Gençliğin 100 yılı: Cumhuriyet’in kuşakları

Günümüzde kurumların ve toplumun, özne olma bilincindeki gençleri 'öğretilen, biçimlendirilen' değil gelişimlerine eşlik edilen bir grup olarak görmeleri zorunlu… 

Abone ol

Hakan Yücel*

Gençlik biyolojik bir hal değildir; toplumsal bir kurgudur. Eğitimin bir hazırlanma safhası olarak düşünülmesi ve aile dışına çıkmasıyla birlikte gençlik icat edilmiştir. Başka bir deyişle modern okulların icadıyla gençliğin icadı birbirine koşut olarak gerçekleşti. Böylece hem dünyada hem bizde 19. yüzyıldan beri (eğitimli) gençlik, geleceğin (idealleştirilmiş) yurttaşının oluştuğu yaş dilimi olarak kabul edildi, devlet merkezli çeşitli “gençlik mitleri” ve yer yer gençlerin bunlara karşı kimlik arayışları gelişti. 

Modernleşme sürecinin başlangıcından bu yana oluşan gençlik politikalarının yanı sıra gençler arasında toplumsal kuşak kavramıyla açıklayabileceğimiz belli düzeyde ortaklaşmalardan söz edilebilir. Kuşağı düşünceleri, duyguları ve yaşam tarzları benzeşen ve unsurları oldukları toplumu etkileyen büyük olaylara benzer tepkiler veren ortak fiziksel, entelektüel ve ahlaki koşullarda yaşayan insanlar topluluğu, yaş grubu olarak ele alıyoruz. Dolayısıyla toplumsal kuşak oluşturmak için aynı yaş grubunda olmak yetmez aynı tarihsel-toplumsal birliğin ortak kaderine katılımın gerekir(1)

GENÇ CUMHURİYETİN GENÇLERİ: 10 YILDA HER YAŞTAN ONBEŞ MİLYON GENÇ Mİ YARATILDI?

Batı'da olduğu gibi bu topraklarda da modernleşme sürecinin başlamasıyla birlikte gençlik, devlet için temel önemdeki konuların arasındaki yerini aldı. 19. yüzyıldan başlayarak geleceğin seçkinleri olarak gençler yetiştirmek hedeflendi, Cumhuriyet rejimi bu süreci hızlandırdı. Hemen hemen tümü kamuda istihdam edilen, “gençlik miti” ile biçimlendirilen ve çok küçük bir nüfus oluşturan bu [eğitimli] gençliğin Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde maddi ve ideolojik açıdan siyasi merkezden özerkleşen bir toplumsal aktör oluşturduklarını söylemek güç olacaktır. Zaten Cumhuriyetin ilk on yıllarındaki -ender gerçekleşen- öğrenci eylemleri dahi genellikle yabancı şirketlere karşı “milliyetçi” gösterilerden ibaretti. 1950’lerin sonuna kadar bu durum pek değişmedi. 

Ancak, Levent Cantek’in veciz deyimiyle “Cumhuriyetin ilk özgün popüler kültürü” olarak 1940’lı yılların ikinci yarısında başlayan Bobstil kültürü, gençlerin Batı etkisiyle oluşan hazcı özellikte bir kültürle özerkleşme çabası olarak görülebilir. 1950’li ve 1960’lı yıllara da hakim olan saç stili, kılık-kıyafet tarzı, davranış kodları, İngilizceyle karışık kendine özgü bir argo ile dili biçimlenen bu gençlik kültürü bir tehdit olarak ortaya çıkmıştı.(2) Bobstiller özellikle eğlenceye düşkünlükleri, hazcı olmalarıyla tanımlanmış ve eleştirilmiştir. Cumhuriyetin ilanından çeyrek asır sonra oluşan bu gençlik altkültürü, geleceğin teminatı misyonu biçilen gençlerin bir kısmının kendilerine biçilen gömleği yırtması olarak görülebilir, bu anlamda önemlidir. Bu gençler hem Cumhuriyet seçkinleri, hem dönemin sol basını hem de muhafazakar basın tarafından neredeyse gençlik düşmanı bir dille eleştirilmişlerdi. Çünkü bu üç grup da "ideal genç" tanımından uzaklardı. 

