Beklentilerin uzağında: Telkin ve manzara

Metin Çelik ve Burcu Erden: Telkin ve Manzara. Semboller, sanat tarihinden, felsefeden, metafizikten referanslar, altı dolu ama fikirleri hazır bir tabakta sunmayan, beklentilerden, kalıplardan kaçan çalışmalar. Fikren özünde birlik olan ama teknik ve malzeme olarak birbirinden apayrı iki üretim. Metin Çelik’in gerçekle algıların ötesinin birleştiği, sakin mikro evreni ve Burcu Erden’in doğadan kopmuş kaya parçalarını kocaman kütlesel formlar olarak bir iç mekanda önümüze konduğu makro evreni...

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

Bir yanda yıldızlar, kadınlar, bir rüyadan çıkmış gibi sakin ama bir acayip; insanı hayallere, meraklara sürükleyen inanılmaz bir sabırla, detayla çizilmiş resimler, önünde devinen, galerinin dört duvarının dışına taşmaya hazırlanıyormuş gibi duran, büyük, siyah, volkanik görünümlü kitleler. Telkin ve manzara. Feminen hissiyatlı telkinin sanatçısı Metin Çelik, maskülen hissiyatlı manzaranın sanatçısı Burcu Erden. Her şeyin flulaştığı, muğlaklaştığı, sanki kafanda uçuşan farklı farklı fikir ve hikâyelerin bir araya gelip uçuştuğu ve bunların hayatın, doğalın bir parçası kabul edildiği bir sergi. Burcu Erden ve Metin Çelik, Derya Yücel küratörlüğünde gerçekleşen "Telkin ve Manzara" sergisiyle Kasa Galeri’de biz ve sorularımızla buluşuyorlar.  

TELKİN

Bu Metin Çelik’le üçüncü röportajımız. Doğa, insan, insanın bir şekle, kalıba sokma arzusunun giderek doyumsuzlaşması, doğayla derdi, yarattığı doğa tahribatının asıl kendinde yarattığı tahribat... Çok konuştuk, çok düşündük. Kafamda bir sürü fikirle giriyorum sergiye yanımda bir arkadaşımla. Birkaç ana nokta yakalıyoruz: Yüzlerini görmediğimiz ama hissiyatlarını yakaladığınız kadınlar, hayvanlar, içine sığılmaya çalışılan kutular, odalar, akvaryumlar, birkaç resimde güneşe benzer bir sembol... Bol bol konuşuyoruz üzerine resimlerin, “Şunu mu demek istemiş, bunu mu demek istemiş...” Atıp tutuyoruz aslında. Sonra Metin’e ilk sorum semboller üzerine oluyor. Atıp tuttuklarımız doğru mu, hemen öğrenmek istiyorum; sözlüden “Pekiyi” almak istiyorum. Alamıyorum. Metin Çelik bana Nietzsche’nin sözlerini hatırlatıyor: Sanat tek metafizik bir varoluştur. Aynı zamanda, sanat yaşamın kendisidir ve bir kurtuluştur. Bilinçaltında zamanlar birbirine karışır ve imgeler bir aradadır. Sanatı bilinçaltı verilerin imgesel dışavurumudur. Evet resimde doğa, insanın var oluşu, sığınak olarak aldığımız alanlar, kadın ve doğa arasındaki ilişki var; ama illa da net hikâyeler yok, diyor. Düşünüyorum, bugün deneyimlediğimiz her şey, içinde yaşadığımız "sistem" tarafından hikâyeleştirerek sunuluyor bize. Yaptığım pazarlama sunumlarında, "Hikâyesi olan kazanır, hikâyen yoksa sen de yoksun," tarzı çok bilmiş ve havalı olduğunu düşündüğüm laflar ediyorum. Halbuki Metin’e göre hikâyeler bugün bizi tatmin eden araçlar olsa da, anladığımız kadar anlamadığımız, anlamlandıramadığımız da birçok şey var. Ben nasıl her şeyi anlamlandıramıyorsam, sanatçı da üretimini tamamen anlamlandırmak durumunda değil. Nietzsche’nin söylediği gibi, sanatçının bilinçaltında zamanlar, imgeler uçuşuyor ve üretimine yansıyor. "Sanatçı, hikâyesini bazen başta, bazen ortada, bazen de sonda yazar" diyor Metin Çelik. Ama bunu kalıplar halinde yapmak durumunda değil.

