Kitap fuarının eski tadı yok

Eylül Fuarcılık’ın organize ettiği Ankara Kitap Fuarı'nın ilk yılları, sağ-muhafazakar yayınevlerinin baskısıyla bazı sol yayınevlerinin stand açmalarının engellenmesiyle neticelenen tartışmalara sahne oldu. Fuar alanına koruma ordusuyla gelip, ellerine sarılan, birlikte fotoğraf çektiren ziyaretçilere gövde gösterisi yapan siyasetçiler, korku salan bakışları ve mağrur duruşlarıyla bir grup genç erkekten oluşmuş etten duvarı siper alarak kitaplarını imzalayan eski özel harekatçılar da Ankara fuarını İstanbul’dakinden ayıran unsurlardı.

Funda Şenol fsenol@gazeteduvar.com.tr

Ankara’da yakın tarihe kadar kapsamlı bir kitap fuarı düzenlenmemişti. Yerel yönetimlerin girişimleriyle, dar mekanlarda, tanınmış yayınevlerinden birkaçının veya söz konusu yerel yönetimin politik tercihine göre seçilmiş, çoğunun adı sanı duyulmamış sayılı yayınevinin katılımıyla, "kitap günleri” vb. adıyla birtakım organizasyonlar yapılırdı. Ankara okuyan bir şehir olduğu ve Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun modern başkent tasavvuru kültürel faaliyetleri teşvik ettiği için geçmişten günümüze kitapçısı hiç eksik olmamıştı. Bu sebeple fuarsızlık büyük bir boşluk yaratmıyordu. Zafer Çarşısı veya sahafların bir araya toplandığı Kocabeyoğlu Pasajı gibi kitapçılar çarşısı denebilecek mekanlar ortadan kalkmaya, avm içlerine yerleşen, kitaptan çok kırtasiye, oyuncak ve hediyelik eşya satan kurumlu, best sellerci kitap zincirleri küçük kitapçıları yenilgiye uğratmaya başlayınca işler değişti.

Kitapçı sayısı eskiye göre azaldığından, avm içi kitapçılarında her yayınevinin her türden kitabına raflarda yer verilmediğinden ve kitapçıya gitme alışkanlığı sekteye uğradığından çoktandır nitelikli okurlar, fiyatların uygunluğunu da gözeterek internet kitapçılarından sipariş vermeyi tercih ediyorlar. Fakat sanal ortamdan satın aldığınız bir ayakkabıyı beğenmediğinizde değiştirme imkanınız varken aynı şey sizi sarmayan yahut çevirisini, tasarımını beğenmediğiniz kitaplar için geçerli değil.

Eskiden kitap seçerken bize rehberlik eden, kitap tanıtımları/eleştirilerine yer veren, yazarlarla, yayıncılarla söyleşiler yayınlayan kitap dergileri, gazetelerin kitap ekleri de kitapçılar gibi birer birer ortadan kayboluyor. Bu dergilerin işlevlerini günümüzde youtube üzerinden kitap tanıtımı yapan booktuber’lar üstlenseler de aynı vazifeyi görmüyor. Kendi tecrübelerim ve çevremden duyduklarım gösteriyor ki, kitap dergilerinin rehberliği olmadan ve sayfalarını karıştırıp inceleyemeden satın alınan kitaplar okurda hayal kırıklığı yaratıyor. Okuma zevkine hitap etmeyen, çevirisi kötü, tasarımı sorunlu, imla hatalarıyla dolu birçok kitap, evlerdeki kitaplıkların raflarında tozlanmaya terk ediliyor. Yayınevi sayısının çarpıcı biçimde artmasının olumlu yanları olsa da, olumsuz yanları kitap seçiminden çeviriye, editoryal müdahalelerden tasarım ve redaksiyona kadar tüm süreçlerde yaşanan düzensizlik, umursamazlık ve özensizlik. Tabii yayınevlerinin, yazarların ve kitapların tanınır, okunur olmasını engelleyen bir başka unsur da dağıtım. İşte bu soruna bir ölçüde çözüm getiren ve okur ile kitabı aracısız buluşturan da yine kitap fuarları oluyor.

