'İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek, devlet eliyle ayrımcılık oluşturur'

"İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, kadınların çok ağır bedeller ödeyerek elde ettiği kazanılmış haklarını, üstelik nüfusun yarısını oluşturan kadınların iradesini yok sayarak ellerinden almaktır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, çok tehlikeli bir yolun kapısını açacak ve domino etkisi yaratarak kadınların insan haklarıyla ilgili uluslararası, bölgesel veya ulusal tüm mevzuatı hedef tahtasına oturtacaktır."

Özlem Akarsu Çelik oakarsucelik@gazeteduvar.com.tr

Son yıllarda önce yoksulluk nafakası ve şiddet uygulayan erkeklerin evden uzaklaştırılmasına itirazlarla başlayan, çocuk yaşta istismara uğramış olan kız çocukların istismarcılarla evlendirilmesinin savunulmasına varan, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi gündeme taşıyan, bununla da yetinmeyip Medeni Kanun ve CEDAW’ı hedef alan tartışmaları Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kadriye Bakırcı ile konuştuk.

“İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, çok tehlikeli bir yolun kapısını açacak ve domino etkisi yaratarak kadınların insan haklarıyla ilgili uluslararası, bölgesel veya ulusal tüm mevzuatı hedef tahtasına oturtacaktır” diyen Prof. Dr. Bakırcı, istismarcılara af düzenlemesiyle ilgili ise şu açıklamayı yaptı: "Çocuk yaştakilere cinsel istismar faillerinin affını tehlikeli görüyorum. Devletin çocuğu koruma yükümlülüğü mutlak bir yükümlülüktür. Bu tür bir af, emsal oluşturur, istismar potansiyeli olanları cesaretlendirir ve pek çok çocuğu ihlale açık hale getirir." Sözü Prof. Dr. Kadriye Bakırcı’ya bırakalım...

‘TARTIŞMALAR, BİLGİ SAHİBİ OLUNMADAN YÜRÜTÜLÜYOR’

Anayasa uyarınca Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu ilkeler çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler(BM) başta olmak üzere uluslararası örgütlere üye, Avrupa Konseyi kurucu üyesi ve Avrupa Birliği (AB)’ne üye olma hedefi olan bir devlettir. Kuruluşundan bu yana kadınların insan haklarına ilişkin sözleşmeler dahil yüzlerce temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası veya bölgesel sözleşmeyi imzalamış, onaylamış ve iç hukukuna aktarmıştır. Bu sözleşmeler, küreselleşmeyle birlikte artık küresel standartlar halini almıştır. Hukukun küreselleşmesiyle beraber bu sözleşmeler ayrıca AB hukukun da bir parçası haline gelmiştir. Çoğu kez bu tartışmalar, üzerinde fikir yürütülen konularda bilgi sahibi olunmadan yürütülmektedir. Türkiye’de yaşanan en büyük sıkıntılardan biri budur.

Prof. Dr. Kadriye Bakırcı (Fotoğraf: Ankara Barosu)

‘HUKUKUMUZA GÖRE DEVLET, AYRIMCILIĞA, ŞİDDETE, İSTİSMARA UĞRAYAN HERKESİ KORUMAKLA YÜKÜMLÜDÜR’

Ayrımcılık yasağı, toplumsal cinsiyet eşitliği, şiddet yasağı, çocuk istismarı ve sömürüsü yasağı, ailenin eşitlik ilkesi üzerinde temellendiği ilkeler, Anayasamız ve kanunlarımız tarafından güvence altına alınmıştır. Ulusal hukukumuz uyarınca devlet ayrımcılığa, şiddete, sömürüye, istismara uğrayan bütün vatandaşlarını, hatta topraklarında bulunan hukuksal statüsü ne olursa olsun yabancıları korumakla yükümlüdür. Uluslararası sözleşmelerle öngörülmüş ve iç hukukumuza aktarılmış olan bu ilkeler, giderek yeni sözleşmelerle pekiştirilmekte, kadın hakları gibi ihmal edilen alanlardaki boşluklar doldurulmakta ve günün koşullarına uygun yorumlarla, ayrımcılığın, şiddetin, istismarın, sömürünün önlenmesi, gerçekleştiği durumlarda maruz kalanların korunması, desteklenmesi, mağduriyetlerinin giderilmesi ve hukuksal yaptırımların uygulanmasına ilişkin evrensel veya küresel standartlar oluşturulmaya çalışılmaktadır. İnsanların ve sermayenin yoğun bir şekilde göç veya hareket ettiği günümüzde insanların veya sermayenin, sınırlar arasında hareket ettiği zaman, A devletinde hangi korumadan yararlanacaksa B devletinde de aynı korumadan yararlanması istenmektedir.

