İnternet yasaklarının Türkiye’deki tarihi

Birdenbire 7 Haziran ile başlayan ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında katmerlenen bir internet sansüründen ya da daha genişçe internet üzerindeki özgürlük alanlarımızın kısıtlanmasından bahsetmiyoruz. Neredeyse 2000’lerin başından itibaren yavaş yavaş mayalanan internetin egemenler tarafından ele geçirilme sürecinden bahsediyoruz.

Funda Başaran fundabasarano@gmail.com

Türkiye'de internet kullanımı, 90'lı yılların başında akademik alanda, sonra da 1995 yılında ABD'de internetin ticari kullanıma açılmasına koşut olarak tüm dünyada olduğu gibi hızlı bir gelişme kaydetti. İnternetin yaygınlaşmasının başlangıcında yepyeni bir iletişim alanı olarak herhangi bir düzenlemeye tabi olmadığı söylenebilir. Ancak herhangi bir düzenlemenin olmaması, internet üzerindeki etkinliklerin sınırsız olduğu anlamına gelmiyordu.

TÜRKİYE'DE İLK İNTERNET DAVALARI

Türkiye'de internet üzerindeki etkinlikler nedeniyle açılan ilk dava, 7 Aralık 1997 tarihinde görme engelli yurttaşların yaptığı bir protesto eyleminin Ankara Büyükşehir Belediyesi görevlileri tarafından cop kullanılarak dağıtılmasını bir forumda eleştiren ve eleştirisinin altına e-posta adresini ve ismini yazan bir lise öğrencisi aleyhine açıldı. Öğrenci, Taksim'de ailesiyle birlikte kaldığı evden, olaydan 17 gün sonra 24 Aralık'ta sabah saat 03:30'da, dokuz kişiden olusan otomatik silahli bir anti-teror timinin baskını sonrasında gözaltına alındı. Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı tarafından düzenlenen iddianame ile "devletin emniyet muhafaza kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif" suçlamasından dolayı TCK'nın 159/1 maddesine aykırı davranmak suçlamasıyla açılan dava, 1 Haziran 1998 günü 10 ay hapis cezası kararıyla sonuçlandı. Ancak verilen ceza sanığın duruşmadaki iyi hali dikkate alınarak mahkeme tarafından ertelendi.

İkinci dava kamuoyunda Coşkun Ak davası olarak bilinir. Coşkun Ak o dönemde Superonline şirketinin aboneleri için kurduğu ‘Forum: Tartışma platformu’ isimli sayfayı koordine eden ve  şirkette “interaktif bölümler koordinatörü” olarak görev yapan bir gazeteciydi. Sayfada "Türkiye'de insan hakları ihlalleri" konusunda süren bir tartışmaya gelen yorumu kaldırmadığı için başka bir kullanıcı tarafından Adalet Bakanlığı'na ihbar edilen Coşkun Ak, dört kez TCK 159'uncu maddeyi ihmal ettiği gerekçesiyle hakkında açılan davada 27.03.2001 tarihinde 40 ay ağır hapisle cezalandırıldı. Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi İstanbul 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin Coşkun Ak hakkındaki 40 ay ağır hapis cezasını bozarak mahkemenin mahkumiyet kararını geri döndürdü.  İstanbul 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce yeniden değerlendirilen dava 24 Nisan 2003 tarihinde beraatle sonuçlandı.

İNTERNET DÜZENLEMELERİ

Her iki davanın da ortak özelliği Türkiye'de henüz interneti düzenleyen herhangi bir yasa yokken dönemin ünlü TCK 159'uncu maddesi kapsamında açılmış davalar olmalarıdır (TCK 159'uncu madde 2005 yılında Ceza Kanunu'nda yapılan değişikliklerle kaldırılmış ve yerine 301'inci madde getirilmiştir.). Coşkun Ak davası hâlâ sürmekteyken 2001 yılında internet Radyo veTelevizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun tasarısına eklendi. Bu kanunla  her internet yayınının künyesi ve sorumlusu olması istenmekte ve internet yayınlarına TCK'nın ilgili yasalarını işleterek ciddi hapis cezaları öngörülmekteydi. Ancak tasarı cumhurbaşkanından döndü. Ardından 4676 Sayılı Kanun olarak tekrar meclisten geçirildi ve internetin basın-yayın alanı içerisinde değerlendirilmesi sağlandı.

Genel olarak bugünkü internet yasaklarının temelinde yeralan 2007'de 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” çıkarılana dek site engellemeleri devam etti, ancak pek fazla tartışılmadı. Başta Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri olmak üzere, Medeni Kanun, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gibi düzenlemelerin hükümlerine dayanarak, yetkili mahkemeler tarafından verilen pek çok erişim engelleme kararı, doğrudan internet servis sağlayıcıları tarafından uygulandı. Bu engelleme kararlarının büyük kısmı, devleti ve kurumlarını aşağılama gerekçesiyle verildi. 2005-2007 arasında ise Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu yoluyla “yetkili kurum” statüsü kazanan MÜYAP girişimi ile 1500’den fazla sitenin engellendiği bilinmektedir.

