Ben susmayacağım arkadaş!

Kadınlar sessiz kalmamalı, konuşmalı ve bu yolda asla yalnız yürümemeli. Onlar konuşurken yanlarında erkekler de yürümeli. Çünkü konuşmak insanlığa verilmiş en güzel hediyedir. Ve ince bir sızı gibi sustukların değil, konuştukların seni güçlü kılar. Geçmişi değiştirmek imkânsız, ancak gelecek için halen umudumuz var. Hepimiz konuşabiliriz, göğe bakalım...

Menekşe Tokyay meneksetokyay@gmail.com

Bir yandan yere bağdaş kurup hamur açarken, diğer yandan haykırdı: “Hangi bölgede olursanız olun, hangi coğrafyada olursanız olun, hangi ırktan olursanız olun; Arap olun, Kürt olun, Türk olun, ne olursanız olun... Konuşun, derdinizi anlatın. Kadın dünyaya esir olmak için, susmak için mi gelmiş? Ben susmayacağım arkadaş! Kim ne derse desin. Buranın kadınları konuşamazmış, video çekemezmiş. Ben konuşurum. Bu zinciri birinin kırması lazım. Eğer o olabilirsem ne mutlu bana. Bu coğrafyada yaşayan bütün kadınların sesi olursam ne mutlu bana. Ben kadınım, ben anayım, ben yokluk çeken bir insanım. Ama kim ne derse desin ben konuşurum. Biz kadınlar var olduğumuz sürece dünya da güzel olacak, her şey güzel olacak. ”.

Fotoğrafçı Ümit Kavak’ın objektifine takılan “Halime abla” lakaplı bu emekçi kadın bir konuştu, pir konuştu. Tüm Türkiye pür dikkat onu dinledi, derdini anlamaya çalıştı, “bu ülkede ne muhteşem kadınlar varmış” dedi.

Geçtiğimiz hafta sosyal medyanın tam orta yerine bomba gibi düşen, sağcısından solcusuna, iktidar yanlısından muhalifine, beyaz yakalısından ev işçisine dek çok geniş bir kesimin izlediği, paylaştığı ve hak verdiği videodan söz ediyorum.

Evet, kadınlar dünyaya da Türkiye’ye de susmak için gelmedi. Bir kısmı “Silivri şimdi soğuktur” esprisi eşliğinde sustu, bir kısmı konuşabileceklerinin bir kısmını içine attı, bir kısmı da mücadeleci ruhlarını kuşanıp her şeye rağmen konuşmayı tercih etti.

Konuşmalarını kimileri istemedi. Statükoyu sarsacaklarından, kurulu düzende gedik açacaklarından endişe edildi. Konuşmaları, kendilerine ve hayata dair farkındalık geliştirmeleri “tehlikeli” bulundu.

Oysa toplum olarak tepkilerimiz bazen birkaç saat, en fazla da birkaç gün sürerken, bireysel kaygılar toplumsallığın önüne geçerken, toplum olma bilincimizi, Halime abla ve daha niceleri sayesinde yeniden güçlendirmek mümkün.

Kadınlar, hangi coğrafyadan, hangi meslek grubundan, hangi eğitim düzeyinden olursa olsun konuşmalı, haykırmalı, zaten kendilerine zerre zerre “bahşedilen” haklarını talep etmeli ve savunmalı. 

Kadın istihdamında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında son sırada yer alan Türkiye’de kamuda kadınların istihdam oranının, Mayıs 2022 verilerine göre yüzde 18’e düşmüş olması karşısında susmamalı. Bu oran 2020’de yüzde 29, geçen yıl ise yüzde 24 idi.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin emek piyasasında günbegün derinleşmesi, kadının ikincil bir konuma atılması, ücret eşitsizliği, çalışan kadının “yuvasını dağıttığı” yönündeki açıklamalar, kadının çocuk ve yaşlı bakımıyla sınırlı tutulan toplumsal rolü karşısında kadınlar susmamalı.

OECD ülkelerinde her 100 kadından 59’u istihdamda yer alırken, Türkiye’de bu oranın yüzde 29 olması karşısında kadınlar elbette susmamalı.