‘ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER, KADINLARIN İNSAN HAKLARINA İLİŞKİN EVRENSEL STANDARTLAR OLUŞTURMAYA ÇALIŞIR’

Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet durumlarında uluslararası veya bölgesel sözleşmelerle yalnızca şekli değil fiili eşitliğin sağlanmasına, kadınların fiiliyattaki ikincil konumlarına, kadınların ayrımcılık ve şiddete maruz kalmalarına yol açan gelenek, görenek vb. önyargı ve klişelere son vermeye, özetle kadınların insan haklarına ilişkin evrensel veya küresel ortak standartlar oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Bu sözleşmeler, sözleşmeyi kabul eden uluslararası veya bölgesel örgüte üye olan bütün devletlerin katılımıyla oluşturulmakta ve kabul edilmektedir. Bu sözleşmeler, bütün devletler arasında konsensüs oluşması için asgari standartları içerirler. Çok yüksek standartlar öngörmezler. Nitekim uluslararası sözleşmeleri onaylayan devletler, ulusal mevzuatı ile bu sözleşmelerde öngörülen standartlardan daha geniş koruma sağlayabilirler veya ulusal mevzuatında daha geniş koruma sağlayan hükümler varsa onlar uygulanır. Bazen bu sözleşmelerde öngörülen standartlardan daha yüksek koruma sağlayan devletler bu sözleşmeleri onaylama ihtiyacı bile duymazlar.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ SADECE KADINLARI DEĞİL ÇOCUKLARI, BAKIMA MUHTAÇ ERKEKLERİ, ENGELLİLERİ VE BİRÇOK GRUBU KORUMAKTADIR’

İstanbul Sözleşmesi’ne gelecek olursak, sözleşmede var olduğu iddia edilen pek çok düzenleme, sözleşmede mevcut değildir. Sözleşme, ev içinde veya hane içinde şiddete uğrayan herkesi (kadın, çocuk, bakıma muhtaç hale gelmiş erkekler, engelliler gibi pek çok grubu) ev içi şiddete karşı, özel olarak kadınları ise ayrıca ev içi şiddet tanımı dışında kalan şiddet biçimlerine karşı korumaktadır.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN ÖNCE BM BİLDİRGESİ VAR’

Kuşkusuz ev içi şiddetin mağdurları genellikle kadınlar olduğu için öngörülen hukuksal çareler de kadınlara yöneliktir. Kaldı ki, İstanbul Sözleşmesi daha ortada yokken Türkiye, hemen hemen aynı ilkelere dayalı 1993 tarihli BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi’nin gereklerini yerine getirme niyetini dile getirmiştir. Nitekim 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile yürürlükten kaldırılan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, bu bildirgeye uyum sağlamak için kabul edilmiştir.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, YAPTIRIM GÜCÜ EN ZAYIF SÖZLEŞMELERDEN BİRİDİR’

İstanbul Sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmelerle kıyaslandığında yaptırım gücü en zayıf sözleşmelerden biridir. Türkiye’nin tarafı olduğu bazı sözleşmeler, sözleşmenin denetim mekanizmalarına bireysel veya toplu başvuruda bulunabilme hakkı tanımaktayken İstanbul Sözleşmesi’nin ihlali durumunda ise Türkiye hakkında sadece rapor düzenlenebilmektedir.

