Ayasofya'da tahrip edilen Bizans değil Osmanlı

Ayasofya’daki kapı kanatlarının Sultan Abdülmecit dönemine ait olduğunu söyleyen sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz, "Ayasofya’da Bizans değil, Osmanlı tahrip edildi" dedi. 

Abone ol

İZMİR - Ayasofya'daki 'İmparatorluk Kapısı'nda tahribat meydana geldiği haberlerinin ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü önce inceleme yapılması için idari ve teknik olmak üzere iki müfettiş görevlendirildiğini daha sonra da 'güvenlik zaafiyeti olmadığını' açıkladı.

Sanat Tarihi Derneği Başkanı Şerif Yaşar ise, olayla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını belirtirken, Vakıflar Genel Müdürlüğü kapıdaki aşınma ve tahribatın, "ahşabın olağan süreçte yıpranması ve ufak dokunmalar" sonucu oluştuğu savunuyordu. Yaşar konuştukları bir görevlinin de, "İnsanlar burayı kutsal sayıyor, oradan geçerken kapı parçalarını da kutsal sayıp ağızlarına atıyorlar" dediğini söylüyordu.

Ayasofya’da oluşan tahribatta bir güvenlik zafiyeti söz konusu mu? Yapının iki yıl önce yeniden ibadete açılmış olması mı bu duruma yol açtı? Yoksa bu gibi sorunlar hep yaşanıyor muydu? Sorularımızı Bizans Sanatı uzmanı Hayri Fehmi Yılmaz ve sanat tarihçisi Abdullah Deveci'ye yönelttik.

.

‘İLK KEZ BÖYLE BİR ŞEY OLMUŞ GİBİ YAPILIYOR’

Sosyal medya mecralarının bu sorunları çözmekten çok popülize ederek sorun çıkarma ihtiyacında olduğunu belirten Hayri Fehmi Yılmaz, "Dünyanın her yerinde her zaman olan bir hikâye için burada ilk kez böyle bir şey olmuş gibi yapılıyor. Oysa bu ne ilktir ne de tektir! Ne de sadece bizim ülkemizde yapılmıştır. Önemli olan ziyaretçi yönetimine dikkat etmektir. Bırakın parça almayı, geçerken kapıyı ellemek bile binlerce ziyaretçisi olan bir anıt eserde korkunç bir tahribata yol açar" dedi.

Hayri Fehmi Yılmaz

Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın konuyla ilgili olarak Habertürk TV'de yaptığı, “birilerinin 'İmparator Kapısı' denildiği için rahatsız olduğu” açıklaması hakkında yorumunu sorduğumuz Yılmaz, "Geçidin adı 'İmparatorluk Kapısı'dır. Ancak kapı kanatları Sultan Abdülmecit devrinde mimar Fossati tarafından yapılmıştır. Osmanlılar ona Ayasofya’nın cümle kapısı diyorlardı. Geçidin kendisi, yani çerçevesi Bizans'tır, kapı kanatları ise Sultan Abdülmecit dönemine aittir. Dolayısıyla Bizans değil, Osmanlı tahrip edildi" diyerek sözlerine şöyle devam etti:

"Kimse aslında tam olarak ne olduğunu bilmiyor. Yani bu bir kasıtlı tahribat mı, yoksa insanlar bir şey taşırken mi bu kapıya çarptılar? Ortalıkta korkunç bir toz duman var. Müzelerimizde de bütün bu dev anıt eserlerimizde de maalesef bu tür olaylar oluyor. Bu tahribat ne ilk ne de son. Ama şimdi, 'Ayasofya, camii oldu. İşte bu yüzden bunlar başına geliyor' deyip buradan bir gol atmaya çalışanlar var. 'Aman camii oldu bir hata olmasın. Olsa da sessizliği sağlayalım' diyenler var. Oysa maalesef kullanıcılar tarafından ülkemizde de dünyada da olağanüstü bir tahribat var. Bizim sonuna kadar tedbirimizi almamız, kontrol etmemiz gerekiyor. Ayasofya’da çalışan bütün ibadet ve temizlik görevlilerinin mutlaka bir eğitimden geçirilmesi gerekiyor."

