AKP’nin talihi bir kere daha (mı) dönüyor?

Küresel kriz eğilimlerinin yoğunlaşması, Erdoğan yönetimi için -şimdilik- can simidi işlevi görmüştür. En azından 2018-2019 krizinin derinleşmesi yavaşlatılabilmiştir. Banka’nın bugünkü açıklamasında oluşan bu ‘fırsat penceresinin’ faizlerin düşürmek yoluyla sonuna kadar kullanılacağına işaret edilmiş.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

TCMB Para Politikası Kurulu (PPK) bu yılın altıncı toplantısını yaptı ve politika faizini 3,25 puan indirdi. Banka, nisanda gevşeme sinyali vermişti ama birikimli faiz indirimini ancak temmuzda yapabildi. Geçtiğimiz ay ile birlikte düşündüğümüzde toplam 7,5 puanlık faiz indirimi yapılarak, bir yıl sonra Eylül 2018’de 6,25 oranında yapılan faiz artışı geri alınabilmiş oldu. Banka’nın bu kararı alabilmesindeki en önemli değişken, küresel finansal çevrimdeki değişimdir.

KÜRESEL YAVAŞLAMA

2019’da, küresel finansal çevrim daralmadan genişlemeye döndü. En son 2013 yılında başlayan daralma aşaması, 2019’un başında sonlandı. Henüz yeni genişleme aşamasının nasıl şekilleneceği netleşmiş değil. Zira merkez ülkelerde faizlerin negatife dönmesi, para politikasının sınırına varıldığını ifade ediyor. Her ne kadar ana akım iktisatçılar ısrarla maliye politikası araçlarını gözlerden uzak tutmaya çalışsa da, merkez ülkelerde 2019’daki yavaşlama daha sonra resesyona dönüşürse bu araçlar da gündeme gelebilir.

Burada kritik olan, aralarında Türkiye’nin de olduğu, ‘yükselen piyasalar’ olarak kodlanan ülkelere sermaye akımlarının yeniden kuvvetli bir şekilde gelip gelmeyeceği. Bu önemli, zira Türkiye’deki güncel kriz, ekonomik büyümenin sermaye akımlarına ne kadar bağlı olduğunu bir kere daha gösterdi.

Merkez Bankası faizi yüzde 3,25 düşürdü

Eğer merkez ülkelerdeki yavaşlama ve nihayetinde de kriz nedeniyle, halen ekonomik büyümesi süren yükselen piyasalara doğru sermaye akımlarında bir canlanma görülürse, bu sermayenin girdiği ülkedeki faizlerin düşürülmesine de yardımcı olacak. Yani 2013 öncesi Türkiye’sinde olduğu gibi yeniden hem yerli paranın değerlendiği, hem de faizin düşürülebildiği özgün bir konjonktüre giriliyor olabilir.

AKP’YE KÜRESEL KONJONKTÜR DOPİNGİ 

Erdoğan yönetiminin bu olası yeni sermaye akımlarından ne kadar yararlanabileceği henüz net değil. Ancak en azından ekonomi yönetiminin aklında bunun olduğunu biliyoruz. TCMB, temmuzdaki toplantısında şu vurguyu yaparak bunun işaretlerini vermişti: “Yakın dönemde küresel iktisadi faaliyetin zayıflaması ve enflasyona dair aşağı yönlü risklerin belirginleşmesiyle gelişmiş ülke merkez bankalarının genişleyici para politikası adımları atma olasılığı güçlenmiştir”. Eylül açıklamasında bu vurgu, “gelişmiş ülke merkez bankaları para politikaları genişleyici yönde şekillenmeye başlamıştır” denilerek biraz daha netleştirilmiş.

Kısacası, küresel kriz eğilimlerinin yoğunlaşması, Erdoğan yönetimi için -şimdilik- can simidi işlevi görmüştür. En azından 2018-2019 krizinin derinleşmesi yavaşlatılabilmiştir. Banka’nın bugünkü açıklamasında oluşan bu ‘fırsat penceresinin’ faizlerin düşürmek yoluyla sonuna kadar kullanılacağına işaret edilmiş.

İYİMSER TOPARLANMA TAHMİNİ

Yapılan açıklama ile TCMB, 2018-2019 krizinde -moda tabirle- ‘en kötünün geride kaldığını’ ima ediyor. Ancak bu iki nedenle sağlam temellere dayandırabilmiş değil. İlk olarak ‘yatırımlardaki zayıflama’ açıklama metninde de geçiyor. Zira ikinci çeyrek büyüme rakamları açıklandığında sabit sermaye yatırımlarının yüzde 22 daraldığı görülmüştü. Bu eğilimin durduğunu ve güçlü bir yatırım seferberliğinin başladığını henüz ileri sürmek mümkün değil.

İkincisi, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı Avrupa ülkelerinde ocaktan beri yapılan ihracat daralmışken, bugünkü açıklamada ‘önümüzdeki dönemde net ihracatın büyümeye katkısını sürdüreceği’ beklentisinin yerleştirilmesi oldukça iyimser olarak görülebilir.

YAPISAL KRİZ SÜRÜYOR

İlginç bir dönem bizi bekliyor. Eğer her şey Erdoğan yönetiminin umduğu gibi gitse, küresel finansal çevrim gerçekten yeni bir genişleme evresine girse ve Türkiye’ye yeniden bol sermaye girişi yaşansa dahi, bu sadece mevcut sorunları geleceğe ertelemek anlamına gelir. Tıpkı 2010-2013 arasında olduğu gibi kısa süreli bir büyümenin ardından sermaye hareketlerinin yeniden tersine dönmesiyle birlikte yeni ve daha sert bir çöküş yaşanabilir.

Ancak gözler şimdiden 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine çevrilmişken, seçim sırasında küresel konjonktürün hangi aşamada olacağı ve o döneme kadar Türkiye’deki yapısal krizin aşılıp aşılamayacağı tüm siyasi aktörler tarafından hayati önemde olacak.

Tüm yazılarını göster