Ankara'da akıl çağının şafağı mı?

Erdoğan “darbeci” diye nitelediği Hafter’i Moskova’dan “kaçmakla”, masada (ne demekse) “yalan darbesi” yapmakla eleştiriyor konuşmasında. Libya, Suriye değil. Hafter, Esat değil. Ancak yakın çevresindekiler sözlerini hangi albenili diplomatik ambalaja koyarlarsa koysunlar, anlaşılan Erdoğan, hep aynı Erdoğan.

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

Muhtemelen “aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş” diye yanıtladınız başlığımı. Olabilir. Ancak, olacakların, yapılabileceklerin, içeriden dışarıdan sınırlarına dayanılmış, ayaklar zoraki suya ermiş de olabilir. Libya, İran, Irak ve Suriye’de 2020 ile birlikte ivme kazanan gelişmeler ve Ankara’nın, nezaketen “Ankara” diyoruz da “eşittir Erdoğan” anlaşılmalı, bunlara karşı benimsediği tutum sanki bize bu yeni durumu anlatıyor.

Bunlara kuş uçuşu bakalım ama son söyleneceği yine başa çekelim: Eğer müzakerecilik, güvenlikçiliğin önüne geçiyorsa nihayet, onun doğal uzantısının Kürtlerle uzlaşmak olması gerekir. Oysa bu olasılığın tek çıkar yolu Erdoğan’ın ona bir sonraki seçimi kazandıracak çoğunluğu hangi ittifakta bulacağına dair yapacağı parmak hesabı. Dolayısıyla, henüz orada olduğumuza, oraya vardığımıza ilişkin bir belirti de yok. Şimdi, dosyalarımıza geri dönelim.

Bir yanda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın paylaşımı var: “Cumhurbaşkanımızın yoğun çabalarıyla devreye giren Libya ve Idlip ateşkes anlaşmaları, Türkiye’nin izlediği barış diplomasisinin somut neticeleridir. Diplomasi bir süreç yönetimidir. Amaç, ülkemizin ve bölgemizin barış, güvenlik, istikrar ve refahını sağlamaktır.”

Diğer yanda, herhalde özellikle dış politika konusundaki konuşma metinleri aynı Kalın’ın kaleminden çıkan ve geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salı günkü ifadeleri: “Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri de iç ve dış politika ayrılıklarının ortadan kalkmasıdır.” Bu meydan okuma, Ulaştırma Bakanı Turhan’ı Kanal İstanbul için “Evet bir rant projesidir” çıkışını çağrıştırıyor.

Erdoğan “şimdi amacın ‘terör örgütünü’ tamamen ortadan kaldırmak” olduğunu da söylüyor. Konuşmanın devamında Esat’ı eleştirirken ise “Ya siz bomba yağdırıyorsunuz. Nedir bu diye sorulduğunda 'bunlar terörist' diyorlar. Bunlar senin vatandaşların" diyor. Demek ki, haşa cüret edemiyoruz yatarı var çünkü ama “ya” desek biz de, “siz kayyım atıyorsunuz, bunlar senin yurttaşların” desek?

Keza Erdoğan “darbeci” diye nitelediği Hafter’i Moskova’dan “kaçmakla”, masada (ne demekse) “yalan darbesi” yapmakla da sürekli eleştiriyor konuşmasında. Libya, Suriye değil. Hafter, Esat değil. Ancak yakın çevresindekiler sözlerini hangi albenili diplomatik ambalaja koyarlarsa koysunlar, anlaşılan Erdoğan, hep aynı Erdoğan.

Diğer bir deyişle, Libya’dan başlayıp, Idlip üzerinden Suriye’ye geçerek, İran’daki rejim karşıtı halk ayaklanmasına ve Irak’ta İran destekli hükümetin ayakta kalma çabasının Irak Kürtlerini zor durumda bırakmasına değinmenin, rafinelik iddiasındaki analizlere girişmenin pek anlamı yok. Bu önünüzdeki yazıyı aşağı yukarı Erdoğan’ın mikrofonu eline almasıyla eşanlı yazmaya koyulmuştum, o konuşmasını bitirdiğinde aciz bendenizi umut dolu başlığıyla birlikte çöp sepetine fırlattı.

Hafter, Moskova’dan masada ateşkes anlaşmasını imzasız bırakarak doğrudan Amman’a geçti. Erdoğan Hafter’e “gereken dersin verileceğini” ve “bundan sonrasının” Putin’e ait olduğunu vurguladı. Idlip’te de Esat’ın meşru muhatap olmadığını, bundan dolayı Ruslarla konuştuğumuzu. Moskova’da ise MİT Başkanı Fidan’ın Suriyeli muhatabı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Memluk’la yüz yüze konuştuğunu öğrendik.

Hafter, imza atmak için TSK ve TSK destekli Suriyelilerin tümden çekilmesini talep etmiş. Memluk’un da Fidan’a Suriye için koşut talepleri ilettiği sızdırıldı. Erdoğan, amacın terör örgütünü yok etmek yani Irak ve Suriye’deki askeri varlığın ucu açık biçimde sürmesi demek olduğunu dile getirdi. Başka türlüsü zaten MHP’yi yanında tutmak öncelikse olası değil. Eh, iç-dış ayrımı kalktığını da kendi belirtmişti.

Erdoğan’ın konuşmasında iki ilginç nokta daha var: Birinde “henüz bir felâketle karşılaşmadığımızı” ifade ediyor, diğerinde dış politika hamlelerinin “inançlarımız doğrultusunda” süreceğini belirtiyor. Bu yazıda üçüncü kere “iç-dış ayrımının kalktığının” teyidini de Erdoğan’ın ağzından aldığımızı ekleyelim. Demek ki “iç politika gerekçeleri ve inançlar doğrultusunda dış politika adımları güvenlikçi bir yaklaşımı önceleyerek ancak bir felâketle karşı karşıya kalınıncaya dek sürecek” sonucunu çıkarabiliriz.

Akıl çağının şafağı sandığımız, uzun sürecek bir gecenin gurub vaktiymiş meğer: Nasıl uyuduysak artık…

Tüm yazılarını göster