İşte Türkiye'yi batıracak tezgâh!

Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker'e niye 3 milyon liralık tazminat davası açtılar biliyor musunuz? Bu ülkenin Düyun-u Umumiye'den beri gördüğü en tehlikeli tezgâha çomak soktu çünkü. O yıllardır anlatıyor ama gelin, '2023 vizyonu' adıyla pazarlanan şu tehlikeli oyunu, somut örneklerle bir kez daha masaya yatıralım. Bakalım o vizyon kimin için, nasıl çizilmiş?

Bahadır Özgür bozgur@gazeteduvar.com.tr

Turgut Özal, by-pass olduğu Houston'daki özel tıp merkezi Methodist’in camından karşıdaki AVM'nin silüetini hayranlıkla seyrediyordu. Aniden döndü, iç çekerek yanındakilere “Türkiye’de neden böyle AVM’ler olmasın ki” dedi. Ve 1984'te yasalaştırdığı Yap-İşlet-Devret (YİD) modelinin ürünü olarak Ataköy'ün yemyeşil sahiline çirkin bir AVM kondurdu. Hayranlarının dillerinden düşürmedikleri 'parlak vizyon' işte buydu.

Gel gelelim mesele hiçbir zaman yatırım olmadı zaten. Zira YİD modeli; devletin kasasına, sözleşme oyunlarıyla yıllar boyu sürecek bir ipotek koymanın adıydı. Atatürk'ün Savarona yatının restorasyonu ve işletmesinden enerji santrallerine kadar akla gelebilecek her şey YİD'e havale edildi. Uzun süre sonra anlaşıldı ki YİD, yandaş zenginler yaratmanın en müstesna yoluydu. 90'ların sonunda 'Yalan-Dolan-Talan' diye anılması boşuna değildi. Cilası döküldü, kirli yüzü açığa çıktı.

Peki 'eski Türkiye'ye dair ne varsa yıkmaya ant içmiş AKP ne yaptı? Hazine kaynaklarını 'yandaşa' aktarmanın keşfedilmiş bu en kolay yönteminden vazgeçmedi tabii ki. Adını bir güzel yeniledi ve Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) gibi 'imece naifliği'nde bir ambalajla eskisini dahi aratacak hunharlıkta uygulamaya koydu. 'Mega projeler' etiketiyle milletin önüne sürüp sürüp duruyor şimdi.

Lafı uzatmadan söyleyelim; KÖİ projeleri, bu ülkenin Düyun-u Umumiye'den beri gördüğü en büyük tezgâhtır. Devletin vergilerle topladığı ve gelecekte toplayacağı milyarlarca dolarlık kaynağı düne kadar çapı belli bir avuç şirkete ve sahiplerine aktarmaktır. Asıl önemlisi, borç içindeki özel sektörü vurması muhtemel krizin, kamu ayağında yaratacağı depremin de baş müsebbibi olacaktır.

Nasıl mı? Hakkında 3 milyon liralık tazminat davası açılan Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker'in anlatmaktan dilinde tüy bitti ama gelin bu tezgâhın işleyişini somut örneklerle bir kez daha inceleyelim...

TEZGÂH NASIL İŞLİYOR?

Malum; otoyollar, köprüler, 3. havalimanı gibi dev projeler hükümetin medarı iftiharı. Hepsine birden '2023' vizyonu adını verdiler. Madde madde bakalım, 2023 vizyonu kimler için çizilmiş?

* KÖİ'ler 2009'dan sonra patladı. Önce yasal kılıf hazırlandı. 3996 sayılı YİD kanununun 2. Maddesi değiştirilerek; gar kompleksinden lojistik merkezine, havalimanlarından sınır kapılarına, milli parklardan yaban hayatı koruma sahalarına, otogarlara ve balıkçı barınaklarına kadar her şey kapsama alındı. Ardından 4749 sayılı Kamu Borç Yönetimi Kanunu'na el attılar. 8. Madde'deki değişikliklerle Hazine'nin verdiği garantiler genişletildi. Üzerine bir de ihaleyi dağıtan kurumlara tahvil ihraç etme yetkisi tanındı ki, buradaki garanti de yüzde 100'e çıkarılarak bütçeye bir kurşun daha sıkıldı.

