İktidar bloku içinde arayışlar

Türkiye’de hakim siyaset zaten iktidar bloku içinde ve ona doğru yapılmaktadır, siyasetin alanı blokun iç dengeleri tarafından her dönemde belirlenir. Bu nedenle Türkiye’deki otoriterleşme süreci, iktidar blokunun bileşenlerinden herhangi birinin bu süreçteki rollerini görmezden gelerek sadece bürokrasi ile siyasal alan arasındaki ilişkilere indirgenirse, demokratikleşmenin koşulları da tespit edilememiş olur.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

Geçen haftaki yazıda, iktidarın ortaya attığı reform gündemi sonrası muhalif çevrelerde yaşanan kafa karışıklığına değinmiştim. Bildiğiniz gibi, geçmişte sorunlu yönleri acı bir şekilde ortaya çıkan vesayet analizleri, iktidarın reform gündemi sonrasında yeniden gündeme geldi. Yine geçen yazıda, vesayet tartışmasındaki gibi kısıtlı bir analiz çerçevesi yerine iktidar bloku kavramının kullanılmasını önererek, bu kavramın üç bileşenini (siyasi alan, burjuvazi ve bürokrasi) kısaca tarif etmiştim. Bu yazıda, bu kavramı güncel gelişmelere nasıl uygulayabileceğimize dair bazı örnekler vereceğim. Ama önce analizi dinamikleştirmek gerek.

ANALİZİ DİNAMİKLEŞTİRMEK

Gerek iktidar blokunun iç ilişkileri gerekse iktidar bloku ile baskı altındaki sınıflar, kimlikler ve gruplar arasındaki ilişkiler sabit değil, dinamiktir. Örneğin bürokrasi siyaset alanını konjonktürel olarak sınırlayabilir. Ancak siyasi alanın aynı zamanda bir restorasyon kanalı olması, siyasi aktörlere gerek bürokratik personeli gerekse bürokrasinin kurumsal mimarisini yeniden biçimlendirme gücü verir.

Ancak siyaset alanının bu gücü mutlak değildir. Siyasi aktörlerin projeleri, iktidar blokunun bir diğer bileşeni olan burjuvazinin -en esnek tabirle- taleplerini gözetmek zorundadır. Zaman zaman hakim sermaye fraksiyonu ile siyasi aktörlerin gündemleri farklılaşsa da bu ikisi arasındaki senkronizasyon, iktidar blokunun sürekliliği açısından esastır.

Analiz edilen ülkenin dünya kapitalizmine entegrasyon biçimi ve o ülkenin sermaye birikim rejimi de, iktidar bloku analizlerinde dikkate alınmalıdır. Zira birikim rejiminin temel dinamikleri iktidar bloku içindeki biçimlenişi etkilediği gibi, kriz dinamikleri iktidar bloku içindeki dengeleri değiştirebilir, hatta iktidar blokunun bileşenlerinin değişimine neden olabilir.

Kısa bir parantez açayım: Birikim rejimi kavramı ile sıklıkla ilk akla gelen fordizm/post-fordizm gibi bir dönemlendirmeyi kast etmiyorum. Zaten ilgili literatürde bu ikili ayrımın ötesinde farklı birikim rejimleri mevcut, yani bu ayrım 1980’lerde ve 1990’larda kaldı. Bağımlı finansallaşma, Türkiye’nin dünya kapitalizmine güncel eklemlenme biçimini tanımlayan temel dinamiklerden biri. Birikim rejimi derken aklımda bu var. Bu kısa parantezi kapayarak devam ediyorum.

İKTİDAR BLOKU İÇİNDE YENİ DENGE ARAYIŞI

Önceki yazıda belirttiğim gibi siyaset alanını oluşturan aktörlerin güçleri, onların iktidar bloku içindeki manevra alanını belirler. Özellikle siyasi aktörlerin oy oranındaki erozyon, ‘onları iktidar blokunun diğer bileşenlerinin istekleri ve taleplerine karşı daha savunmasız hale getirir’.

Daha da somutlaştırırsak, 2015’teki ilk seçim yenilgisinden sonra, ancak özellikle 2018’den beri süren ekonomik durgunluk neticesinde seçmen desteğinin erimesi, Erdoğan yönetimini iktidar bloku içindeki diğer kesimlere karşı daha savunmasız bırakmıştır. Son dönemde yaşadıklarımız, iktidar bloku içinde yeni bir denge arayışı olduğunu ancak bunun henüz kurulamadığını gösteriyor. İki örnek vereyim.

ERTELENEN KEMER SIKMA SANCISI

İlk örnek iktidar bloku içinde sermaye kesimleri ile siyasiler arasında 2018’de yaşanan sürtüşmeler. Ağustos’taki döviz krizi sonrasında tüm sermaye kesimlerinin birleşerek faiz artışı ve kemer sıkma politikasının uygulanmasını talep etmesi, önce Eylül’de Merkez Bankası’nın sert faiz artışını, sonrasında da Berat Albayrak’ın dramatik sunuşu eşliğinde Yeni Ekonomi Programı’nın ilan edilmesini beraberinde getirmişti. Yani 2018’deki döviz krizi sonrası, iktidar bloku içindeki pozisyonu aşınan Erdoğan yönetimi, kemer sıkma tedbirlerinin uygulanmasını vaat etti.

