İlhan İrem: Sırt çevirdi devlet kanallarına, gazetelere...

İlhan İrem bu ülkede çok rastlayamadığımız bir tavrın mühim bir temsilcisiydi: İnandıkları için parlak bir dünyaya, arkasında durabilecek ve onu her dönemin "büyük pop yıldızı" yapabilecek devlet kanallarına, en çok satan gazetelerin birinci sayfalarına sırt çevirdi.

Mahmut Çınar cinarmahmut@gmail.com

Çocukluğumda da "ilginç" olduğunu düşünürdüm. Sesi, şarkı söyleme tarzı, pop müziğin yakışıklı yıldızlarının jantiliğinden uzak, bir liseli çocuğu andıran görünüşü, TRT’de arada bir birkaç kelam ettiğinde duyduğumuz sakin, neredeyse fısıldar gibi ve fazla özenli konuşması… Derken bir süre ortadan kaybolup sonra tekrar ortaya çıkmaları, kıvırcık uzun saçları, küpesi, o meşhur güneş gözlüğü ve tabii siyah, enteresan kıyafetleri…

Kendisinin "romantik dönemim" diye adlandırdığı 70’li yılların başlarında çoğu basit armonilere ve çok derinlikli olmayan sözlere dayanan Türkçe sözlü hafif müzik yaptı İlhan İrem. Çok da doğal çünkü ilk şarkılarını yazdığında daha çocuktu. 18 yaşında abisinin de yönlendirmesiyle kafayı bozup İstanbul’a plak yapmaya geldiğinde defterinde en az 15-20 şarkısı vardı. Birçoğu şarkılarını "basit" ve amatör bulan yapımcıların kapılarını aşındırdı bir süre. Derken dönemin efsane yapımcısı Antuan Şoriz bu genç adamın plaklarını yapmaya karar verdi. Büyük umutlarla Diskotür etiketiyle çıkan ilk 45’liği 'Birleşsin Bütün Eller'/'Bazen Neşe Bazen Keder' sadece 96 adet satılabildi.

'GALİBA MEŞHUR OLDUM'

Bu büyük hayal kırıklığına bir çare arayan Şoriz, İrem’e yazdığı şarkıları başka sanatçılara okutma teklifi sundu. Belli ki bu cılız görünüşlü, sesi de ötekilerinkine hiç benzemeyen genç adamdan bir pop yıldızı doğurabileceğine inanmamış merhum. İrem reddetti bu teklifi ve yine Şoriz’in desteğiyle 1974’te ikinci 45’liği 'Yazık Oldu Yarınlara'/'Haydi Sil Gözlerini' basıldı. Bu ikinci plak, İlhan İrem’in "pop yıldızı" kariyerinin de başlangıcı oldu. İlk kez sokakta bir şöhret olarak tanındığını fark ettiğinde yine Şoriz’in Suriye Pasajı’ndaki ofisine gidiyordu. "Galiba meşhur oldum" dedi ofise varınca.

İlhan İrem ölene kadar arayış içerisinde oldu. Bunu ilk dönem şarkılarından da sezmek mümkün. 1975’te yayınlanan üçüncü 45’liği 'Anlasana' örneğin, onun henüz işin başındayken müzikal bir arayışa girmiş olduğunun ilk önemli kanıtı. Olgun bir şarkı yazarının elinden çıkmış gibi duyulan, çok iyi kurgulanmış bu aşk şarkısı, "Sensizliğin acısını sen nereden bileceksin / Sen hiç sensiz kalmadın ki" gibi sözleriyle aslında çıktığı gün pop klasikleri arasına gireceğinin nüvelerini taşıyordu. Öyle de oldu. "'Anlasana'da ilk defa genç odamdan çıkıp kâinatlara ve kozmosa yönelmiştim" diye anlatacaktı yıllar sonra.

80’lerde o meşhur "mistik ve metafizik" dönemi başladı. Müziği değişti, tavrı değişti, belli ki iktidarla ilişkisi değişti ki zaten ortalıkta pek görünmez oldu. TRT bu dönemde onun 70’li yıllarda yaptığı ve hemen hepsi hit olmuş şarkılarını sık sık çalsa da bıyıkları, sakalları, o dönemde ekrana çıkamamasına neden olan küpesi ve siyah kıyafetleriyle tekrar göründüğünde bu kez pek anlamadığımız ya da anlam veremediğimiz konulardan bahsediyordu. İrem’in bu inzivasının ve kozmosa doğru genişleyen ilgi alanlarının, 12 Eylül zulmünün yarattığı kırılmayla ilgisinin olmaması düşünülemez. 2011’de Evrensel’den Özer Akdemir’e verdiği röportajda o kırılmayı şöyle anlatıyor: "Bu aslında 1980 sonbaharında askerden döndüğüm gün yazdığım şarkı ile başlayan bir süreç. Erzincan’dan dönerken Uludağ’ın eteklerinde sisler içindeki Bursa’yı uzaktan gördüğümde, aracımı yolun kenarına çekip 'Olanlar Olmuş' adlı şarkımı yazmıştım. Bu şarkı bir milat oldu. 70’li yıllar boyunca 17 yaşından başlayarak ülkenin en parlak yıldızıyken, 1979’da gittiğim Anadolu’dan 1980’de döndüğümde kendimi koyu bir anlamsızlık içinde buldum. 80 darbesi Türkiye’yi bir daha geri gelmeyecek biçimde yamulttu."

