Gündem dışı bir Mülkiye yazısı

Bu yazıda Mülkiye’nin benzer bir tasfiye döneminin ardından nasıl dirildiğinden, 90’lı yıllarda akademik ortamını nasıl yeniden yarattığından ve öğrencilerin yaratıcı özgüveninin ürünlerinden söz edeceğim. Sadece umut olsun diye değil, aciz yönetimlerin baskılarının yaratıcı özgüvene dayanamayacakları gerçeğini bir kez daha tekrarlamak için.

Dinçer Demirkent dincerdemirkent@gmail.com

Üniversiteye dair “marjinal” birkaç düşünce kırıntısı biriktirdim. Bunu söylerken Ece Ayhan’ın “Türkiye’de marjinal yoktur, olamaz” iddiası yanı başımda. Karşısında elbette duramam, marjinallik iddiam yok, marjinal birkaç fikir sadece. Ayhan’ın Ricorda’ya atıfla söylediği noktadan, “marjda olan risklidir, ama piyasayı da marjdaki ürünler belirler.” O vakit yazacaklarımın sınırının bu olduğu kabul edilsin.

Gündem dışı üniversite yazısı, aslında çok da özel olmayan bir gündemin ürünü. Bir yılı aşkın bir süre önce ihraç edildiğim Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin bütünüyle tasfiyesi sürerken giriştiğim eskilere dönük bir taramadan yola çıkacağım. Bugünlerde öğrenci topluluklarının askıya alınması ile gündeme gelen Siyasal Bilgiler Fakültesi, namı diğer Mülkiye’de YÖK müfettişlerinin habersizce gelip dersleri izlediği, doktorasını bitiren asistanların sessizce tasfiye edildiği süreç devam ediyor. Türkiye’de YÖK programından çok daha özgün, ender derslerden biri olan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersi zaten fakülteden alınarak lise müfredatına uygun hale getirilmişti. Türkiye’nin ilk İnsan Hakları Merkezi de emin ellere teslim edilmişti. Dersler gitti, bilim merkezleri kapatıldı, akademisyenler atılıyor, eee ya öğrenciler?

ÖĞRENCİ TOPLULUKLARI TUHAFLIĞI

Bunların arkasından gelen öğrenci topluluklarının askıya alınması meselesi başlı başına bir garabet. Ankara Üniversitesi’nden daha köklü bir tarihi olan SBF Tiyatro Topluluğu örneğin, ismi nedeniyle askıya alındı. İsmin başına öğrenci eklenmeliymiş. Ayrıca yılda en az beş faaliyet yapmalı ve bu faaliyetleri önceden bildirmeliymiş. Aksi takdirde tescilli bir öğrenci topluluğu olamaz, üniversitenin sunduğu olanaklardan yararlanamazmış. Örneğin bir Sosyalist Düşünce Topluluğu kurulamazmış çünkü aynı içerikte faaliyet gösteren başka fikir toplulukları varmış, Sosyalist Düşünce Topluluğu’nu kuran arkadaşlar Veterinerlik Fakültesi’ndeki Atatürkçü Düşünce Topluluğu’na üye olabilirlermiş. En matrağı Sosyal Bilimler Topluluğu kurmak isteyen öğrencilerin başına gelen. Logolarındaki evrimini kitap okuyarak tamamlayan insan figürünü gören üniversite temsilcisi onlara evrim ile sosyal bilimlerin ne ilgisi olduğunu sormuş. Faaliyetleri arasında bulunan sinema gösterimi yapmanın sosyal bilimle ilgisi kurulamamış. Siyaset bilimi topluluğundaki öğrencilere siyasete bulaşmayın denmiş, hız alınamamış ya bulaşırsanız bak ama denmiş…

Örnekler çok. Fakat örneklerden çıkan sonuç hiç de eğlenceli değil. Üniversiteyi bir asayiş meselesi olarak algılayan, öğrenciyi bir asayiş sorunu olarak gören, onun yaratıcı gücüne ket vuran, eleştiriyi, neşeyi, özgür düşünceyi boğan; merkezileştiremediği, kendi avucunun içine alamadığı her şeyden ürken bir acz içindeki üniversite yönetiminin Mülkiye tasfiyesini tamama erdirme projesi bu. Mesele başlı başına bir yazı konusu. Fakat ben bu yazıda Mülkiye’nin benzer bir tasfiye döneminin ardından nasıl dirildiğinden , 90’lı yıllarda akademik ortamını nasıl yeniden yarattığından ve öğrencilerin yaratıcı özgüveninin ürünlerinden söz edeceğim. Sadece umut olsun diye değil, aciz yönetimlerin baskılarının yaratıcı özgüvene dayanamayacakları gerçeğini bir kez daha tekrarlamak için. Birkaç küçük örnek üzerinden.