İstanbul’da onlarca yıldır TÜYAP’ın düzenlediği kapsamlı ve cazip kitap fuarları bir süredir Ankaralı okurda beklenti yaratıyordu. En az İstanbullular kadar hevesle fuar tarihini bekleyen Ankaralılar, ulaşımı çok zahmetli olan fuar alanını ziyaret edebilmek için İstanbul’a seferler düzenliyorlardı. Ankara’da da benzer nitelikte bir kitap fuarı düzenlenmesi beklentisi ısrarlı bir talebe dönüşünce 2016’da ilk fuar organizasyonu, Ankara Ticaret Odası’nın sergi salonunda gerçekleştirildi.

Eylül Fuarcılık’ın organize ettiği Ankara Kitap Fuarı'nın ilk yılları, sağ-muhafazakar yayınevlerinin baskısıyla bazı sol yayınevlerinin stand açmalarının engellenmesiyle neticelenen tartışmalara sahne oldu. Fuar alanına koruma ordusuyla gelip, ellerine sarılan, birlikte fotoğraf çektiren ziyaretçilere gövde gösterisi yapan siyasetçiler, korku salan bakışları ve mağrur duruşlarıyla bir grup genç erkekten oluşmuş etten duvarı siper alarak kitaplarını imzalayan eski özel harekatçılar da Ankara fuarını İstanbul’dakinden ayıran unsurlardı. Tabii en önemlisi, fuar alanının darlığı, stand kiralarının yüksekliği ve yukarıda bahsettiğim türden bir kayırmacılıktan, devletin, otoritenin soğuk yüzünden rahatsızlık duyan yayınevlerinin protestoları sebebiyle Ankara kitap fuarı bekleneni tam anlamıyla veremedi.

Bütün bunlara rağmen, bir öğrenci ve memur şehri olan Ankara’da kapsamlı bir kitap fuarı hevesle beklenen ve kapısında kuyruk olunan bir etkinlik olarak varlığını sürdürüyor. Her yıl ocak-şubat döneminde açılan fuar, bu yıl 7 ay aradan sonra, geçin hafta tekrar açıldı. Hem de büyük İstanbul fuarı ile arasına birkaç günlük boşluk koyarak. Organizasyon şirketinin kâr hırsına bağlanabilecek bu ikinci etkinlik, birkaç günlük gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, ne yayıncılar arasında heyecan yarattı, ne de okurdan büyük bir ilgi gördü. Beklenmedik olduğu halde yeterince duyurulmaması, büyük yayınevlerinin bir kısmının bir yılda iki kez Ankara’ya gelmeye yanaşmamaları, çoğu yayınevinin sadece en popüler kitaplarını satışa sunmaları ve tabii ekonomik kriz kitap fuarının eski hararetini kaybetmesine sebep oldu. Organizasyon öylesine gevşekti ki, fuarın program kitapçığında yapılan tashihler sayfada olduğu gibi bırakılmış, kitapçık parantezler ve soru işaretleriyle birlikte basılmıştı.

Geçtiğimiz fuarların fon müziği olan mehter marşı artık çalınmıyor olsa da, onur konuğu muhafazakar camiadan Beşir Ayvazoğlu olan fuarın açılışını Bülent Arınç’ın yapmış olması, katılımcılara başkentte olduklarını bir kez daha hissettirdi. Her ne kadar nitelikli kitapları satın alıp okuyanlar daha ziyade sol kesimden okurlar olsalar da, görünür olan, organizasyon şirketinin politik angajmanından güç alan ve mekanın sahibi gibi davranan sağ-muhafazakar kesimdi yine. Osman Pamukoğlu’nun önünde imza sırasına giren, alacağı kitabı okuyacağı şüpheli, asker traşlı delikanlılar fuarın durgun havasını bir süreliğine dağıttılar. Aynı manzara bir önceki fuarda, Engin Alan’ın imza gününde yaşanmıştı. Yine bir önceki fuarda Atatürk Dedi Ki, adlı kitabının tanıtımı ve imza günü için gelen ve Mustafa Kemal’e benzerliğiyle maruf Göksel Kaya, imza atmaktan çok selfie mesaisi yapmıştı.