‘CEM KARACA İLE BARIŞ MANÇO ARASINDAKİ DUYGUSAL BOŞLUK…’

Aslında şarkılarının mesajlarına da yansıyan toplumsal, politik pozisyonunu bir söyleşide çok doğru izah etmiş İrem. 80’lerde TRT’de yayınlanan bir röportajda özetle diyor ki, "Cem Karaca ile Barış Manço’nun hayranlarıydım ancak onların arasında bir 'duygu boşluğu' yakaladım ve orayı doldurmaya karar verdim." Ben bunu, güncel siyaset üstü durmaya çalışan Barış Manço’nun etliye sütlüye dokunmayan tavrı ile ile politik duruşunu sert ve net biçimde dile getiren Cem Karaca’nın "radikalliği" arasında bir çizgide durmak istediği biçiminde okuyorum. Nitekim on yıllar boyunca dinleyicisine sunduğu aşk ve sevgiye dair şarkılarının evrensel barış mesajları içerdiğini, toplumsal kötülüklere karşı bir cevap olduğunu söyledi her fırsatta. Zamanın en büyük Eurovision başarısı olan 1986 tarihli Melih Kibar bestesi 'Halley’in sözleri onun bu arayışının güzel bir örneği. 76 yıl sonra tekrar görünen Halley kuyruklu yıldızını bir küresel barış ve sevgi işareti olarak okumayı istemiş İrem: "Bir müjde ver şu kalplere / Hay Halley // Müjdeler olsun / Çaldım ben kapıyı // Müjdeler olsun / Dünya aç kapıyı // Müjdeler olsun / Sevgi en kolayı // Müjdeler olsun sizlere // Merhaba Halley / Sevgi ver buraya // Merhaba Halley / Saygı ver buraya".

Ülke siyasetine kulaklarını tıkamayan İrem, ülkenin çok karanlık dönemlerinde İHD gibi oluşumların gecelerinde sahne alırken bir yandan metafiziğe olan ilgisiyle dünyaya ve evrene dair düşüncelerini geliştirmeyi sürdürdü. 90’lı yıllarda sahnelere 2006’ya kadar sürecek bir ara verdi. 'İlhan-ı Aşk', 'Koridor' gibi inziva atmosferinde yaptığı albümlerin yanı sıra kitaplar yazdı, resim yaptı. Bu dönemde arka arkaya 'Best of…' albümleri yayınlandı.

90’ların sonundan itibaren siyasi görüşlerini dile getirdiği köşe yazıları yazmaya başladı İrem. Bugün pekâlâ 'ulusalcı' bir bakış açısıyla yazıldığının adı konabilecek bu yazılarda küresel emperyalizmi ve onun bir uzantısı olarak gördüğü siyasal İslam’ı eleştiriyor, kimi zaman da metafizik konulara değiniyordu. Hiçbir dine inanmadığını açıkça söylüyor, kurumsal dinlerin sanatın ve yaratıcılığın önündeki en büyük engel olduğunu ifade ediyordu bir yandan da.

Son 10-15 yıldır ise aslında 90’lara ve 2000’lerin başlarına oranla daha görünür olsa da bir efsane gibi anılıyor İlhan İrem. Yarattığı gizem perdesi, onu ulaşılması zor bir ikona dönüştürdü. Bunu tercihen yaptığını biliyoruz ancak bu perde metaforu, aslında onunla ilgili daha geniş bir resmi anlatıyor. Bir başka röportajında, "İlkokulda sınıfın perdelerin arkasına saklanıp şarkılar söylerdim" diyor. Sonra yine aynı röportajda, "İlk bestelerimi odamın perdeleri arkasında üretiyordum" diye ekliyor. Hayata veda edene kadar kendisiyle konuşmaktan ve saklanmaktan korkmayan bir çocuk oldu hep.

İREM’İN GİDERKEN HATIRLATTIKLARI: GURUR VE TUTARLILIK…

İlhan İrem belli ki düşünsel ve duygusal olarak "zengin" bir hayat yaşadı. O malum arayışını hiç terk etmedi. Muhtemelen gel-gitleri oldu, büyük küskünlükleri de. Zaten ilk büyük kırılmasını da popüler kültürün aldığı yeni şekli ve kitlelerin zevklerindeki büyük dönüşümü eleştirdiğinde piyasaya olan küskünlüğüyle yaşadı.

Dünyadan uzak gibi görünen duruşu, siyasi görüşü, şarkılarının kimi zaman değişen zor biçimleri… Her şey tabii ki eleştirilebilir ancak İlhan İrem bu ülkede çok rastlayamadığımız bir tavrın mühim bir temsilcisiydi: İnandıkları için parlak bir dünyaya, arkasında durabilecek ve onu her dönemin "büyük pop yıldızı" yapabilecek devlet kanalına, en çok satan gazetelerin birinci sayfalarına sırt çevirdi.

Üstelik hayatı boyunca hep kendi şarkılarını yazdı ve her şarkısında kendi hikâyesini anlatmayı seçti. Bu nedenle kendisine "çağdaş bir ozan" dendiğinde bunu severek kabul etti, bundan gurur duydu. Nitekim bu payeyi hak eden birkaç şarkı yazarımızdan biriydi.

Tüm yazılarını göster