İkinci yüzyılında Cumhuriyet'in içkiyle imtihanı

İkinci yüzyılda da içki Cumhuriyet'in başat sorunları arasında kalmaya devam edecek gibi gözüküyor. Sorun siyasal İslamcılarla, sekülerler arasındadır. Laik bir Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında içki içenlerin; içenlere hakaret edip, paralarını almaktan çekinmeyen siyasal İslamcılar kadar cesur ve direngen olmaları, belki de tüm perdeleri kaldırmaları gerekiyor.

Grand Korçi grandkorci@gmail.com

Geçtiğimiz günlerde ülkenin en büyük rakı üreticisi, Cumhuriyet'in yüzüncü yılını şık bir etkinlikle kutladı. Etkinlik, dönemin zenginlerinden Hristaki Zoğrafos tarafından 1876 yılında kurulan Cité de Péra’da, bugünkü adıyla Çiçek Pasajı’nda gerçekleştirildi. Atmosferi ve tarihi itibariyle etkinliğin amacına oldukça uygun olan mekanı dolduran davetlilerin çoğunu kültür, medya ve gastronomi dünyasından isimler oluşturuyordu. Davetliler Jehan Barbur, Güvenç Dağüstün ve Cem Adrian’ı dinlerken, ellerinde tutabildikleri (en azından hala) rakı kadehlerinin Cumhuriyet’in bir kazanımı olduğunu idrak ederek eğlendiler. Bu idrakta firma yöneticisinin anlamlı açılışı ve etkinliğin dozu kaçırılmamış içerik tasarımının da katkısı büyük oldu kanımca.

Cumhuriyet Kutlaması

Gecenin sonunda yüzlerce ‘’Cumhuriyet hanımefendisi ve beyefendisi’’ sessizce evlerinin yolunu tuttu. Güzel olmasına güzel bir etkinlikti lakin koskoca Çiçek Pasajı’nın kapsına gerilmiş siyah perdeler arkasında kutlandı. Tam yüz yıl sonra!. Daveti yapan firmanın konjonktürel meseleleri dikkate alarak güvenlik amacıyla böyle bir tercihte bulunması anlaşılırsa da, bendeniz meselenin güvenlikten öte boyutlarını düşünüyordum eve dönerken. Yaşadığımız iklimde hasıl olan ve giderek artan kutuplaşmayı nasıl anlamalıyız? Cumhuriyet'in ilanından tam yüz yıl sonra içki içenleri lanetleyebilecek meşru zeminini yaratmış siyasal İslamcılarla, içki içtiği-içebildiği için gururlanan sekülerler arasındaki gerilim, Kuzey Anadolu Fay hattını aratmayacak denli enerji biriktiriyor. Biriken enerji de kırıklardan boşalmak için adeta alesta bekliyor. Dananın kuyruğu kopacak mı yoksa bu da konjonktürel bir mesele mi? Yüz yılda gelinen nokta kimileri için kazanım, kimileri için tehlikeli bir dönem gibi nasıl algılanabiliyor?. Yanıtları yüz yıllık Cumhuriyet ve içki özetinde bulabiliriz belki.

OSMANLIDA İÇKİ İÇİLİR MİYDİ?

Derdimiz Cumhuriyet olsa da filmi çok daha eskiye sararak başlayalım. İslamiyet öncesi dönemde Türklerin kımız, şarap ve araki gibi içkileri hem günlük yaşamda, hem toy gibi eğlencelerde hem de devlet diplomasisinde rahat ve bolca tükettiklerini biliyoruz. İslamiyetin kabulünden sonra Sünni yorum hakim olana dek Osmanlıda da içkinin tabu olmadan tüketildiğini söylüyor kaynaklar. Osmanlı’nın tarih sahnesinden kalktığı günlere dek de bu böyle sürdü. Müslüman olmayan tebaa ve ziyaretçiler için içki serbest olsa da, kah gizli kah açık müslümanlar da ab-ı hayatın tadına bakmaktan geri kalmamış bu topraklarda. Koskoca padişaha Sarhoş Selim lakabı da boşuna takılmamış. Benim dedelerim değil, İslamcıların pek bir sevdiği Abdülhamid Han Hazretlerinin baş mabeyncisi, Maliye Nazırı Sarıcazade Ragıp Paşa açmış ilk rakı fabrikasını. Saray ve tebaa arasında içki tüketilirken, devlet yönetimi içkiden gelen gelirlerle dar boğazlarını atlamaya çalışmış. Ulema tayfasıysa her zaman olduğu gibi içkinin ve içkicilerin kökünü kazımaya hevesli olmuş. 

CUMHURİYET MENİ MÜSKİRAT KANUNU’NUN GÖLGESİNDE Mİ KURULDU?

