Diyanet, 'Selahattin Demirtaş ve diğerleri'

Hükümet 2015’te çözüm sürecinin bitmesinden bu yana yürüttüğü operasyonunu oyuna her türlü aktörü dahil ederek ilerletmeye devam ediyor. Diyanet’in müdahillik dilekçesi de bir daha gösteriyor ki ülkede konu Kürt meselesi olduğunda hiçbir kurum veya kişinin savunduğunu öne sürdüğü değerlere dahi uymak gibi bir derdi kalmıyor.

Hamza Aktan hamzaaktan@gmail.com

Yüzyıl önceki Kürt isyanlarını itibarsızlaştırmak için irticai faaliyet yakıştırması yapılırdı. Şeyh Sait isyanını takip eden Hakimiyet-i Milliye gazetesi elinden geldiğince bunun bir Kürt isyanı olmadığını, bir takım gerici İslamcının kalkışması olduğunu aktarıyordu. “…İrtica, din propagandası ile üzerimize saldırarak istenilen derebeylik bakiyesi elbette ki bambaşka ve genç bir ruhla doğan yeni Türk evladını sarsamazdı...(1) Yüzyıl sonra ise bu defa İslamcı olmaması üzerinden değerlendirme yapılıyor. “Bunun, tarih boyunca İslam'a olan sadakatinde şek ve şüphe olmayan Kürt halkını İslam medeniyetinden koparma projesi olduğunu öteden beri okudum, gördüm.”(2)

1980’lerden 90’ların ortalarına kadar PKK’lilerin sünnetsiz olduğuna dair haberler ana akım medyanın gözde konularındandı. Bu trend dozu azalsa da 2000’ler ve 2010’larda da ara ara kendini gösterdi. 2008’de Bingöl Valisinin, 2010’da Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in, 2015’te de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı Burhan Kuzu’nun bu yönde beyanları olmuştu. Bir de elbette Erdoğan’ın çabaları var. “Allah'a kulluk diye bir şey bunlarda yok. Bunlar Zerdüştlük inancına mensuplar, bütün belgeler elimizde."

Devletin Kürt sorununu bastırma mücadelesinde kullandığı bu argümanlar aradan geçen on yıllarda beklediği sonuçları vermedi. Eğitimden medyaya, sivil toplumdan bürokrasiye her kurumu Kürt meselesini bastırmanın aracı olarak kullanmaya çalışan devletin Diyanet gibi etkili bir kurumu es geçmesi ise düşünülemezdi.

Cuma hutbelerinden raporlar ve siyasi açıklamalara kadar Diyanet de uzun yıllardır Kürt meselesiyle mücadelenin parçalarından biri. Bu durum 2011’de son dönemin en dikkat çeken sivil itaatsizlik eylemlerinden biri olan ve BDP’nin organize ettiği sivil Cuma eylemlerine sebep olmuştu. Diyanet’in “terörle mücadele”nin etkili araçlarından biri haline getirilmeye çalışılmasının bir ayağı da soruna duyarlılık gösteren din adamlarının birer birer ihraç edilmeleri oldu. 

Bu kurumun başta Selahattin Demirtaş olmak üzere Kürt siyasi hareketinin öncü figürlerini cezalandırma aracı olarak başlatılan Kobani davasında müdahil olması, savcılık mütalaası verir gibi dilekçe sunup davaya ve genel olarak soruna dönük yaklaşımını paylaşması ise yeni dönemde daha aktif bir faaliyet yürüteceğinin habercisi gibi. Peki, bu kadar ciddi ve önemli bir misyon üstlenen bir kurumun en azından mahkeme dilekçesinde biraz ciddiyetli veya özenli olması gerekmez miydi? Tam aksine, hukuki herhangi bir çerçevesi olmayan, apaçık siyasi bir operasyonun bir ayağından başka vasfı bulunmayan bir girişim söz konusu. Mahkemenin vereceği ağır hapis cezalarının toplumda bir tür meşruiyet kazanmasının da amaçlandığı bu girişim elbette görünen haliyle daha uzun erimli bir çabanın da parçası.  

“Karşı taraf” olarak “Selahattin Demirtaş ve Diğerleri”nin yazıldığı Diyanet dilekçesinin esas dayanak noktası Kobani protestolarında bazı camilere zarar verildiği iddiası. Ancak bu camilerin hangileri olduğu, bunlara kimlerce, nasıl, ne zaman veya ne şekilde zarar verildiği, iddia edilen zararın bir siyasi partinin genel başkanı ile yöneticileri olan “Selahattin Demirtaş ve Diğerleri” ile ne ilgisi olduğu hakkında herhangi bir izahata, illiyet bağı kurulmasına ihtiyaç duyulmadan birbirinden anlamsız ve kopuk cümleler özensizce sıralanıyor dilekçede. Metinden esas olarak camilerin zarar görmesi mi yoksa devletin itibarının zayıflaması mı dert ediliyor o dahi anlaşılmıyor. “Kamu hizmeti sağlayan Kurumumuzun yönetiminde olan Camilerin terör eylemleri sebebiyle zarar görmesi toplum nezdinde Devleti itibarsızlaştırmaya yöneliktir.”

Benzer şekilde esas derdin camilerin zarar görmesinin sorumlularının yargılanması mı yoksa başka bir şey mi olduğu da net değil; “terör eylemleriyle ülkemize zarar veren kişilerin cezalandırılması ve dolayısıyla halk nezdinde Devletimizin itibarının güçlendirilmesi gerekmektedir.” Kanundaki görevi “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” olarak tayin edilmiş olan bu kurumun görevi ne zamandan beri devletin itibarının güçlendirilmesi oldu? Ya da Anayasa’nın 136. maddesindeki tarifiyle “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” yapması gereken esas göreviyle bu müdahillik ne ölçüde bağdaşıyor?

Hükümet 2015’te çözüm sürecinin bitmesinden bu yana yürüttüğü operasyonunu oyuna her türlü aktörü dahil ederek ilerletmeye devam ediyor. Diyanet’in müdahillik dilekçesi de bir daha gösteriyor ki ülkede konu Kürt meselesi olduğunda hiçbir kurum veya kişinin savunduğunu öne sürdüğü değerlere dahi uymak gibi bir derdi kalmıyor.

NOTLAR:

(1) Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin Şeyh Sait İsyanı’na Bakışı, Aytekin Ersal, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2016

(2) "PKK Kürt Halkını İslam'dan Koparma Projesidir", Haksözhaber, 03.06.2016

Tüm yazılarını göster