1938 Dersim Soykırımı ve Şükrü Kaya mektubu

Şükrü Kaya mektubu, orijinal belgeden aynen alıntı yapıyor ve altındaki imza da hakiki. İçeriği de tüm diğer belgelerle uyum içinde. Orijinal belgelerdeki hiçbir bilgiyi çürütmüyor aksine onaylıyor.

Abone ol

Taner Akçam

Önce Özet: Hasan Saltık Arşivinde gördüğüm iki mektubu, 31 Mart 2023 ve 22 Nisan 2023 tarihlerinde Agos gazetesinde yayınladım. Mektuplardan birisi İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya ait. 26 Nisan 1937 tarihinde yazılmış. Diğeri de Dersim'de görev yapmış Ali Öz adlı bir asker tarafından 17 Aralık 1946’da Şükrü Kaya’ya yazılmış. Ayşe Hür sosyal medya üzerinden bu iki belgenin de sahte olduğunu iddia etti. Benim, 5 Mayıs 2023’de mektupların sahte olmadıkları konusundaki yazıma ise, 9 Mayıs 2023’te cevap verdi. Nevzat Onaran’ın “Hasan Saltık Arşivi” ile ilgili yazısını da bu listeye eklemek gerek.

Bir de mektuplarla ilgisi olmayan ve tartışmaya benim dahil ettiğim, üçüncü bir sahtelik iddiası var. Ayşe Hür, 1926 yılında Mustafa Kemal’in Los Angeles Examiner gazetesinde yayınlanan görüşmesinin sahte olduğunu iddia ediyordu.

Ayşe Hür, 9 Mayıs 2023 cevabında Mustafa Kemal’in 1926 görüşmesini ve Şükrü Kaya mektubunu ‘hâlâ sahte olduklarına inanıyorum’ babından bir cümle ile es geçti. Sadece Ali Öz’ün mektubunun sahteliği üzerinde ise oldukça uzun durdu. Doğrudur, üç konuyu aynı anda yazması mümkün değildi. Ama çok önemli iki konunun es geçilmesi de doğru değil. İlerde kendisinden bu iki konuda da yazmasını bekliyoruz. Çünkü belgeler üzerindeki muğlaklığın ve şüphelerin kaldırılması gerek. Ben tersten başlayacağım. Önce, es geçilen Mustafa Kemal görüşmesi ve Şükrü Kaya mektuplarını ele alacağım. Ali Öz mektubunu ise ayrı bir yazıda değerlendireceğim.

“Hasan Saltık Arşivi”, mektubu benimle paylaşan Nevzat Onaran’a ve kullanmama izin veren Nilüfer Saltık’a teşekkür ederim.

Aslında Mustafa Kemal’in, 1926 yılında Karl Emil Hilderbrand ile yaptığı görüşmenin sahteliği konusunun konuşulacak bir tarafı yok. Bir-iki ek bilgi ile bu konuyu kendi açımdan kapatmak isterim. M. Kemal’in 1926 Hilderbrand görüşmesi, Amerikan Senatosu’nda 1927 yılında yapılacak Lozan Antlaşması’nın tanınması oylaması ile ilgili idi. Anlaşmanın onaylanmasını isteyen Türkiye yoğun bir lobicilik faaliyetine girişmişti. Gazeteci Hilderbrand’la bu amaçla görüşülmüş ve görüşme sadece Los Angeles Examiner’de değil, en az dört başka gazetede daha yayınlanmıştı. 9 Ocak 1927’de, Lozan’ın oylanmasından 9 gün önce, yine Los Angeles Examiner, bu sefer Edibeh Torrington adlı başka bir gazeteci ile de benzeri içerikli bir görüşme daha yayınladı. Bu görüşme de birkaç başka gazetede daha yayınlandı. Ayrıca, başta ileri gelen Amerikan misyonerleri olmak üzere geniş bir yazar çevresinin katıldığı broşürler çıkartıldı ve Lozan’ın onaylanması için yoğun lobi faaliyetleri yürütüldü.

Elbette ki Türkiye, Lozan’ın onaylanabilmesi için Amerikan kamuoyunun hassasiyetini ciddiye almak ve Ermenilere yönelik cinayetleri kınamak zorundaydı. Bu nedenle M. Kemal görüşmede hem cinayetleri kabul etti hem de anti-İttihatçı bir söylem geliştirdi. M. Kemal’in, Hristiyanlara yönelik katliamları kabul eden ve kınayan bu sözleri Türk inkârcı çevreleri harekete geçirdi ve Hildebrand görüşmesinin sahte olduğunu ileri sürmeye başladılar. Onların amacı, Ermenilerin imha edildiklerini gösteren her kanıtı çürütmekti. Naim-Andonian belgelerine de aynısını yaptılar.