* Değişikliklerin içinde en vahimlerinden birisi, işi yapacak şirketlerin alacağı borcun tamamını Hazine'nin üstlenmesiydi. Bu, Cumhuriyet tarihinin en önemli ekonomik değişikliklerinden birisiydi. Nitekim KÖİ tezgâhı tam burada devreye giriyor. Projeler için alınan borçlara, üstlenilen finansal risklere, harcanan paralara devlet garantisi verildiği halde iş bütçeye değil, şirketlerin bilançosuna kaydediliyor. Böylece sanki devletten para çıkmayacak gibi gösterilip, bütçe açığına ve kamu borçlarına bunlar dahil edilmiyor. Oysa şirketler batar, iflas eder veya işi bırakırlarsa aldıkları borçları kamunun ödeyeceği açık açık yazılıdır. Dolayısıyla bütçe açığı, kamunun dış ve iç borç stoku şu anda gösterilenden daha fazladır.

* 2009'dan sonra ihale edilen KÖİ projelerinin toplam sözleşme değeri 129.5 milyar dolardır. Kalkınma Bakanlığı'nın verilerine bakılırsa, 2023'e kadar planlanan yeni yatırımların büyüklüğü de 325 milyar dolara ulaşıyor. Şu anda 17 milyar dolarlık karayolu, 68.5 milyar dolarlık havalimanı, 11.5 milyar dolarlık da şehir hastanesi yapılıyor. 2023'e kadar da 80 milyar dolarlık karayolu, 30'ar milyar dolarlık tren yolu, havalimanı, sağlık tesisi ve liman ihalesi planlanıyor. 5-10 milyar dolarlık olanları hesaba katmıyoruz bile.

* Yasal değişikliklerden sonra tezgâhın ikinci perdesi, her ihalede görülen ancak pek dikkat çekmeyen bir ibarede ortaya çıkıyor. 'Sözleşme değeri' ile 'yatırım değeri' arasındaki fark, bize özel şirketlere aktarılacak asgari parayı gösteriyor çünkü. İktisatçı Hakan Özyıldız gayet güzel açıkladı: Şu andaki projelerin sözleşme değeri 130 milyar dolar. Yatırım değeri ise 59 milyar dolar. Bu ne demek? O işleri devlet kendisi yapsaydı eğer, 20-25 yılda elde edeceği 130 milyar dolardan vazgeçip şirketlere, 'buyurun sizin olsun' demek.

* Tezgâhın üçüncü perdesi burada açılıyor. Şirketler yatırım için gerekli kaynağa sahip değiller. Öz kaynaklarının ise borç almalarına yetmediğini biliyoruz. Hazine devreye giriyor ve alınan her cent borca garantör oluyor. Yetmiyor, "yabancılar güvenip vermez" diye kamu bankalarını devreye sokuyor. Bununla da kalmıyor; yapılan tüm işlerde, tıpkı otoyol ve köprülerde olduğu gibi, şirketlere gelir garantisi taahhüt ediliyor. Kimse o yollardan geçmese de, o havalimanından uçmasa da devletin kasasından şirketlere söz verilen miktar tıkır tıkır ödenecek.

* Tezgâhın son aşamasının nasıl kurgulandığını görmek için somut örneklere başvuralım. Mesela; 3. havalimanına bakalım. Malum, ihaleyi Cengiz – Limak – Kolin – Mapa - Kalyon Ortak Girişim Grubu, 25 yıllık kira bedeli olarak 22 milyar 152 milyon euro vererek aldı. İlk iş 4.5 milyar euro kredi verildi. Kredinin 3.5 milyar euroluk kısmını kamu bankaları üstlendi. Tamamı da Hazine garantisi altında. Sözleşmeye göre, devlet 25 yıl boyunca yolcu başına 20 euro ödeyecek. Ardından bir de gelir garantisi eklendi. Şirketlere 12 yıl boyunca en az 6.3 milyar euro kazanma sözü verildi. Gelir bunun altında kalırsa fark bütçeden karşılanacak. Üçüncü garanti ise sözleşmenin feshi halinde devletin tesise el koyacak olması. Görünürde ne kadar da masum değil mi? Oysa işin aslı çok başka. Devlet el koyduğu zaman krediler dahil, o güne dek şirketlerin öz kaynaklarından yaptığı masrafları da üstlenmiş olacak. Daha havalimanı açılmadan yıllık 1 milyar euro kiranın iki yıl ötelenmesi, gelecekte bizi neyin beklediğinin de işareti aslında.

