Derdi incinmiş öyküler

Mustafa Orman'ın  ilk kitabı Derdin İncinmesin raflardaki yerini aldı. Kitap, baba gidince çatısız kalmış evlere, devletin döktüğü dişlere, kendi kendine devrilen insanlara, koynunda güvercinle ölen çocuklara merhem olmaya meyilleniyor.

Abone ol

Anıl Mert Özsoy

Ülkemizin önemli edebiyat dergileri Varlık, İzafi, Notos ve Öykülem’de okuyucu ile buluşan Mustafa Orman, ilk kitabı Derdin İncinmesin ile sayfalara döküldü. Everest Yayınları etiketi ile çıkan, kırık bir mahcubiyetin etrafında dönüp duran öykülerin editörlüğünü şair- yazar Mehmet Said Aydın üstlendi.

Kitabın ilk göze çarpan noktası ithafı oluyor. Kurduğu öykü dünyasını ithafta ete kemiğe sarıp sarmalayan yazar, anlatacağı öykülerin de ruhunu belli ediyor. Düşlerindeki coğrafyanın adını bağır çağır söylemese de anlattıklarıyla bizleri memleketin çorak sokaklarına, yaslı coğrafyasına usul usul götürüyor. Yazar, üslubunu, kırılmış bir dala merhem olan can suyu misali kelimelere, hecelere tek tek anlamlar yükleyerek, yeşertiyor. Yarattığı ses uyumlarıyla, yeni imgelerle zenginleştiriyor. Öykü girizgahları ile okuyucuyu ana temadan uzaklaştırdığı sanılsa da gelişme ve final bölümlerinde yaptığı ince refleksler ile tüm hikayeyi bir dağın yamacında toplamayı ustalıkla başarıyor. Biçem ve duygu bağlamında kendine has bir patika yaratan ve bunun izini süren yazar, dünyaya haykırmak istediklerini, yıllarca içinde azarladıklarını ve sessizce söyleyip gideceğini, metniyle söylüyor. Şiir disiplininden etkilenen yazar, kendi cümle yapısında ritm, asonans, aliterasyon gibi teknikleri yerli yerinde kullanıyor. Ortak tema üzerinde gidip gelen, kendi patikasından çıkmak istemeyen yazar, yarattığı atmosferde kimi zaman bir köy kahvesinde, kimi zaman da bir evin odasında, kamera kayıtlarında en çok da koynunda sakladığı hasrette bulunuyor. Kurduğu diyaloglarda okuyucu ile metin arasında bir noktada duruyor. Ne yazıya yakın ne de okuyucuya… Derdinin incindiği yerden söze giriyor ve susmasını biliyor.

BİTMEYEN DİŞ AĞRISI

Demini almış öyküler, kimileyin bir anne sancısı kimileyin de bir varoluş kaygısı olarak okuyucuyla buluşuyor. Bulmaca Sayfaları adlı öyküde, yaşadığımız coğrafyanın en acılı anneleri, Cumartesi Anneleri’ni selamlayan yazar, toplumsal acıları, kelimelerine bir bir pay ediyor. Kurgu ve alt metin zenginliği, eleştirel bakış ve çığırtkanlıktan uzak salt edebiyat kaygısı, yazarın en dertli yanı olarak diğer öykülerine dökülüyor. İlk kitap tedirginliğinden uzak, anlatmak istediğinden emin olarak yürüdüğü patikada devletin kolluk kuvvetlerine, bir kadının dertli yanına, kimi zaman da içinden çıkılamayan kaybolma isteğine ince ince göndermelerde bulunuyor. Metinlerinin aralarına gizlediği baba figürüyle içimizi burkan yazar, yarattığı karakterlerin hesaplaşmalarını, -kavgadan gürültüden kaçınarak- mırıldanır gibi anlatıyor. Diş adlı öyküde yarattığı mecaz ile sıradan insanların, yaşarken sıradan, okurken hayret verici yaşamlarını ironiyle ele alıyor. Bir diş, biraz devlet; bir devlet biraz da bitmeyen diş ağrısıdır, diyor.

'ALBAYIM UTANIN!'

Doğunun mistik anlatıcılığını yazıyla buluşturan yazar, bizi bilip de bilmezden geldiğimiz, bombalanmış ovalara, çocukluğun saklandığı dağlara götürüyor. Slogan atan cümleler yerine, bir evin içinden geçen sözcüklerle anlatan yazar Palto öyküsünde savaşın bir aileyi orta yerinden çatlatmasını edebiyatın önemli isimlerinden Gogol, Vüs’at O. Bener ve Oğuz Atay’a saygı duruşunda bulunarak, onların ağızlarından bitiriyor: ‘’Albayım utanın!’’

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Yazarın anlatımında en dikkat çekici unsur okuyucuya sunduğu fotoğraflar, sesler oluyor. Güvercini Bileğinden Öp, adlı öyküde kadına dokunan yazar, bombaların, kurşunların arasında bir kadının, durduğu yerin soğuk terini okuyucunun ensesinde hissettiriyor. Romantizmden uzaklaşıp, realizmin teline konarak, gerçek dünyanın ihtiyaçlarını bir güvercinin bileğine bağlıyor. Toplumsal normların dışına taşan yazar, kadın bedeninde bir başka özgürlük türküsünü diline tutuşturuyor.

‘’İnsan dünyada mutluluğuna değil, derdine katlanırdı.’’

Derdin İncinmesin; baba gidince çatısız kalmış evlere, devletin döktüğü dişlere, kendi kendine devrilen insanlara, koynunda güvercinle ölen çocuklara merhem olmaya meyilleniyor, uzun bir süre daha zihnimize kendini dikeceğe benziyor.