İktidarın siyasi rezervleri de ekside

Sözcü diye kürsüye çıkartılanlar, en yüz kızartıcı suçlamalara karşı “ama onlar da yapmış” demekten fazlasını bulamıyor. Yani Merkez Bankası'nın rezervi tüketmesi gibi siyasi rezerv de eksiye düşmüş.

Kemal Can kcan@gazeteduvar.com.tr

Üzerinde tepinilmesi beklenen “amiraller bildirisi” hadisesinin ömrü fazla sürmedi. Lojmanlardan çıkartılmasına ve bileklerine elektronik kelepçe takılmasına rağmen -Bahçeli dışında(1)- iktidar cephesi, amirallerin etrafında dolaşmayı çabuk bıraktı. Buna karşılık, iyice dallanıp budaklanan 128 milyar dolar tartışması son haftaya damgasını vurdu. Biraz geriden gelen “gri pasaportla insan kaçakçılığı” da ön sıraları zorluyor. Aslında 128 milyar dolarlık Merkez Bankası rezervinin eriyip eksiye düşmesi, fazlasıyla teknik bir konu. Bu teknik meseleyi çok anlaşılır biçimde pek çok uzman ortaya koydu. Ekonomi yazarları, eski Merkez Bankası başkanları, eski hazine müsteşarları, uzmanlar, akademisyenler tane tane anlattılar. Mesele, Merkez Bankası kasasından alınan paraların ayakkabı kutularına doldurulması değil elbette. Israrla sürdürülen yanlış politikanın siyasi zararından kurtulmak için harcanan bu paralar, şimdi yeni bir fatura olarak masaya geldi. İnkar kesmeyince, cevap verme bocalaması yaşandı. CHP afişleri için -“hakaret” iddiasıyla- indirme kararı vererek dolaylı bir üstlenmeye -imaya- kapı açan savcılar, mülki idare amirleri üzerinden cevap vermeye kalkışılınca işler iyice çığırından çıktı.

Afiş indirme hamleleri yaşanmasaydı bir kısım insanın belki duymayacağı veya tam ne olduğunu anlayamayacağı bir mesele, şimdi herkesin hakkında fikir yürüttüğü ana gündem haline geldi. Cevap vermeye hiç alışık olmayan AKP yöneticileri ve iktidar sözcüleri, zaman zaman birbirlerini yalanlayan cevaplar üretme yarışına girdiler. MB Başkanı topu Hazine'ye attı, Hazine Bakanı “yöntem eleştirilebilir ama yolsuzluk yok” demek zorunda kaldı. Satış işleminin dayandırıldığı protokolün sorunlarından kime nasıl satıldığı hakkındaki belirsizliğe kadar, itiraflar, ifşalar, yeni sorularla konu iyice genişledi. Son olarak Nurettin Canikli, tıpkı salgındaki sorumluluğu vatandaşa yükleyen Sağlık Bakanı gibi, “paralar vatandaşın yastığının altında” deyiverdi. Bu cevabı neden Canikli’nin verdiği ve ne kadar açıklayıcı olduğu bir yana, iktidarın en temel “döviz krizi gerekçesinin” de böylece sonu gelmiş oldu. Çünkü Canikli, dış mihrakların saldırısının değil, “milletin” dolar iştahının rezervleri emdiğini itiraf etmiş oldu. Bu haliyle savcılar söylenmemiş imalarla yolsuzluk fikrini, parti sözcüleri şimdiye kadar “yanlış bilgi” verildiği kanaatini desteklediler. İnsanın böyle dostları olunca fazla düşman gerekmez elbette. Belki de, “etme bulma” veya “keser döner sap döner” diyalektiği.

Çoğu AKP’li belediyeler eliyle yürütülen “resmi insan kaçakçılığı” meselesi ise, komedi dizisi olsa abartılı bulunacak bir senaryo ile karşımıza çıktı. Bir zamanlar “Burada yaşamak istemeyenler varsa alıp biletlerini göndermek lazım. Bunlar ülkemize yük diyen (Mart 2018–Pendik İlçe Kongresi) Erdoğan’ı haklı çıkartan bir uygulama yapılmış anlaşılan. Yani, skandalın ortaya çıkmasının ardından gazeteci İsmail Saymaz’a “Türkiye’ye yük olacak insanlar gidiyor” diyen Akçakiraz Belediye Başkanı, mesajı doğru anlamış. Vize serbestisinin Avrupa ile pazarlıkların en gözde başlığı olmasının gerekçesini de, bu vakayla daha iyi anlıyoruz. Ancak hem 128 milyar meselesinde hem “insan kaçakçılığı” hadisesinde -aslında son zamanlarda başka konularda da sık sık gündeme geliyor- tuhaf bir savunma refleksinin işlediğini görüyoruz. 128 milyar doların gündemde hızlı tırmandığı ilk günlerde, AKP’li sosyal medya hesapları İmamoğlu’na karşı 121 milyar nerede etiketiyle (hemen vazgeçilen) bir atak denemişti. Önceki gün AKP Sözcüsü Ömer Çelik, insan kaçakçılığı yapan CHP’li ve İYİ Partili belediyeler olduğunu söylemekte bir sakınca görmedi. Salgın yönetiminden polis şiddetine, kadın cinayetlerinden yolsuzluk iddialarına kadar her alanda benzer savunmalara rastlıyoruz: “Onlar da yapıyor”.