Bu yıl, devletin soğuk, askerin caydırıcı yüzünü temsil eden kişiliklerin yanına, sinema ve televizyon dünyasının popüler simaları eklendi. Son zamanlarda, eğlence endüstrisinde şöhretli oyuncuların yazarlık yapmalarını da özendiren bir pazarlama stratejisi geliştirilmiş gibi görünüyor. Tutan dizilerin öne çıkan oyuncularının isimleri frapan, içerikleri boş kitapları çok satanlar raflarını işgal ediyorlar. İşte bu oyuncular da fuarda bol bol imza ve poz verdiler. Haliyle bağlı oldukları yayınevleri de bol bol para kazandılar. Yüksek ciro yapan başka yayınevleri de, best seller’lar yanında long seller denilen yerli ve yabancı klasikleri yüklenip gelenlerdi. Stefan Zweig ile Sabahattin Ali kitapları, telif ödeme zorunluluğunun ortadan kalkmasıyla, her yayınevinin can simidi olarak kontrolsüz bir şekilde çoğalmışlardı. Okurların geneli için şölen sayılabilecek bu standlar, geri kalanların kırıntılarla idare etmesine sebep oldu.

Kitap fiyatlarında kdv oranının düşürülmesinin kitapların ucuzlamasına sebep olacağını sananlar bu fuarda yine yanıldılar. Kağıt fiyatlarındaki olağanüstü artış, baskı masrafları, yayınevi çalışanlarının ücretleri, telif, vergi, kira, dağıtımcı payı ve diğer giderler derken kitap ulaşılması en zor mallardan biri haline geldi. Bu sebeple fuar sebebiyle yapılan yüzde 20 ila 35 arasındaki indirimler okuru tatmin etmedi. Fakat buna yönelik haklı da olsa öfke dolu eleştirisini yayıncının kendisine veya sisteme değil, hiçbir yaptırım gücü veya dönüştürücü etkisi olmayan ve yorucu bir işi (kimi yayınevleri çalışanlarına oturmayı yasaklamış ve mola sayısını azaltmıştı) çok düşük ücret karşılığı sürdüren yayınevi çalışanlarına, stand görevlilerine yönelten okurun yarattığı rahatsızlığı anmadan geçmemeli.

Görgü ve bilgi edinsinler, kitaplara aşina olsunlar diye gruplar halinde fuar alanına getirilen okul çocuklarının yarattığı kaos, kakafoni bu fuarda da karşımıza çıktı. Genç kuşakların okumayla ilişkilerinin zayıf olduğu ortada. Fakat bu sorunun yarım saatlik fuar ziyaretiyle ortadan kalkmayacağı, bu gezilerin dostlar alışverişte görsün kabilinden olduğu da belli. Bir yandan çok sıkılarak, bir yandan da okulu kırmanın verdiği esriklikle bağıra çağıra, etrafı yıkıp dökerek dolaşan okul grupları okurların stantlara yaklaşmalarını engelleyen, bitimsiz bir kuru kalabalık olarak bir o yana, bir bu yana salınıyorlar gün boyu. Buna rağmen, Komünist Manifesto’yu eline alıp yanındakine, “Bu Marx’ın Kapital’inin özeti” diyen ergenin naifliği ile yine aynı kitabı stand görevlisine göstererek, “Bu bir başyapıt, herkesin kitaplığında olması lazım” diyen çocuğun büyüklük taslayan safiyetine, henüz okuma-yazma bilmediği aşikar bir diğerinin annesine Yakup Kadri’nin kitap kapağındaki fotoğrafını göstererek, “Anne bak, Şarlo!” deyişindeki neşeye şahit olmak çok hoş bir tecrübe.

Market alışverişinde kullanmak için bez torba isteyen teyzeler ile inşaat seyreder gibi akışkan kalabalığı seyretmeye gelmiş amcalar; Oğuz Atay’ın imza günü yapıp yapmayacağını sormaktan bıkmayan Tutunamayanlar’cılar; çok ilgi gören yazarları eleştirmek ve küçümsemek için fırsat kollayan amatör yazarlar; hayranı olduğu popüler yazarı görünce çığlık ve gözyaşı silsilesi içinde kaybolan fanatik okurlar; sosyal medya hesabına malzeme devşirmeye gelmiş fenomenler; standların önünde selfie çekenler; flört etmek ve piyasa yapmak için kalabalığa dalan gençler ile bir pazarcı gibi çığırtkanlıkla malını satmaya çalışan yayıncılar fuara damgasını vuran simalar. Tüm aksaklıklara rağmen, kokusuyla, dokusuyla elimizin altında olan, ayaküstü sayfalarını çevirebileceğimiz ve arpa ambarına düşmüşüz gibi hissettirecek sayısız kitap, fikir alışverişinde bulunabileceğimiz her türden kitapsever, hayatımızda önemli yeri olan yazarlarla karşılaşmak ihtimali için, tatsızlığına rağmen fuara gidilmeli.

Tüm yazılarını göster