2018’de kemer sıkma tedbirleri yönünde hakim sermaye çevrelerinden gelen baskılar karşısında önce bu tedbirlerin 31 Mart 2019 seçimleri sonrasına ertelenmesi söz konusu oldu. Sonrasında da dünya ekonomisinde değişen konjonktür sayesinde (Fed’in 2008’den beri ilk kez 2019’da faiz indirimine gitmesi) bu önlemlerin uygulanmasının tümden gündemden kalkması mümkün hale geldi.

Eğer 2019’daki küresel ekonomik konjonktür, 2018’in bir tekrarı olsaydı, 2018’de Türkiye’de kurulan yeni rejim bugüne kadar gelemeyebilirdi. Ama bu olmadı, 2019’da küresel ekonomideki değişim Erdoğan yönetimine bir IMF programı uygulamadan krizi geleceğe erteleme olanağı tanıdı. Sonrasını biliyorsunuz: Bırakın kemer sıkmayı, iktidar faiz indirimi ile ekonomik toparlanmayı canlandırma denemelerine girişti. Ta ki geçtiğimiz Eylül’de gelen ‘U-dönüşü’ne kadar.

Örneğe dönersek, Erdoğan yönetiminin kemer sıkma vaadini yerine getirememesinin yarattığı sıkıntılar günümüze kadar geldi. Dolayısıyla iktidar blokunun içindeki temel gerilimlerden biri halen bu.

POLİTİK KİLİTLENME

İkinci örnek, Erdoğan yönetiminin 31 Mart 2019 sonrasında aşınan seçmen desteğini yeniden tesis etmek için ‘kızgın demiri soğutma’ benzetmesiyle yeni bir ‘Türkiye ittifakı’ kurma girişimi olabilir. Bu olayda Erdoğan, sermayeden gelen talepleri hayata geçirmesi durumunda seçmen desteğinin daha da azalacağını, bunun sonucunda ise sermayenin taleplerine karşı daha korunmasız olacağını fark ederek, iktidar blokunun siyasi bileşenini tümden yeniden biçimlendirmeyi denedi.

Ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişte kritik rol oynayan milliyetçi ittifak, aynı zamanda Erdoğan’ın iktidarı için önemli bir kırılganlık oluşturmaktadır. Erdoğan’ın siyasi açmazı, milliyetçi ittifakın sadece MHP ile ve sandık odaklı değil, iktidar blokunun bürokratik bileşenlerini de içerecek şekilde hayata geçmesidir.

REFORM GÜNDEMİ NE DEĞİLDİ?

Bu iki örneği akılda tutarak güncel tartışmaya dönelim. İktidarın reform gündeminin gerisinde, kriz dönemlerinde siyasi bileşenin iktidar bloku içerisindeki konumundaki göreli gerileme olduğunu görebiliriz. İktidarın toplumsal desteğinin aşınması sonucunda Erdoğan yönetimi kendi gündemini, sermayenin hakim fraksiyonunun gündemi ile senkronize etme ihtiyacı hissetmiştir.

Reform gündemi, muhalefetin ona atfettiklerinin aksine, bundan ibarettir. Yani Erdoğan yönetiminin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve hukuk devletinin oluşturulması amacıyla tasarladığı, ancak üzerindeki ‘vesayet’ nedeniyle sınırlandırılmak zorunda kaldığı bir reform gündemi zaten söz konusu değildi.

Buradan siyaset alanının üzerinde, onun sınırlarını çizen bir vesayet analizi çıkmaz. Zira Türkiye’de hakim siyaset zaten iktidar bloku içinde ve ona doğru yapılmaktadır, siyasetin alanı blokun iç dengeleri tarafından her dönemde belirlenir. Bu nedenle Türkiye’deki otoriterleşme süreci, iktidar blokunun bileşenlerinden herhangi birinin bu süreçteki rollerini görmezden gelerek sadece bürokrasi ile siyasal alan arasındaki ilişkilere indirgenirse, demokratikleşmenin koşulları da tespit edilememiş olur. Tıpkı 2000’lerdeki gibi.

Yaşanan, yeni rejimin tahkimatının yani otoriter konsolidasyon sürecinin iç çelişkilerinin her kritik dönemeçte açığa çıkmasından ibarettir (1). Muhalefete hakim olan otoriterizmden çıkış stratejisi, iktidarın kısa süre bir sonra, ekonomik kriz kaynaklı nedenlerle kendiliğinden el değiştireceği tespiti etrafında şekillendiği sürece, Türkiye’nin kısmi de olsa demokratik bir düzene yaklaşması ihtimali giderek zorlaşıyor.

Önümüzdeki hafta kaldığım yerden devam edeyim.

(1) Bu yazıda ifade ettiğim çerçevenin referanslarını akademik bir formatta görmek isteyen okuyucu, geçenlerde ‘Contemporary Politics’ dergisinde yayınlanan ‘Authoritarian Consolidation Dynamics in Turkey’ makaleme bakabilir. Link şurada, yazıya ulaşamayanlar bana (uakcay@gazeteduvar.com.tr) yazarsa kendilerine iletebilirim.

Tüm yazılarını göster