23 Nisan 1920’de kurulan Birinci Meclis, devrimci radikallerin ağırlıkta olduğu birinci grup ile muhafazakarların ağırlıkta olduğu ikinci gruptan oluşuyordu. Meclisin ilanından tam 5 gün sonra, 28 Nisan’daki dördüncü kanun teklifinin içki yasağıyla ilgili olması, yüz yıl sürecek olan gerilimin ilk tohumu sayılabilir.  Men-i Müskirat Kanunu teklifi büyük çekişme, erteleme taktikleri ve kavgalar sonucu 14 Eylül 1920’de ilginç bir oylamayla yürürlüğe girdi. 71 leyhte, 71 aleyhte oyla meclis ortadan ikiye yarıldı. Din alimi ve sıkı muhafazakar meclis başkan vekili Konya mebusu Mehmed Vehbi Efendi’nin leyhte oyuyla içkinin kısa dönemli kaderi de çizilmiş oldu. Kaynaklarda Mustafa Kemal’in bu oturuma neden katılmadığının altı pek çizilmese de kanunun getirdiği yasağa uymadığı bolca anlatılır. Teklifi getiren Trabzon vekili Ali Şükrü Bey’in, Mustafa Kemal’in fedaisi Topal Osman tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan o günlerden beri din eksenli, muhafazakar ve içkisiz bir toplum hayal edenlerle; ilmi, fenni rehber edinmek ve içkiyi tabu olmaktan çıkarmak isteyenler arasındaki çekişmenin hikayesidir belki de bizim hikayemiz.

İÇKİNİN BAŞKENTİ İSTANBUL’UN CUMHURİYETLE TANIŞMASI

Eğlence mekanlarının, üreticilerin ve müdavimlerinin çoğunun Rum olduğu İzmir, Kemalistlerin eline geçtikten hemen sonra çıkan yangında içki stoklarının neredeyse tamamını kaybetti. Artık İzmir için de yasaklı günler başlamıştı. İstanbul ise 8 Ekim 1923’e kadar içkiyle ilişkisini serbestçe sürdürdü.  İstanbul’un Cumhuriyet'in ilanına denk gelen günlerde sıkı bir içki yasağıyla karşı karşıya kalması, yasağa muhalefet eden Kemalistlerin eliyle gerçekleşti. Bu durum tarihin garip bir cilvesi olmasa  gerek. Yeni Cumhuriyet'in sahibi yeni Türkler, ‘’aleme’’ de çeki düzen vermeliydi. Ulus devlet olmak bunu gerektirirdi. Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler yeni düzene uymalı, sermaye sahipleri bu yeni ortaklarını kabul etmeliydiler. Gönüllü olmazlarsa zorla. Nitekim öyle de oldu ve Cumhuriyet ardı ardına yürürlüğe soktuğu radikal kopuş kanunları arasına içkiyi de dahil etti.

TEKEL Birası Afişi
İÇKİ YASAĞINDAN DEVLET TEKELİNE

1924 yılına gelindiğinde hilafet kaldırılmış, dümen laik bir rotaya doğru çevrilmişken içki yasağı da sona erdirildi. İçki serbest oldu ama içkiden alınan vergi tam dört katına çıkarıldı. Devlet ciddiyetinin göstergesi olarak da; el-Devlet’ül Türkiye Cumhuriyeti İdaret’ül İnhisar’ül Müskirat (Müskirat İnhisarı İdaresi - 1926) kurularak devlet tekelinin ilk adımı atılmış oldu. Özel sektörün hala rakı üretebildiği bu yılların ardından, 1932’ye gelindiğinde İnhisarlar Umum Müdürlüğü’nün kurulmasıyla tam bir tekel dönemi başlamış oldu. 1944 yılında da üretim tamamen devlet eline geçti ve bildiğimiz TEKEL doğdu. 2003 yılına kadar da TEKEL demek içki demek oldu.

TEKEL SONRASI DÖNEM VE AKP’Lİ YILLAR

İçkideki devlet tekelinin kaldırıldığı yılların, yeni bir devlet düzenine doğru yola çıktığımız yıllar olduğunu bilmiyorduk elbette. Meseleyi böyle okumayı kimse akıl etmedi o yıllarda ve edemezdi de. Şimdiyse siyasal İslamcıların içkiye getirdikleri orantısız ve amansız vergilerin ağırlığı altında nefes almaya çalışıyor memleketin önemli bir kesimi. Bu olumsuz koşullara rağmen içki üreticilerinin sayısı ve tüketim miktarı her geçen gün artıyor. Eğlence mekanları, meyhaneler tekrar itibar kazanıyor. Hatta Michelin yıldızları devlet eliyle ülkeye getiriliyor.

Beri yandan pandemide başlayan müzik, eğlence ve içki yasakları her fırsatta yaygınlaştırılıyor. Parklarda ve kamusal alanda içki içilmesinin önü tamamen kapatılmaya çalışılıyor. İçki içmenin yasak, içenin kafir, izin verenin yatakçı olduğu bir düzene olan özlemin taşları her geçen gün tahkim ediliyor. 

Paradoks gibi gözükse de aslında AKP de, Osmanlı gibi içkiden gelen tatlı paradan vazgeçemiyor. Kendi muhafazakarlarının ateşiniyse; içki gibi netameli konuları sembol yaparak harlıyor. Belki de daha doğru bir deyişle, muhafazakar kitlesinin gazını alıyor. Elbet bu stratejinin yol açtığı lümpenleşme; içkisiz, eğlencesiz, sanatsız çorak bir memlekete dönüşmemiz umurlarında değil. Yeter ki kurdukları (bir türlü kuramadıkları) bu düzen ellerinden gitmesin.

Velhasıl ikinci yüzyılda da içki Cumhuriyet'in başat sorunları arasında kalmaya devam edecek gibi gözüküyor. O vakit sorunun adını da, adlı adınca koymak gerek. Sorun siyasal İslamcılarla, sekülerler arasındadır. Laik bir Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında içki içenlerin; içenlere hakaret edip, paralarını almaktan çekinmeyen siyasal İslamcılar kadar cesur ve direngen olmaları, belki de tüm perdeleri kaldırmaları gerekiyor.

Tüm yazılarını göster