Ayşe Hür, hâlâ Hildebrand’ın görüşmesinin sahte olduğunu ileri sürecekse, kendisi bilir ama bu sahtelik iddiasına Edibeh Torrington’ı da katmasını salık veririm. Yoksa içerikleri aynı iki mektuptan biri niye sahte, öteki niye gerçek gibi tuhaf işlerle uğraşmak zorunda kalabiliriz. Benim için 1926 tartışması bitmiştir, isteyen devam edebilir.

Şükrü Kaya ve Ali Öz mektupları üzerine yapılan tartışmanın da aslında bitmesi gerekir. Ali Öz’e ait mektup konusundaki tartışmanın tuhaflığını ayrıntılı anlatacağım. Ama burada Şükrü Kaya’nın mektubu üzerinde duralım. Çünkü bu mektubun sahte olduğu konusundaki son derece anlamsız bulduğum iddialara son vermek gerekiyor.

Hasan Saltık, Şükrü Kaya ve asker Ali Öz’ün mektuplarını muhtemelen 2000’li yılların başında, İçişleri Bakanlığına ait bir dizi başka belge ile aynı anda elde etmiş. Büyük bir kısmı Umumi Müfettişlik raporları olan bu belgeler, orijinallerinden çekilmiş kopyalar. Bu iki mektubun sahteliği ancak bu mektupların, birileri tarafından İçişleri Bakanlığı arşivi belgeleri arasına özel olarak ve kasıtlı bir amaç için sonradan sokulduğu spekülasyonu ile açıklanabilir. Bu ise kabul edilmesi mümkün olmayan, mantık sınırlarımızı zorlayan gereksiz bir açıklamadır.

15.8.936 tarih ve 2/5182 sayılı ile 11.11.937 tarih ve 2/7639 sayılı kararnameler (BCA: 030.18.01.02.67.69.4 ve BCA: 030.18.01.02.80.92.7).

Tuhaf bir başka durum da şu; Ayşe Hür hâlâ “Şükrü Kaya'ya ait denen mektubun iktidara yakın bir mahfil tarafından üretilen bir dizi sahte belgeden biri olduğunu,” düşünüyor. Fakat öbür taraftan, Şükrü Kaya’nın mektubu ile doğrudan alakalı Cumhuriyet Arşivi'nden alınmış diğer belgelerin ise gerçek olduğunu kabul ediyor. Bu tezin de hiçbir mantıki temeli yok. Belgelerin tarih sırasıyla içeriklerini özetleyerek tartışmayı en azından kendi açımdan sonlandırmak isterim:

Birinci belge, 30 Mart 1937: General Abdullah Alpdoğan tarafından “Yüksek Başvekalete” ve “Dahiliye Vekaletine” yazılmış bir yazı.[1] Konumuzla doğrudan ilgili ve çok önemli ifade şu: “Tayyare Alay Kumandanlığından yangın ve Milli Müdafaadan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim.” Belgenin Cumhuriyet Arşivi numarası şu: 030.10.111.745.19.

İkinci belge, 26 Nisan 1937-Benim yayınladığım mektup: Şükrü Kaya’dan Abdullah Alpdoğan’a yazılmış. Şükrü Kaya, yukardaki 30 Mart 1937 tarihli (birinci belgeden) bir cümleyi aynen aktarıyor: “bakanlığa göndermiş olduğun raporu okudum. Tayyare Alay Kumandanlığından yangın, Milli Müdafadan yakıcı ve boğucu gaz talep etmişsin.” Belgenin altında Şükrü Kaya’nın imzası var. Bu imza, Cumhuriyet Arşivi'ndeki onlarca Şükrü Kaya imzası ile aynı.

Üçüncü belge, 4 Mayıs 1937: Bakanlar Kurulu’nun ‘Tunceli Tenkil Harekâtı’ kararı.

Dördüncü belge, 26 Temmuz 1937: Birinci ve ikinci belgeden kendisine başvurulduğunu anladığımız Milli Müdafaa Vekilliğinden Başbakanlığa yazılan yazı. Millî Müdafaa Vekilliği, Berlin’den Almanlardan gaz alımı için Bakanlar Kurulu kararı istiyor. Aynı yazı, alım için gerekli mali kaynak olup olmadığı konusunda bilgi için Maliye Bakanlığına da gönderiliyor.