‘TÜRKİYE, KADINA YÖNELİK EV İÇİ ŞİDDETLE İLGİLİ AİHM TARAFINDAN MAHKÛM EDİLMİŞTİR’

Ayrıca şiddete maruz kalanlar, şiddet, ayrımcılığın bir türü olduğu için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurabilmektedirler. Nitekim Türkiye 2002 yılında, kadına yönelik ev içi şiddetle ilgili Opuz davasında AİHM tarafından mahkûm edilmiştir. Yine ayrımcılık iddiasıyla CEDAW Komitesi’ne de başvurulabilmektedir.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLİNCE DEVLETİN YÜKÜMLÜLÜĞÜ BİTMEZ. BU NEDENLE CEDAW, MEDENİ KANUN VE 6284 HEDEF ALINDI’

CEDAW olarak bilinen BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi, Medeni Kanun ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un hedef alınmasına gelince… Bunların, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinse dahi devletin yükümlülük ve sorumluluklarından kurtulunamayacağının ortaya çıkmasıyla kadın haklarını güvence altına alan bütün mevzuatın hedef alınmasına yönelik girişimlerin bir parçası olduğunu düşünüyorum.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLMEK VE KADINLARIN İRADESİNİN YOK SAYILMASI DEVLET ELİYLE AYRIMCILIK OLUŞTURUR’

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, kadınların çok ağır bedeller ödeyerek elde ettiği kazanılmış haklarını, üstelik nüfusun yarısını oluşturan kadınların iradesini yok sayarak ellerinden almaktır. Kadınların iradelerinin yok sayılması ve kadınların kazanılmış haklarının ortadan kaldırılması, devlet eliyle ayrımcılık oluşturacaktır.

‘SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLMEK DOMİNO ETKİSİ YARATIR’

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, çok tehlikeli bir yolun kapısını açacak ve domino etkisi yaratarak kadınların insan haklarıyla ilgili uluslararası, bölgesel veya ulusal tüm mevzuatı hatta Anayasa’yı hedef tahtasına oturtacaktır. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme taleplerinin, CEDAW’dan da çekilme taleplerine, 6284 sayılı Kanun’a ve Medeni Kanun’da değişiklik taleplerine kadar varmış olması, bu taleplerin arkasının kesilmeyeceğinin göstergesidir.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN ÇEKİLMEK, AB VE DEMOKRATİK DÜNYANIN DIŞINDA KALMAKTIR’

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, daha önce bir emsali olmadığı için, Türkiye’nin, uluslararası ve ulusal literatüre kadınların insan haklarıyla ilgili bir sözleşmeden çekilen ilk devlet olarak geçmesine yol açacaktır. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, Avrupa Birliği’nin ve evrensel insan ve kadının insan hakları değerler temeline dayalı demokratik dünyanın dışında kalmasına hizmet edecektir. Küresel bir köye dönüşmüş günümüz dünyasında, hukuk, evrensel insan hakları ve kadının insan hakları çerçevesinde küreselleşirken veya standartlaşırken, Türkiye bu küresel standartların dışında kalacak ve bu durum dışlanma sonucunu doğuracaktır. Oysa Türkiye’de nüfusun yüzde 90’ı, evrensel insan ve kadının insan hakları temelinde şekillenmiş dünya ile entegre olmuş ve Avrupa Birliği’ne üye bir Türkiye istemektedir.

‘SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLEN ÜLKE YOK’

Macaristan gibi iki-üç Doğu Avrupa ülkesinin, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği iddiaları doğru değildir. Ne kadar demokratik olduğu tartışmalı olan bu devletlerdeki popülist hükümetler, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamışlar ancak onaylamadan kaçınmaktadırlar. Vurgulamak gerekir ki bunlardan AB üyesi olanların, AB’nin, İstanbul Sözleşmesi’nin AB üyesi olan bütün devletler tarafından onaylanması yönünde aldığı 2017 tarihli ve günümüzde takibi yapılan karara uzun süre direnemeyeceği ortadadır.

