'Johnson Mektubu'nun sırrı!

Türkiye-ABD ilişkilerinin inişli çıkışlı olduğu bu dönemde, ilişkilerin tarihteki en önemli noktalarından biri olan Johnson Mektubu’nu yeniden değerlendirmek, bugünü anlamak açısından çok önemli bir yer teşkil ediyor.

Abone ol

Ogün Işık

Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın attığı tweet Türkiye’de çok konuşuldu. “Türkiye Kürtlere saldırırsa onların ekonomisini mahvederiz” mesajı iktidar tarafından ‘tehdit’ olarak algılandı ve iç politikada epeyce kullanıldı. Aslında bu ‘ekonomik kurtuluş savaşı’ günlerinde tam da iktidarın istediğini veren ABD Başkanı'nın söyledikleri ‘tehdit mi, değil mi’ diye konuşmadan önce, Trump’un söylediklerinden çok daha ağır mesajlar barındıran 'Johnson Mektubu'na bakmak gerekir.

55 yıl önce ABD Başkanı Lyndon Johnson tarafından Başbakan İsmet İnönü’ye gönderilen 'Johnson Mektubu', Türkiye-ABD ilişkilerinin belki de en önemli kırılma noktası oldu, o günden sonra her şey değişmeye başladı. Açık tehditler ve ağır ithamlar içeren mektup Türkiye’nin Kıbrıs’a girmesini 10 yıl geciktirdi ama etkisini çok daha uzun süre korudu. Haluk Şahin’in Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan ‘Johnson Mektubu’ adlı kitabı, olayı tüm objektifliği ve kapsamıyla ele alıyor.

5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen mektup, ilk kez 1966 yılında Cüneyt Arcayürek tarafından Hürriyet gazetesinde yayımlandı. 1982 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde “George Ball’un Anıları”, 1987 yılında Hürriyet’te “Johnson Mektubu’nun Perde Arkası” ismiyle dizi halinde yayımlanan Şahin’in çalışması aynı yıl kitaplaştırıldı. Cep Yayınları’ndan Gece Gelen Mektup adıyla basılan kitap 2002’de genişletildi ve yenilendi, Johnson Mektubu adını aldı. Ocak 2019’da Kırmızı Kedi’den çıkan Johnson Mektubu’ndan yeni bir önsöz ve yeni eklenmiş birkaç bölüm bulunuyor. Üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen bu mektubun içeriği veya etrafındaki kişiler zaman zaman bir şekilde gündem oluyor. Dolayısıyla dönüp buraya tekrar bakmak ve tarihi, yaratanların ağzından okumak gerekiyor.

Kıbrıs’ta Türklerin giderek artan Rum eziyetine maruz kalması, 60’lı yıllarda Türkiye’de görev yapan tüm hükümetleri zorlayan bir durum oldu. 1964 yılında neredeyse bir kırım yaşanmaya başlarken, İnönü’ye sürekli yapılan “Kıbrıs’a girme” baskısı sonuç vermeye başladı ve herkes Türkiye’nin Kıbrıs’a düzenleyeceği bir harekâtı bekler oldu. Tam bu noktada kritik hamleyi yapan İnönü, sonucunu bilircesine, harekattan kısa bir süre önce Dışişleri aracılığıyla ABD’ye mesaj gönderdi ve “Giriyoruz” dedi. ABD’nin ivedilikle gönderdiği yanıt çok sert ve açık oldu. ABD Başkanı Lyndon Johnson imzasıyla gönderilen mektubun içeriği, olayı kısaca “Kıbrıs’a girmeyin, eğer yaparsanız sonuçlarına katlanırsınız” demeye getiriyordu.

Johnson Mektubu, Haluk Şahin, syf. 176, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019.

Kitapta, Türkiye’nin harekât düzenleyecek bir askeri gücünün olmadığını bilen İnönü’nün buna rağmen harekat kararı alması ama başlamadan önce de ABD’ye bildirmesi çeşitli açılardan sorgulanıyor. Bu noktada okurları düşündüren şey ise Türkiye’nin o yıl Kıbrıs’a girmeme sebebi: İnönü’nün aslında Kıbrıs harekatının yapılmaması için dahice hareketle olayı sebeplendirdi mi, yoksa ABD tehdidiyle sindirildi mi? Duayen gazeteci Haluk Şahin, okuyucuyu sığ ve yüzeysel bakıştan kurtarıyor ve olayı farklı pencerelerden sunuyor. Bunun için dönemin ABD Büyükelçisi Raymond Hare, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball ve mektubu yazanlardan ABD’li diplomat Joseph Sisco ile yüz yüze görüşen Şahin, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk’a da ulaşmaya çalışmış, fakat sadece yazılı bir cevap almış.

Olayın Yunanistan tarafını da takip eden Şahin, Başkan Johnson’ın Türkiye ve Yunanistan’ı ABD’ye davet edişini, davete icabet eden heyetlerin orada yaşadıklarını da tüm berraklığıyla okuyucuyla paylaşıyor. Yeni baskıya özel olarak, mektubun Hürriyet’te yayımlanma hikayesini de okuduğumuz kitapta, güncele dair birçok şey yakalamak mümkün.

FARKLI BİR İNÖNÜ

Şahin’in kitabında, mektup dışında farklı tarihi çıkarımlar da yapılabilir. Haluk Şahin’in ve görüştüğü üst düzey isimlerin anlattığı İnönü ile bugünün İnönü’sü arasında büyük bir fark olduğunu görüyoruz. İnönü bugünlerde sürekli eleştiri, hakaret ve suçlamalara maruz kalırken, Şahin’in anlattıklarında başka bir İnönü portresi var.

Johnson Mektubu’nda, Şahin’in görüştüğü kişilerin söyledikleri ve yazdıklarıyla zeki, saygın ve kibar bir devlet adamı olan İnönü ile karşılaşıyoruz. Ankara’daki ABD Büyükelçisi Hare, Şahin’e verdiği cevaplarda İnönü’den sürekli ‘centilmen, kibar, nazik’ diye bahsederken, dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Ball’un anılarında ise İnönü ‘sesi kudret saçan, efsanevi bir kişilik’ olarak anlatılıyor. Kitap bu açıdan da önemli bir kaynak görevi görüyor ve ABD yönetiminin İnönü’ye olan bakış açısını sunuyor.

Kitapta yer alan bilgi ve belgelere baktığımızda oluşan his ve düşünce, Amerikalıların mektubu biraz aceleyle yazdıkları ve az da olsa pişmanlık taşıdıkları. NATO içerisinde bir Türkiye-Yunanistan çatışması istemeyen ABD’nin Türkiye’ye vermek istediği mesaj haddini aşarak çok sert bir düzeye ulaşmış ve İnönü heyetinin ABD ziyaretinde gönlü alınmak istenmiş. Mektup İnönü’nün beklediği vetoyu içeriyor fakat beklenmedik bir sertlik taşıyor: ABD silahlarını harekatta kullanamazsınız, bugün yarın Sovyetler size saldırırsa da karışmayız. Başınızın çaresine bakarsınız.

Dönemin önemli kişilerinin ifadelerine bakarsak, ABD’lilerin Yunan ve Rum yöneticileri sevmediklerini ve kendilerini Türkiye’ye daha yakın hissettiklerinin emarelerini görmek mümkün. Bu tarihi belge niteliğindeki kitabın sonunda Johnson Mektubu ve İnönü’nün cevabı tam metin haliyle bulunurken, döneme ait birçok önemli fotoğraf da yer alıyor.