BAĞIMSIZLAŞAN KUŞAKLAR: 1968’LİLER… 1978’LİLER… 

1950’lerden başlayarak kentlileşen, eğitime ulasan nüfusu çeşitlenen ve gelişen Türkiye'de 1960'lı yıllarda eğitimli gençlik, yaş grubunun hâlâ küçük bir kesimini oluşturuyor olsa da artık önemli ve heterojen bir nüfus oluşturmaya başlamıştı. Bu ortamda oluşan Türkiye’nin ’68 Kuşağı Batılı örneklerden etkilenmiş olsa da kendine özgü nitelikleri belirgindi. Siyasi olan kültürel olana göre daha ağırlıklı olduğu gibi, bireysel özgürlük arayışı da antiemperyalizm ve bağımsızlık taleplerinin gölgesinde kalıyordu. Devleti ve toplumu kurtarmayı hedefleyen, ama resmi ideolojiden dolayısıyla “gençlik mitinden” bağımsızlaşmış gençlik söz konusuydu. 

Genelleyici olmayı göze alan bir açıklamayla, 1978 Kuşağı'nı da aslında 1968 Kuşağı'nın toplumsal tabanının çok daha yaygınlaşması, kitleselleşmesi olarak görebiliriz. Bu dönemde yüksek öğretimde okuyan öğrenci sayısının neredeyse beşe katlandığı görülür. Dolayısıyla 70’li yıllardaki üniversiteliler demografik olarak da anlamlı yeni bir toplumsal grup yaratmıştır. 

'TEHDİT GENÇLİK' ANLAYIŞI KARŞISINDA GENÇLİK: 1980’LERDE GENÇ OLMAK 

1968’den 1980’e uzanan dönemde gençliğin özerkleşen ve demografik olarak anlamlı hale gelen bir toplumsal grup olarak ülke siyasetine özerk bir aktör olarak ağırlığını koyması, 1980 darbesinin ertesinde Cumhuriyet'in “gençlik miti”nin sona ermesine ve gençliği tehdit olarak gören, depolitizasyon hedefli yeni bir gençlik politikasının oluşmasına yol açtı. Bugün yaşı 50 ve altında olanları, kendilerini “potansiyel tehdit” olarak algılayan politikaların mağduru kuşaklar olarak nitelememiz mümkündür. Değişen gençlik anlayışının belki de en somut ifadesi kendisini 12 Eylül Anayasası'nda göstermektedir. Gençliğin korunması hedefli 58. Madde'ye göre gençler desteklenmesi değil “korunması” (dolaylı olarak da toplumun kendilerinden korunması) gereken bir gruptur: “Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.”

Bu anlayışa göre gençler, siyasetten arındırılması gereken tehlikeli bir toplumsal gruptu. 1980’li yılların hukuksal düzenlemeleri de, başta Anayasa ve YÖK Yasası olmak üzere, bu anlayışın ürünüdür. Üstelik gençlik düşmanlığı sadece siyasi alanda kendini ifade eden bir anlayış da değildi. Örneğin, 1990’lı yılların sonundaki Akmar Pasajı baskınlarıyla başlayan “satanizm tartışmaları” aracılığıyla -1940lı yılların sonunda basındaki “Bostil Gençler” tartışmalarına benzer şekilde- gençlik altkültürlerine düşmanlık, siyasi alanla da sınırlı olmayan bir tehdit algısının işareti olarak görülmelidir. 

MİLENYUM KUŞAĞI YA DA 1990’LARDA DOĞANLAR 

Türkiye'nin 1990'lı ve 2000'li yıllarına ise mizahı, sosyal medyayı kullanan, küresel ağlarda yerini alan gençliğin temel aktör olduğu toplumsal hareketler damgasını vurmuştu. (Bireysel/kolektif) “çıkarlar” değil “değerler” ile birleşen bu yeni kuşak, küreselleşen dünyanın küresel sorunlarının mağduru, imkanlarından faydalanan etkin bir aktör olan kuşaktır. 

Dominique Reynié’nin yönetiminde yayına hazırlanıp 2011’de basılan ve içinde Türkiye'nin bulunduğu 25 ülkeyi kapsayan bir araştırma bize oldukça ilginç veriler sunmaktadır. Bu araştırmaya göre Türkiye'deki gençlerin yüzde 63’ü, “ideal toplumun” “kişisel performansın ödüllendirildiği bir toplum değil de zenginliklerin hakkaniyetli olarak dağıtıldığı bir toplum” olduğunu ifade ederek, araştırmaya katılan 25 ülkenin gençleri arasında toplumsal duyarlılık acısından birinci gelmekteydi.(3) 