‘TAHRİBATIN ÇOK SAYIDA NEDENİ OLABİLİR’

Yılmaz, değerlendirmesinde Ayasofya’da meydana gelen tahribatın olası boyutlarını ise şöyle anlattı:

"Bu tahribatlar kullanıcısından gelir, ziyaretçisinden gelir, ibadet için gelen kişilerden gelir. Bir kısmı sadece vandaldır. Mesela yolda yürürken yanı başında duran ağacın bir yaprağını koparır. Niye yaptığını kendi de bilmez ama o zararı verir. Dalını kırar, yaprağını koparır ve yoluna öyle devam eder. Keyif için tahrip eder. Ama bir de hatıra diye çalmaya çalışanlar vardır. Ayasofya örneğinin dışında bu tip yerleri ziyaret edenler orasından burasından bir küçük hatıra almaya çalışır. Ne yazık ki muhteşem 15-16. yüzyıl türbe ve camilerinin kapılarından bir parça sedef alıp yoluna devam eden o kadar çok insan var ki… Buralardaki kapılar büyük ölçüde üzerlerindeki bezemeleri kaybetmiş durumda. Tabii hırsızları unutmamak lazım. Bunlar yapıların aksamını hatıra diye değil de kötü niyetle çalıyorlar. Bir de en son grup olarak inananları sayabiliriz. Bunlar da şifa bulmak için yapılardan yanlarına bir şey alırlar. Yani kutsal hatıra toplamaya çalışırlar. Örneğin bir türbeye gider ve örtüsünden bir parça kesip alır. Onu üzerinde taşırsa belalardan kurtulacağına, bereket getireceğine, kendisine kısmet getireceğine inanır."

.

‘EN ÖNEMLİ HANDİKAP YOĞUN ZİYARETÇİ SİRKÜLASYONUDUR’

Ayasofya’nın bir kapısının ahşap malzemeli olduğu anlaşılan bölümünde tahribat yaşandığını basından öğrendiğini belirten Abdullah Deveci ise, "Çeşitli uluslararası sözleşmeleri imzalamış ve evrensel kültüre saygı gösterilen bir ülkede yapılması gereken mimarlık tarihi, arkeoloji ve sanat tarihi disiplinlerinin önerilerini dikkate almaktır" değerlendirmesini yaptı. 

Ayasofya müzeyken yapılan kontrollü giriş-çıkış, yeterli güvenlik personeli ve uygulamaların, yapı ibadete açıldıktan sonra da devam etmesi gerektiğinin altını çizen Deveci, sözlerine şöyle devam etti:

Abdullah Deveci

"Bu uygulamanın en önemli handikabı yoğun ziyaretçi sirkülasyonudur. Bu da çözülmeyecek bir şey değildir. Bu konuda iyi işleyen yoğun ziyaretçi düzenlemeleri için çok sayıda örnekten biri Roma/Vatikan San Pietro Kilisesi’dir. Tarihi, siyasi, mimarlık, sanat… Bunlardan hangi kıstası alırsanız alın İstanbul Ayasofya ile San Pietro Kilisesi önem açısından çok benzerdir. San Pietro’da benzer bir olay olsaydı, yer yerinden oynardı. Ama Ayasofya’da Vakıflar Genel Müdürlüğü son noktayı koydu: Her şey kontrol altında!"

‘BAŞKA KAVRAMLAR KULLANMAK LAZIM’

Kapının bronz olduğu, bu güçlü kapıda tahribin de taammüden mümkün olacağı şeklinde açıklamalara dikkat çeken Deveci, son olarak şöyle konuştu:

"Ayasofya’da tümüyle bronzdan yapılmış tek kapı, Tarsus’tan getirilen Pagan bir tapınağın kapısı olan MÖ 2. yüzyıla ait bir devşirme malzemedir. İmparatorluk Kapısı ise bronz çerçeveli meşe malzemeden yapılmıştır. Tahrip olan kapının hangi kapı olduğu konusunda açık anlatım olmadığından ayrıntılı ve anlaşılır tanım yapmak zor. Ancak şu konuda bir netliğe ihtiyacımız var: Ayasofya söz konusu olduğunda, sürekli yapıldığı gibi 'fetih', 'namus' gibi kavramlar yerine insanlık tarihi, miras, arkeoloji, mimarlık tarihi ve sanat tarihi kavramlarıyla konuşmak yerinde olacaktır. Bu kavramlarla insanlar daha sağlıklı düşünür. İstanbul'da fethedilecek yer kaldı mı? Bilmiyorum. Benim İstanbul’un ve dolayısıyla Ayasofya’nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde olduğu konusunda şüphem yok. Bu değişmeyecek de."