5651 Sayılı Kanun'un çıkması ise internette yeni bir sansür dönemini başlattı. İnternet sansürü bu kanunla birlikte TİB gibi yeni aktörler ve “erişim engellemesi” gibi yeni biçimler almaya başladı. Kanunun çıktığı 2007 yılının Mayıs ayından 1 Ekim 2008 tarihine dek 5651 Sayılı Kanun hükümlerine göre erişimi engellenen web sitesi sayısının 1115 olması kanunun niteliği hakkında fikir verir.

CİLALAR DÖKÜLÜRKEN

Ancak internet sansürünün bugünkü biçimleri, asıl olarak 2010 sonrasında, dünyanın dört bir yanında halklar kapitalizme karşı direnmeye ve bu direnişlerinde internet üzerindeki sosyal ağları etkin ve yaratıcı bir biçimde kullanmaya başladığında belirmeye başladı. Önceki yıllarda,  kapitalistler interneti sermayelerine sermaye katmanın, paralarını dünyanın dört bir yanında sınır tanımaksızın dolaştırmanın aracı olarak görüyorlardı. Bu amaca erişmeleri için internet üzerindeki özgürlükler korunmalı ve internet üzerinde çekici ve serbest bir alan oluşmalıydı. Bu tarihlerden itibaren ise internet egemenlere yönelen büyük bir tehdit olarak da görülmeye başlandı. İşte bu nedenledir ki, insanların internet üzerinde ne yapıp ettikleri, kiminle nasıl haberleştiklerini izlemeye, interneti sınırlandırmaya yönelik düzenlemeler de giderek daha fazla gündeme gelmeye başladı.

Türkiye’de de daha Haziran direnişinin ilk günlerinde Bülent Arınç, “ne kadar demokrat olduğumuzu gösteren imkânlar var ve bunların hepsini kapatmak mümkün. Erişimini engellemek mümkün” diyerek interneti, sosyal medyayı “demokrat” bir hükümet oldukları için kullanabildiğimizi ima etmişti. Aradan geçen süre boyunca hükümetin demokratlık cilası döküldü. Torba yasaların içine alelacele ‘internete sansür’ü genişleten bir dizi düzenleme tıkıştırılıverdi. Bu yeni düzenlemelerin rasyoneli ise bir yandan Gezi direnişi, diğer yandan 17-25 Aralık vakasıydı.

2014’ün ilk günlerinde bu rasyoneller, geceyarısı sona eren görüşmelerle meclisten geçirilen ‘internette sansür’ yasasını ortaya çıkardı. Bu yasa ile tek elden ve en kısa sürede internete erişim engellenebiliyordu. Bugün yaşadığımız, hakim kararıyla sansür, duruşma yapılmaksızın engelleme, URL tabanlı engelleme gibi sansür biçimlerinin temelini işte bu yasa oluşturdu.

BIRAKSALAR DAĞINIK KALSA

İnternette sansür yasası olarak anılan bu yasal düzenlemenin 7 Şubat 2014’te mecliste kabul edilmesi ve cumhurbaşkanına gönderilmesi, iktidar içi bir kavgayı da görünür hale getirdi. Düzenlemeye ilişkin AB’den gelen mesajların arkasından  TÜSİAD ve Türk Barolar Birliği de dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e mektup gönderdi. Gül’ün yasada düzeltme yapmasını talep etti. Ancak yasanın esası ile ilişkili olmayan küçük düzenlemeler sonrası, yasayı onayladığını ironik bir biçimde Twitter’dan duyurdu.

İnternetin Türkiye’deki bu sürecini hatırlamak, bugün gelinen noktayı kavrayabilmek açısından önemli. Zira birdenbire 7 Haziran ile başlayan ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında katmerlenen bir internet sansüründen ya da daha genişçe internet üzerindeki özgürlük alanlarımızın kısıtlanmasından bahsetmiyoruz. Neredeyse 2000’lerin başından itibaren yavaş yavaş mayalanan internetin egemenler tarafından ele geçirilme sürecinden bahsediyoruz. Bugün de, -örneğin internet gazeteleri için haber üreten gazetecilerin statüsü gibi- yaşadığımız birtakım sorunlara ilişkin, kısa vadeli çözümler talep eder ya da önerirken uzun uzun düşünmek, bu düzenlemelerin potansiyel sonuçlarını iyi değerlendirmek zorundayız. Ya da basitçe bu düzenlemeleri yapma yetkisi olanlara "gölge etmeyin, başka ihsan istemez" diyebiliriz.

Tüm yazılarını göster