DÜNYADA BİR EŞİ DAHA YOK

Bırakın Türkiye'yi, dünya tarihinde böyle bir anlaşma var mıdır? Yokmuş ki, Dünya Bankası yayınladığı raporda dünyada en büyük Hazine garantisi almış şirketleri Cengiz, Limak, Kolin, Kalyon ve MNG olarak sıraladı. Buyurun size 2023 vizyonu! Neredeyse tek kuruş harcamadan şimdiden 70 milyar dolara yakın bir geliri garantilemiş durumdalar. Ha unutmadan, son bir garanti de, İstanbul'un nüfusu isterse kıyamet kadar artsın, 25 yıl boyunca tek bir havalimanı dahi yapılmayacak olması.

Hızımızı almışken şu sıralar parlatıp durdukları şehir hastanelerine de göz atalım. 20 şehir hastanesinin yatırım bedeli 10.2 milyar euro ve Sağlık Bakanlığı’nın bu tesisler için ödeyeceği kira yıllık toplamda 2.2 milyar euro. Kiraların 25 yıl boyunca toplam tutarı ise 57 milyar euroyu buluyor. Sözleşmelerde, "ödemeler finansmanın sağlandığı para cinsinin ülkesinde gerçekleşen enflasyonla güncellenecektir” deniliyor. Yani her yıl enflasyon oranında zam yapılacak. Ayrıca hastaneleri işletenlere de 'hasta garantisi' verildi. Kulağa tuhaf gelebilir ancak devlet açıkça hasta olan vatandaşını ihale etti. Ve taahhüt edilen kadar insan hastalanmazsa bütçeden açığı kapatma sözünü verdi.

Son olarak da nükleer santrallere değinelim. Sinop Nükleer Santrali ihalesinde üretilen elektriğin 20 yıl süreyle 12 cent/dolardan alınacağı taahhüt edildi. Üstelik dünyada nükleer santralde üretilen elektriğin birim maliyetinin en fazla 7-8 cent/dolar civarında olacağı tahmin edildiği bir dönemde. Benzer tablo Akkuyu Nükleer Santrali'nde de var. Dört reaktörün her birine ayrı ayrı 15 yıl garanti tanındı. Fiyat garantisi ise ilk yıllarda 15.4 cent/kw ile başlayacak ve 20 yılda ortalama 12.4 cent/kw olacak. Bu kadar pahalı elektriği ne sanayiye ne de konutlara satamayacağına göre, belli ki burada da devreye kamu bütçesi girecek.

Bugün hükümetin yaptığı tüm KÖİ projelerinde aynı durum geçerlidir. İşin vahimi, KÖİ'lerin mucidi sayılan İngiltere'nin özellikle sağlık sisteminin çökmesi üzerine modelden acilen vazgeçmesi. Sağlıktaki enkazı toparlamakla meşguller hâlâ. İsveç ise inşaatların hızla yapılması dışında faydasını görmediğinden dolayı, kamu kaynaklarını kanser gibi tüketen KÖİ'leri bir daha hiçbir hükümet uygulamasın diye tamamen yasakladı. Keza diğer Kuzey Avrupa ülkelerinde de sonuç aynı.

Hukukun nispeten iyi işlediği, kamu denetiminin en sıkı olduğu ülkelerde bile yol açtığı tahribat ortadayken, OHAL koşullarında hukuku askıya almış, Sayıştay ve Meclis denetimini devre dışı bırakmış, Danıştay idare mahkemelerini karar alamaz hale getirmiş Türkiye'de sağlıklı işlemesi mümkün mü?

Sahi, safça bir soru oldu bu. OHAL niye sürüyor ki zaten!

Tüm yazılarını göster