Türkiye’de 2,8 milyon kadının okuma yazma bilmemesi, 3 milyon kadının da herhangi bir eğitim kurumundan diplomaya sahip olmaması karşısında, bu adaletsizliğin, bu bilinçli eğitimsiz bırakışın hesabını sormak adına kadınlar elbette konuşmalı; belediyelerden haklarını talep etmeli; okuma yazma kurslarına katılımı özendirici koşulları istemeliler.

Okuma yazma hayali kuran kadınların kalemle, kağıtla buluşmaları, ilkokul mezunu ödüllü yönetmen Ümmiye Koçak’ın Mersin’in bir köyünde kadınlarla kurduğu Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu misali sınırlarını aşmaları, kendilerini gerçekleştirme fırsatları yaratmaları konusunda ısrarcı olmalı.

Kadınlar, Türk tiyatrosunda sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu Afife Jale’nin veya Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı Fatma Nudiye Yalçı’nın ruhunu içlerinde her zaman canlı tutmalı.

Kadınlar, Türkiye’de kadın hareketinin öncülerinden yazar ve hak savunucusu Duygu Asena’nın soluğunu ve kalemini yaşatmalı.

Kadınlar, yün yeleklerin, şalvarların, döpiyeslerin, sahne giysilerinin altında umut çiçeklerini beraber yeşertmeli.

Kadınlar, çağımızın en büyük pandemilerinden biri karşısında insanlığı koruyan bir aşıyı bulan Özlem Türeci’nin de, sözü şiire dönüştüren büyük şair Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair’de “yahut kocaman gözlüklerin / beyaz gömleğinle bir laboratuvarda / insanlar için ölebileceksin,” diyerek betimlediği Marie Curie’nin de ruhunu taşımalı.

Bilim, sanatın, edebiyatın, tiyatronun, siyasetin hep bir yanı “kadın” olmalı.

Türkiye’nin 81 ilinden sadece 2’sinin belediyesinin kadınlar tarafından yönetilmesi, 856 ilçenin sadece 29’unun kadın kaymakamının olması ve meclisteki toplam 581 milletvekilinin sadece 101’inin kadın olması karşısında hemcinsleri susmamalı.

Bu tabloda aksayan bir şeylerin olduğunu, bunca yetişmiş beşeri sermayenin kadın-erkek şeklinde ayrılmasının 21.yüzyılın en temel haklar ve eşitlikler tanımlarına ters düştüğünü her fırsatta yüksek sesle, tane tane anlatmalı. Ne de olsa, “düşündüğünü söylemekten korkmaya başlarsa bir kişi, düşünmekten de korkmaya başlar” dememiş miydi Vedat Türkali?

Aileyi kutsayarak toksik erkek şiddetini besleyen, keyfi işleyen koruma tedbirleriyle, ihlal edilen uzaklaştırma kararlarıyla kadınları göz göre göre ölüm uçurumuna sürükleyen, her ay 30’un üzerinde kadının katledilmesinin ve “cinskırımı” uyarılarının yeni normal haline geldiği, kadın katillerine mahkemelerde sırf kravat taktığı için “iyi hal indirimi” uygulandığı, 8 Mart’ta sokaklara çıkan ve bugünü bayram havası içerisinde geçirmeyi hak eden kadınların tartaklandığı, kadın sanatçıların şarkı sözleri üzerinden hedef gösterildiği, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece ansızın çekilme kararının ardından kadına yönelik şiddetin önlenmesinde trajik bir rehavetin baş gösterdiği bir ortama karşı kadınlar susmamalı.

Aydın’da jeotermal elektrik santraline karşı direndikleri için fiziksel şiddete maruz kalan Mezeköylü kadınların yılmazlığını olduğu kadar, İran’da idama mahkûm edilen LGBTİ+ hakları savunucusu iki kadının isyanını, Taliban yönetimindeki Afganistan’da “ekmek, iş, özgürlük” talep eden kadın protestocuların cesur yüreğini sahiplenmeli.

İran’da başörtüsü takma kurallarına uymadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltında işkence gördükten sonra komaya giren 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ölümü karşısında hayatları çalınan, özgürlüklerine saldırılan, ancak mücadeleden de vazgeçmeyen tüm kadınların trajedisine kalbi sızlamalı. 