Beşinci Belge, 5 Ağustos 1937: Maliye Bakanlığından Başvekalete yazılan yazı. Maliye Bakanlığı 26 Temmuz tarihli yazıya cevap veriyor ve ilgili gazların alınması için kendileri açısından sorun olmadığını, Bakanlar Kurulunun karar alması gerektiğini söylüyor.

Altıncı Belge, 7 Ağustos 1937: Bakanlar kurulu, 26 Temmuz ve 5 Ağustos tarihli yukardaki yazılara atıfta bulunarak, Berlin üzeri, Almanlardan gaz alımına karar veriyor.

Burada iki yeni belge daha eklemek isterim. Bunlar, Mustafa Kemal imzalı Bakanlar Kurulu kararları ve doğrudan Dersim’de gaz kullanımı ile ilgili. Birinci belge, 15 Ağustos 1936 tarihli “gazdan korunma işleri üzerinde konferanslar vermek ve gaz mütehassıslarımızla müşaverede bulunmak üzere Milli Müdafaa Vekilliğince Almanya’dan” Dr. Hanslian adlı bir profesörün getirilmesi ile ilgili bir karar (BCA: 030.18.01.02.67.69.4). İkinci belge, 11 Kasım 1937 tarihli; “mütehassıslarımızla temas etmek üzere Almanya’dan gaz sığınak mütehassısı Dr. (Shossberger)in getirilmesi” ile ilgili (BCA: 030.18.01.02.80.92.7). Belgeler, Dersim’de gaz kullanma fikrinin aslında Alpdoğan’ın mektubundan önce var olduğunu ve bu doğrultuda hazırlıkların yapıldığını ve gaz kullanıldıktan sonra da tedbirler alınmaya devam edildiğini gösteriyor.

Fotoğraf arkası notu: 16 Ağustos 938, Dersim, Büyük harekâtta Munzur kenarından Kızıl Dağa çıkış (Foto: Hasan Saltık Arşivi).

Sonuç: Şükrü Kaya mektubu, orijinal bir belgeden aynen alıntı yapıyor ve altındaki imza da hakiki. Ayrıca içeriği de tüm diğer belgelerle uyum içinde. Orijinal belgelerdeki hiçbir bilgiyi çürütmüyor tam aksine o bilgileri onaylıyor. Ama Ayşe Hür, ‘bu belge sahte’ diyor. Benim için, orijinal belgelerdeki iddiaları çürütmeyen aksine destekleyen bir belgenin sahteliğini tartışmak gerçekten çok gereksiz. Elbette isteyen devam edebilir ama benim için Şükrü Kaya mektubu tartışması burada bitmiştir.

Geriye Ali Öz mektubu kaldı. “Şükrü Kaya belgesi hakiki fakat Ali Öz belgesi sahte” gibi bir iddiayı, tüm anlamsızlığına rağmen şimdilik ciddiye alalım. Çünkü, Ali Öz mektubundaki, cemse kelimesi, Seka ismi, Tersemek ve Murat suyu meselesi birçok insanı belgenin sahte olduğu konusunda ikna etmiş gözüküyor. Konu bu nedenle özel ilgiyi hak ediyor. Ama son bir not: Sahte belge üretenin mutlaka ama mutlaka bir amacı olmalı. Amaçsız sahte belge üretilmez. Örneğin, bir belgeyi üreten, ya olan bir olayı inkâr etmek için ya da olmamış bir olayı var göstermek için belge üretir. İş olsun, diye can sıkıntısından belge üretilemeyeceğine göre, acaba Ali Öz mektubunu üreten hangi amaç için üretmiş olmalı? Mektup, ne olmamış bir olayı olmuş gibi gösteriyor ne de olmuş bir olayı inkâr ediyor. Ortada tuhaf bir durum yok mu? Sonra bu sahte belgeyi üreten, niye bu mektubu kullanmıyor da İçişleri Bakanlığı arşivinde, Umumi Müfettişlik Raporları arasında saklıyor acaba? Aslında naçizane kanaatim gereksiz bir işle iştigal ettiğimizdir. Bunu da Ayşe Hür’ün iddiaları ile birlikte diğer yazıda göstermeye çalışayım.

NOTLAR:

[1] Hüsnü Gürbey ve Mahsuni Gül Dersim gazetesi’nde belgenin sadece ilk sayfasını yayınladılar ve imza yoktu. Bu nedenle, Agos yazımda “imzasız belge” ifadesini kullanmıştım. Belgenin diğer sayfalarında Abdullah Alpdoğan’ın imzası vardır.