İktidarın ayarını bozan şeylerin önemli bir kısmı, artık ileriye iterek, halının altına süpürerek, inkâr ederek, vaatlere havaleyle idare edilmesi zorlaşan sorunlar. Önemli sorun başlıklarında yaşanan sıkıntılar, özel olarak birilerinin onu gündem haline getirmesini beklemeksizin ortalığa saçılıyor, gündemi ele geçiriyor. Bunların saklanamaz olması veya sıvanarak daha görünür hale gelmesinin yanında, bizzat iktidarın içinden dile getirildiğine de tanık oluyoruz. Diğer önemli bir mesele, uzun zamandır adeta otomatik pilotta yürütülen ezber yöntemlerin iyice işlevsizleşmesi. Özellikle muhalefete dönük stratejiler ve hamaset takviyelerinin etkisizliği bariz hale geldi. Ancak çok önemli sebeplerden biri de, iktidarın büyük enerji harcayarak önemli bir mesafe aldığı “siyasetsizleştirme” ve anti-siyaset hamlesinin artık kendisini de şiddetli biçimde vuruyor olması. Siyaset alanını iyice daraltıp, kimsenin siyaset yapamadığı bir zemin yaratırken, iktidar kendi siyasi uzuvlarını da fena köreltmiş. “Metal yorgunluğu” olarak şikayetçi olduğu teşkilat ataleti, “lebaleb kongrelerle” aşılmış görünmüyor. Hatta ters teptiği bile söylenebilir. En büyük sıkıntı da, tabanın aidiyet tutkalının iyice zayıflamış olması. Kutuplaştırma ve kimlik siyasetini sürdürme araçlarının ve bunu taşıyacak kadroların da -özellikle siyasi olanlarının- iyice azalmış olduğunu görüyoruz. Olanlar da başıboş kalmış. 

AKP iktidarı, ilk yıllarında çoğunluğu liberal çevrelerin ve hatta Batılı merkezlerin temin ettiği bir fikri kaynağı kullandı. İktidar o dönemde, aşırı “hazır” cevaptı, hatta pek çok konuyu kibirli bir özgüven ile siyasileştiriyordu. Daha doğrusu onun adına yürütülen bir kavramlaştırma sayesinde, kendisininkini organik siyaset dili olarak dayatıyordu. Daha sonraki Cemaat ittifakı döneminde de, siyasi cevap üretme işi yine “dış alım” şeklinde taşeronlarca karşılandı. Her iki dönemde de -aslında tam öyle olmasa bile- iktidar anti-siyaset odağı olarak karşıtlarını etiketleyebiliyordu. Son yıllarda ise iktidarın siyaseti ele alış biçimi, siyasi (çözümler, vaatler) cevaplar kurmak yerine, her alanı siyasete kapatmak, her konuyu siyaset dışına çıkartmak şeklinde biçimlendi. Siyasete bünyesel olarak yeteneksiz ve aslında siyasete esastan karşı MHP’nin sözcülüğünün ağırlık kazanması bunun zirvesi oldu. Şimdi ise kendisi ihtiyaç duyduğunda bile bir meseleyi, “siyasileştirmek”, sorun ve eleştiriye siyasi cevap üretmekte çok zorlanıyor. Siyaseti siyaset dışı araçlarla yönetme işi de iyice kontrolden çıktı. Muhalefeti savcılar, valiler ve itfaiye merdivenleri ile engellemeye kalkınca, siyaseten çok kaba kaçacak cevaplar üretilmiş oluyor. Sözcü diye kürsüye çıkartılanlar, en yüz kızartıcı suçlamalara karşı “ama onlar da yapmış” demekten fazlasını bulamıyor. Yani, Merkez Bankası'nın yanlış strateji uğruna dolar rezervini tüketmesi gibi siyasi rezervler de eksiye düşmüş.

(1) Bu konuda Bahçeli’nin ısrarını sündürmesi hakkında daha fazlası için:
https://birikimdergisi.com/haftalik/10559/erdogan-bahceli-farki-anlama-kilavuzu

Tüm yazılarını göster