“Gençlik Mitleri” 30 yıl aradan sonra 2010’larda geri döndü. Bu yeni süreçte bir yandan gençlerin ivme kazanan özgürlük talepleri öte yandan AKP hükümetlerinin -Foucaultcu bir anlayışla kavramsallaştırmak istersek “disiplin toplumu” kapsamında oluşturduğu- “dindar gençlik” kurgusu önemli bir toplumsal-kuşaksal gerilim yarattı. Bu bağlamda oluşan bir 2013 Kuşağı’ndan söz edebiliriz. Bu kuşağın etkin olduğu mücadele alanı olan sosyal medya aracılığıyla, gençlerin küresel düzeyde iletişim ve dayanışması mümkün olabildi. Gezi eylemlerinde gençlerin varlığı ve katkısı önemli olduğu kadar katılımcı gençlerin sosyal kökenlerinin son derece çeşitli olması da önemlidir. 

BUGÜNÜN GENÇLERİ: SÖZDE Z KUŞAĞI ÖZDE 'ÇOKLU KRİZLER KUŞAĞI'

Günümüz gençliğini tanımlamada kuşağı teknoloji kullanımıyla okuyan Z kuşağı kavramı geçersizdir. Öncelikle toplumsal gelişmeleri değerlendirirken teknolojik determinizmden kaçınmak gerekir.(4) İletişim teknolojisi bir toplumsal potansiyelin kendini ortaya çıkarmasını kolaylaştırabilirse de yeni bir şey yaratamaz. Üstelik günümüz gençlerinin tümünün sosyal medyayı aynı düzeyde aynı beceriyle ve aynı amaçlarla kullandığını söyleyemeyiz. Bu hususlarda hem toplumlar arasında hem de aynı toplum içinde farklı kesimler arasında farklar vardır. Öte yandan bugünkü gençlerin çoğunluğunu birleştiren değerler ve sorunlar da var. Bu bakımdan toplumsal kuşağı gençleri doğrudan etkileyen toplumsal-siyasal ve ekonomik bağlam üzerinden kurgulamak gerekir. Bu yeni kuşağı ayrıştıran ekonomik-ekolojik-siyasal-kültürel… yani çoklu krizler eşzamanlı olarak yaşanmaktır. O nedenle bu kuşak “çoklu krizler kuşağı”dır. 

Bugün gençlerde genel anlamda geleceğe güvensizlik kurumsal siyasete ilgisizlik bir vakıadır. Günümüz gençlerinin önceki yaş gruplarına oranla iktidara desteğinin daha az olduğu yani muhalif oldukları söylenebilir. Ancak bu durum iktidar partisinden uzaklaşan gençlerin muhalefete yakın oldukları anlamına da gelmiyor. Genel olarak gençler siyasete siyaset de gençlere uzak. 

SONUÇ

Yedi yıl önce bir gazete yazımda "gençlik zor zanaat" iddiasında bulunmuştum. Çünkü 1980 sonrasında gençlik sıkı denetim altında tutulması gereken hatta zaman zaman “tehlikeli sınıf”(5) gibi değerlendirilen bir toplumsal grup haline dönüştü ve bu durum değişmedi. Oysa sosyolojik anlamda genç olanların toplumun küçük ve seçkin adayı grubunu oluşturduğu dönemlerde dahi gençleri denetim altında tutma ve/veya biçimlendirme politikası tam anlamıyla başarılı olamıyordu. Günümüzde ise kurumların ve toplumun, özne olma bilincindeki gençleri “öğretilen, biçimlendirilen” değil gelişimlerine eşlik edilen bir grup olarak görmeleri zorunlu… 

Gençliği anlamak için gençlerin söylem ve toplumsal pratiklerini ciddiye almak, gençlere öğretmeyi bırakıp gençlerden öğrenmeye açık olmak gerekmektedir. 

*Doç. Dr.

NOTLAR:

(1) Karl Mannheim, Le problème des générations, Ed. Nathan, 1990, s.58-59.

(2) Levent Cantek, Cumhuriyetin Büluğ Çağı Gündelik Hayata Dair Tartışmalar (1945-1950), İletişim yayınları, 2013.

(3) Dominique Reynié, La jeunesse du monde, Eds. Lignes de Repères, 2011.

(4) Charles Tilly, 2008, “Toplumsal Hareketler 21.Yüzyıla giriyor”, in Çetinkaya Y. Doğan (der.), Toplumsal Hareketler Tarih, Teori ve Deneyim, İletişim yay., s. 143-187.

(5) “Tehlikeli sınıf” [la classe dangereuse] kavramı hakkında özellikle bkz. Chevalier, L., Classes Laborieuses et Classes Dangeureses à Paris pendant la première moitié du XIXe siècle, Plon, Paris, 1958.