AKADEMİK ÖZGÜVENİN TAŞIYICISI GENÇLER VE GELENEK

90’lı yıllar, Mülkiye’de 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa dayanarak Fakülte’den atılan hocaların bir kısmının geri döndüğü yıllar. Bu yılların hemen öncesinde ve hemen sonrasında fakültede bir şeyler cereyan etmeye başlıyor. Ciddi şeyler. Örneğin Ocak 1993’te bir takım “marjinal” toplantılar düzenlenmeye başlıyor. Bu toplantıları başlatmaya karar veren “kıçı kırık” asistanlar, profesörlerin yazdığı, hem de 1402’lik profesörlerin yazdığı makaleleri, tartışma toplantıları adı altında sorguya çekiyorlar. Akademik bir sorgu. Ama öyle böyle değil. Hem de bunu “Tartışma Tutanakları” başlığı altında yayımlıyorlar. İlk toplantının tutanağında 12 Ocak 1993 yazıyor. Tartışılan makale sevgili kürsü hocam Cem Eroğul’un “Demokrasi ve Ulus Kavramları: Öznel Bir Değerlendirme” başlıklı makalesi. Katılanlar bölümün profesörleri ve asistanları. 12 Eylül sonrası 1402’lik olan Cem Eroğul, istifa eden Alaeddin Şenel, Taner Timur katılımcılar arasında. 2017’de fakültelerinden atılan Aykut Çoban, Faruk Alpkaya da. Toplantıyı açan dönemin asistanı Aykut Çoban şunları söylüyor: “Üniversitenin yaşadığı olumsuzluklar, toplumun yaşadığı genel çürümenin, değer aşınmasının hem bir koşutu hem de beleyicisi aslında. Siyasal Bilgiler Fakültesi de bu sürecin belli ölçülerde dışında kalabilmiş değil. Tabii bu olumsuzluklar zincirini tümüyle dağıtmak mümkün değil ama en azından birkaç zincirini kırmak mümkün diye düşündük.” Toplantıların amacı böyle açıklandıktan sonra toplantıya kimin başkanlık edeceği konusunda açık bir görüş bildiriliyor. Eğer bir başkan olacaksa neden bu her toplantı için ayrı bir asistan olmasın? “Böylece hem asistanların YÖK öncesi gibi üniversitenin asli kurumlarından olması ve kurumun yeniden ciddiyet kazanması bir ölçüde sağlanır diye düşündük.”

Tutanaklardan okuma şansımız olan tartışma metinlerinin ilkinde Prof. Dr. Cem Eroğul’un makalesini en hunharca eleştirenler asistanlar. Sonuç şu; bu tartışma metinleri Mülkiye’de bir gelenek yaratıyor. Fakülteye asistan girenlerin bir bölümü, bu geleneği yeniden yaratmayı, dönüştürmeyi, geliştirmeyi, aşmayı görev biliyor kendine. Çabalıyor. Sonraki dönemlerde asistanlık yapan herkes için bir çıtaydı bu. 1990’ların başında, asistanın bir hiçe indirilmek istendiği YÖK sisteminde asistanlar tarafından konmuş bir çıta. Bu nedenle Mülkiye’de asistanlar çok uzun bir süre güçlü kalabildi, yeni ve kapsamlı tasfiyeye kadar.

ÖĞRENCİLERİN YARATICI TAZYİKİ

Sine-i Mekteb’in 15'inci sayısındaki Mülkiye krokisi

90’ların başı öğrencilerin ürünleri için de çıtalar koydu. Örneğin Sine-i Mektep var. “Saygın Muhalif Dergi.” 1988’de başlıyor, uzunca çıkıyor. Tartışma toplantıları ile aynı dönemde, “her an çıkabilir” ünlemiyle çıkan 15'inci sayısı var elimde, yıl 1993. Mizah, eleştiri dozunu kendi belirliyor. Öğrenci topluluklarını eleştiriyor örneğin, 500 öğrenci civarında gezinen toplulukların toplam nüfusunu az buluyor, topluluklar da saymakla bitmiyor tabii. Hepsi eleştiriden payını almış. Sine-i Mektep bir de sözler veriyor, “Hocalardan not istemeyeceğine… Hocalara yöneltilen eleştiriler hâlâ okunmaya değer. Bu yazının görseli de Sine-i Mekteb’in 15'inci sayısındaki Mülkiye krokisi… Mekanın 90’lı yıllara ilişkin mizah, eleştiri ve güç dolu bir yorumu bizzat bu kroki.

Aynı dönemde SBF Öğrenci Derneği’nin (SBF-ÖD) ağırlıkta olduğu, derneğin yayını olarak bilinen Siyasal dergisi çıkıyor, Fakülte, yönetim, öğrenciler, dersler sorgulanıyor. Başka dergiler, başka fanzinler çıkıyor. Neredeyse her Mülkiyeli kendinden önce konmuş çıtaları aşmayı deniyor yıllar yılı. Mizah dergileri, fanzinler, dernek yayınları, siyasal, kültürel yayınlar…

Bu çoğalma, tartışma, yeniden üniversiteye dönüşme döneminde, geleneğin kendini aşarak yeniden örgütlenmesinin başka ayakları da var… İnek Bayramı’nın, eleştirinin, düşüncenin çoğalması, yeniden örgütlenmesi… Mülkiyeli öğrencinin 2000 sonrasında, olur olmaz dergi çıkarma, topluluk kurma, düşüncelerini yayma, eğlenme, neşeli olma arzusunun taşıyıcıları oldu bu çıtaları ölçüt alan gelenek. Dolayısıyla da aslında gelenek denen şey, köklü kurumun bütünsel tarihini belirleyen bir marjda yer alan, belki de sayıca daha az olan etkili akademik grupların ya da öğrenci gruplarının yaratıları. Gelenekleri sayının çokluğu değil, marj belirliyor yani.

Özcesi, Edip Cansever’in dizesiyle, “O çocuklar büyüyecek”.

Tüm yazılarını göster