Çünkü o kadınlar “ben susmayacağım arkadaş” diyenlerden...

“Kadın cinayetleri politiktir”, “ölmek değil yaşama sıkı sıkıya sarılmak istiyoruz” diyenlerden...

Onurlu kadınlar, dünyaya esir olmak için gelmediklerini kanıtlarcasına insan canının, yaşamın biricikliğinin savunucusu olmalı. İstanbul Sözleşmesi için temyiz sürecinin devam etmesi yönünde kadın örgütlerinin çağrısı bu açıdan oldukça önemli. Kadınlar korkusuzca konuşabilmeli, haklarını aramalı.

Hemcinsleri meslekleri başında tehdit edilirken, ahlaksızlıkla itham edilirken, bir cami imamı çocukların giysilerinin açık olmasını pedofiliyi tetikleyen bir sebep olarak gösterirken, kadınlar tüm bu gericiliğe, çağdışılığa karşı tek ses, tek nefes olmalı.

Kadınlar sadece kendi mahallelerindeki hak ve özgürlük ihlallerini eleştirmemeli. Kadınlar, sokaklarda canı pahasına bedenini satan hayat kadınının da, cam tavanları kıran patronun da, ev içinde dört duvar arasında kaldığında şiddet gören sekülerin de, başörtüsünden dolayı halen üniversitede ayrımcılık gören genç kızın da, kendisinden farklı inanca sahip hemcins komşusunun da hakkını tutarlı bir şekilde savunabilmeli. 

Kadınlar, bir hemcinsleri ana dilinde şarkı söylemek istediği için sahnelerden kovulduğunda da buna itiraz etmeli. İçine atmamalı, konuşmalı.

Kadınlar, kadının kadına olan şiddetini yeniden üretmemeli; tam tersine kadının kendi başına bir varlık sergileme ve özgürleşme çabasını desteklemeli.

Kadınlar, yaklaşan seçim sürecinde oylarının temiz ve eşitlikçi siyasete olacağının, kıyafet boyu, dekolte ölçüsü, topuk uzunluğu üzerinden ahlak polisliği yapanların ise sandıkta ret oyu alacakları üzerine hemfikirler.

Tıpkı Kadın Adayları Destekleme Derneği (Ka.Der) tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamada söylendiği gibi:

"Zıt ideolojilerde olduklarını iddia eden siyasi partilerin dahi konu kadınlara gelince fark gözetmeyen ataerkil ve muhafazakâr yaklaşımlarının hiçbirine toleransımız yok. Kravat indirimlerinden kravatlı siyasete, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık son bulana ve yanlış uygulamalar doğrularla yer değiştirene dek, her alanda olduğu gibi siyasette de kadınlara yönelik ayrımcılığın karşısında olmaya ve ihlalleri takip etmeye devam edeceğiz. Kadınlar olarak oyumuz yalnızca eşitlikçi ve temiz siyasete!”

Kadınlar susmamalı. Örneğin, Behice Boran’ın ruhunu içlerinde canlı tutmalı. Finlandiya başbakanı Sanna Marin’den esinlenerek, hayatın tekdüzeliğine ve griliğine karşı dans etmeliler.

Kadınlar, erkek şiddetiyle ve kadına yönelik mutlak kötülükle mücadele etmek için adliye koridorlarında, meclis salonlarında onların haklarını yılmaz bir güçle savunan aktivistlere, hukukçulara, parlamenterlere yürekten bir teşekkür etmeli. Çünkü onlar susmadıkça, onların haklarını savunanlar da susmayacak. Kadınlar, şiddetsiz bir hayat sürme gayelerinin izinde örgütlü hak savunuculuğunu güçlendirmek için susmamalı.

Kadınlar sessiz kalmamalı, konuşmalı ve bu yolda asla yalnız yürümemeli. Onlar konuşurken yanlarında erkekler de yürümeli. Çünkü konuşmak insanlığa verilmiş en güzel hediyedir. Ve ince bir sızı gibi sustukların değil, konuştukların seni güçlü kılar. Geçmişi değiştirmek imkânsız, ancak gelecek için halen umudumuz var. Hepimiz konuşabiliriz, göğe bakalım...

Tüm yazılarını göster