Metin Çelik

Sergide yer alan en büyük tuvallerden birinin ana referansı bir Hint kralının kıyım hikâyesi mesela. Bir gün kral, halkın kutsal saydığı bir ormandaki ağaçları kesmek istemiş ve halk isyan etmiş. Tüm isyanlara rağmen kral kararından geri dönmeyince, halk, kıyımdan önceki gece kutsal saydığı 300 ağaca sarılmış. Kral, ertesi sabah hem ağaçları hem insanları dümdüz etmiş. Bugün yaptığımız ağaca sarılma hikâyesi bu efsaneden kaynaklıymış diye duymuş sanatçı. Bu hikâye ile ilgili bir gün üretim yapmayı kafasına koymuş ve hikâye 5 sene demlenmiş. Sonra bir gün rüyasında gördüğü bir imgeden etkilenerek imgeyle hikâyeyi birleştirip sergide göreceğiniz resimlerden birini ortaya çıkarmış. Rüyalar, mistik manzaraları duyunca hemen sürrealizme yakınlığını soruyorum, daha metafizik bakış açısıyla yaklaştığını söylüyor Metin Çelik. "Bir şeylere isim koyan insandır, illa ki anlam arayan insandır" diyor sanatçı. Doğada aslan, adının aslan olduğunu bilmez. Biz bir aslan imgesi geliştirir ve ona ad koyarız. İnsan ağacı alır, ondan kalas yapar, kalastan kutular yapar, sonra da onun içine sığmaya çalışır. Doğadan aldığımız malzemeyle doğadan kopmaya çalışırız. Resimlerdeki kutular bunun için var. İçindeki kadın bedenleri de bugün yaratılmış algıların en büyük kurbanlarından biri oldukları için o kutulardalar. 

MANZARA

İsim koymak, anlam yüklemek, sanat üretiminde ilerledikçe daha çok kaçındığı konular olmuş Burcu Erden’in. Birbirini tanımayan iki sanatçının Derya Yücel’in seçimiyle bir araya gelmesi bir maharet bu anlamda. İllaki anlamlandırma, kalıplandırma, isimlendirme, hikâyelendirme sevdamızın uğramadığı, başka bir dünyanın insanları iki sanatçı da. Muğlaklığın, belirsizliğin bir şiirsellik yarattığını düşüyor Burcu Erden. Ortaya koyduğu heykellerin ismi yok, belirli bir materyali temsil etmiyorlar ve belirli bir geometrik şekle uymuyorlar. Tanımların, çok sevdiğimiz belirlemelerin dışında. Kaya mı bunlar granit mi? Ellesem materyalini anlar mıyım? İllaki bilin istemiyor Burcu Erden. Bugünün güzel sanatlar öğrencilerinin aynen bahsettiğim pazarlama sunumunda olduğu gibi, bir hikâyelendirme peşinde olduklarından bahsediyor. Piyasa bizi öyle eğitiyor, herkes izleyicinin ilgisini çeken bir hikâye peşinde koşuyor, diyor Erden. Bu sözleri bana Jean Dubuffet’nin 'Boğucu Kültür' kitabını hatırlatıyor. Akademinin, piyasanın senin üzerindeki baskısı, beklentileri, gözü varken, gerçekten özgür ve özgün bir üretimde bulunabilir misin? Beklentiler, sen fark etmeden seni ne kadar yönlendirir?

Burcu Erden

Beklentilerin yönlendirmesine kapılmak istemediği bir dünyada Burcu Erden, üzerinde saatlerce çalıştığı, kalıplar aldığı, konstrüksüyonlar yaptığı heykellerin sanki dün öylece doğadan bir yerden alınıp getirilmiş, hiç dokunulmamış gibi görünmelerini istiyor. Ortama yabani bir canlılık getiren, bir hareket potansiyeli taşıyan kaya morfolojisi üzerine çalışıyor ipuçlarını olabildiğince kısarak. Uygarlık tarihinde sadece yer altında korunmak için yapılan heykeller var, diye anlatıyor sanatçı. Sadece orada “olması” için yapılmış. Ne kadar fikir açıcı! Birileri görsün, sevsin, konuşsun, tatmin edilsin diye değil. Çıktığı yolculukta, izleyiciden ilgi talep etmek yerine el değmemiş hissiyatı yaratan bir şiirsellik sunmayı hedefliyor.

TELKİN VE MANZARA

Ve işte böyle bir araya geliyor iki sanatçı. Metin Çelik ve Burcu Erden: Telkin ve Manzara. Semboller, sanat tarihinden, felsefeden, metafizikten referanslar, altı dolu ama fikirleri hazır bir tabakta sunmayan, beklentilerden, kalıplardan kaçan çalışmalar. Fikren özünde birlik olan ama teknik ve malzeme olarak birbirinden apayrı iki üretim. Metin Çelik’in gerçekle algıların ötesinin birleştiği, sakin mikro evreni ve Burcu Erden’in doğadan kopmuş kaya parçalarını kocaman kütlesel formlar olarak bir iç mekanda önümüze konduğu makro evreni... Kasa Galeri’de 5 Mayıs 2023’e kadar sizi ve kafanızda çağrıştıracağı her fikri, hayali bekliyorlar.

Tüm yazılarını göster