlerinin olmadığı bir ortamda, tarikatların denetimsiz Kuran kurslarına gitmek zorunda kalması…Rock grubu Pilli Bebek’in o şarkısı kulaklarımda uğulduyor: “Hep aynı yere dönerken/olsun demek de zor artık/çocuk düşlerimiz yok artık…” Çocuk düşleri, evrensel kreş hakkının olmadığı bir ortamda, gericiliğin, bağnazlığın, hak tanımazlığın pençesinde paramparça oluyor.

İnsanın dünyaya dair algısı, baktığı noktaya göre değişir. Patriyarkal düzende cinsiyetçi işbölümünün sonucu olarak ev içine hapsolan ve hane-içi çocuk bakımından sorumlu tutulup erkeğe bağımlı bir rol yüklenen kadının baktığı noktadan başka, sınırlarını zorlayarak çocuğunun okul öncesi eğitim ve bakım yükümlülüğünü bu alanda yetkin kurumlarla paylaşan kadının baktığı noktadan bambaşka görünür dünya…

Sabır, varoluşumuzun en büyük sınaması. Ve bu sınama bazen yeni bir anlatıyı kurmanın özünü sunuyor. Ücretsiz kreş imkanı olmadığı için hayallerinden vazgeçen, akademik birikimlerini çöpe atan, kendini gerçekleştiremeyen kadınların sabırları da varoluşlarının en büyük sınaması oldu. Kreş hakkı çocuğun olduğu kadar kadının, kadının olduğu kadar erkeğin, erkeğin olduğu kadar toplumun hakkı… Bu sabır, bu varoluş sorunu, bu hak hepimizin… Sahip çıkalım.

Tüm yazılarını göster