‘DEVLET, ÇOCUKLARA YETİŞKİNLERLE AYNI ŞEKİLDE MUAMELE EDEMEZ’

Çocuk yaştakilere cinsel istismar faillerinin affını ise tehlikeli görüyorum. Belirtmem gerekir ki, birincisi, devletin çocuğu koruma yükümlülüğü mutlak bir yükümlülüktür. Bunun istisnası yoktur. Devlet gelenek, görenek vb. gerekçeleri ileri sürerek koruma yükümlülüğüne istisnalar getiremez. Devlet çocuklara yetişkinlerle aynı şekilde muamele edemez. Devletin çocuğu koruma yükümlülüğü daha geniş kapsamlı bir yükümlülüktür.

‘İSTİSMARCILARA AF, EMSAL OLUŞTURUR; POTANSİYEL İSTİSMARCILARI CESARETLENDİRİR’

İkincisi, hukuk kuralları, süreklilik gerektirir. Kanunlarda sürekli gedik açarsanız, toplumda bu kurallara uyulmasını sağlayamazsınız. Üçüncüsü, bu tür bir af, emsal oluşturur, istismar potansiyeli olanları cesaretlendirir ve pek çok çocuğu ihlale açık hale getirir.

‘264 CİNSEL İSTİSMAR FAİLİ İÇİN KANUN ÇIKARMAK, KANUNLARIN GENELLİĞİ İLKESİNİN İHLALİDİR’

Dördüncüsü, hukukta kanunların genelliği ilkesi esastır. Kanunların ilke olarak genel ve nesnel olmaları gereğini ifade eden “kanunların genelliği ilkesi” hukuk devleti ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucudur. Kamu yararı düşüncesi olmaksızın yalnız özel çıkarlar için veya yalnız belli kişilerin yararına olarak kanun hükmü konulamaz. Dolayısıyla, hem de çocuk istismarı gibi hiçbir toplumda kabul görmeyen bir suçun 264 faili için kanun çıkarılması kanunların genelliği ilkesinin ihlalidir.

‘REŞİT OLMAYANLA CİNSEL İLİŞKİ SUÇUNA İLİŞKİN YENİDEN DÜZENLEME YAPILMALI’

Öte yandan Türk Ceza Kanunu’ndaki “reşit olmayanla cinsel ilişki” suçuna (madde 104) ilişkin bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu madde uyarınca, cebir, tehdit ve hile olmaksızın, 15 yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, “iki yıldan beş yıla kadar” hapis cezası ile cezalandırılır. Bu maddenin ilk düzenlendiği halindeki, 15 yaşını bitirmiş olan çocukla rızaya dayalı cinsel ilişkide bulunan kişi arasında öngörülmüş olan 5 yaş farkı, Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bulunarak 2005 yılında iptal edilmiştir. Bu gerekçe tartışmaya açık olmakla birlikte, 15 yaşını doldurmuş olanlarla rızaya dayalı cinsel ilişkide bulunanlara bir yaş sınırı getirilmesi gerekmektedir.

‘15-18 YAŞ ARASINDA RIZAYA DAYALI AKRAN İLİŞKİSİ SÖZ KONUSUYSA İKİ TARAF DA MAĞDUR EDİLMEMELİ’

Kanaatimce Anayasa Mahkemesi’nin yeniden bir iptal kararı vermesinin engellenmesi ve 15 yaşını tamamlamış fakat 18 yaşını tamamlamamış olanların, yetişkinlerin istismarına karşı korunmaları için her iki tarafın da 18 yaşını doldurmamış olmaları, yani her iki tarafın da hukuken çocuk olmaları şartı öngörülmelidir. Böyle bir düzenleme, Anayasa’nın eşitlik ilkesinin de ihlalini oluşturmayacağı için, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilemeyecektir. Kuşkusuz bu düzenlemeye 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’nda yer verilirken, bununla amaçlanan, 15 yaşını tamamlamış olan küçüklerin kendi akranlarıyla yaşadıkları cinsel davranışlardan ötürü ikisini de mağdur etmemekti. Yoksa bu madde, çocuk yaşta evliliği teşvik etmek veya çocukların yetişkinlerle olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla kabul edilmiş bir madde değildir.

Tüm yazılarını göster