12 Mart Darbesi'nden ilginç anılar…

12 Mart 1971 askeri darbesinin sonrasında devrimci bir subay olduğum için gözaltına alınıp Ziverbey Köşkü’ne götürüldüm. İşkenceye maruz kaldım. Orada genellikle çok az yiyecek veriyorlardı. İşkence sonrasında üç çeşit güzel bir yemek getirilmişti. Aslında bu ifademin karşılığı değildi, çünkü “Mahir Çayan’ların Maltepe Cezaevi’nden kaçma planının krokisini çizmiş olmamdan” söz etmemiştim. Peki bu yemek neyin karşılığı idi?

Atilla Özsever atillaozsever@gmail.com

Bugün 12 Mart 1971 askeri darbesinin yıldönümü. Darbeden bu yana 53 yıl geçmiş. 12 Mart darbesini yaşayan bir kişi olarak döneme ait birkaç anımdan söz etmek istiyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Mart 1971’de bir muhtıra vererek Demirel Hükümeti’nin istifasını istedi. Ekonomik kriz, Demirel hükümetinin ülkeyi yönetemez hale gelmesi, işçi hareketinin yükselişi, öğrenci olayları, banka soygunu ve adam kaçırma gibi eylemler, ordu içindeki cuntasal girişimler sonucu böyle bir darbe gerçekleşti.

Ben de o dönemin koşullarından etkilenerek devrimci bir subay olmuştum, ordu içinde örgütlenme faaliyetlerinde bulunuyordum. Şubat 1972’de üsteğmen iken gözaltına alınıp İstanbul Harbiye Merkez Komutanlığı’ndaki cezaevine getirildim ve bir hücreye yerleştirildim.

HÜCREDE HABERLEŞME

Hücreler, Harbiye’deki cezaevinde sıra halindeydi. Koridorda da askerler nöbet tutuyorlardı. Tuvalet için koridordaki WC’ye gidiyorduk. Yan hücrede tuvalete çıkmak isteyen biri talepte bulundu, bu sesi tanıyordum. Birlikte devrimci faaliyetlerde bulunduğumuz arkadaşım üsteğmen Yücel Top’tu.

İkimiz de bir yolunu bulup haberleşmek istiyorduk. Sonuçta, sigara, tükenmez kalem, diş macunu gibi ihtiyaçları birbirimize gönderme imkanımız doğmuştu. Tükenmez kalemin içine ya da diş macununun dip kısmına veya sigaranın tütününü biraz boşaltıp iç tarafına küçük bir kağıda mesajı koyabiliyorduk.

Ben, Yücel’e bir mesaj gönderdiğim zaman duvara bir kez vuruyordum, o da iki kez vurursa mesajı almış oluyordu. Üç kez vurulunca mesajı almadım anlamı çıkıyordu. Bir keresinde Yücel’e sigara göndermek bahanesiyle sigaranın içine küçük bir kağıt yerleştirip nöbetçi askere verdim.

Asker de bu sigarayı yan hücredeki Yücel’e verecekti. Duvara bir kez vurdum, Yücel’den üç kere vurma sesi geldi, yani mesajım ulaşmamıştı. Bir an paniğe kapıldım. Acaba sigara asker kanalı ile görevli subayların eline mi geçmişti?

Çünkü karşı hücrelerde kalan havacı subaylar, kaloriferler üzerinden mors alfabesiyle birbirileriyle haberleşirlerken yakalanmışlardı. Epey de eziyet gördüler. Bir kez daha duvara vurdum, yine üç kez ses geldi.

Artık ne zaman ifadeye çağıracaklar diye beklemeye başladık. Uzunca bir zaman geçti, çağıran falan olmadı. Sanıyorum, nöbetçi asker sigarayı Yücel’e vermeyip bir güzelce içmişti. Benim mesaj da yanıp kül olmuştu…

ZİVERBEY KÖŞKÜ’NDE İŞKENCE

Harbiye cezaevinde 30 gün kaldıktan sonra ellerim ve gözlerim bağlı bir vaziyette askeri bir cipin içinde bilinmeyen bir yere getirildim. Burası, 12 Mart döneminin ünlü işkencehanesi, Ziverbey Köşkü idi.

İşkence yapanların ilk sözü, “Burası Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlı kontrgerilla merkezidir. Burada kanun, kitap, anayasa geçmez. Sizler bizim harp esirimizsiniz”. Sorgum sırasında karacı ve havacı subay arkadaşlarla ilişkilerimi, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçışına nasıl yardımcı olduğumu sordular.

1967 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun olup subay çıktıktan sonra ilk görev yerim Kartal Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı idi. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi (THKP-C) lideri Mahir Çayan ve arkadaşları buradaki askeri cezaevine yerleştirilmişlerdi. Kasım 1971'de Mahir Çayan ve dört arkadaşı bu cezaevinden tünel kazıp kaçtılar. Bu kaçışta benim de yardımım söz konusuydu.

Ziverbey Köşkü’ndeki işkence sonrasında sorulara verdiğim cevapları yazılı hale getirmek için tekrar kaldığım hücre tipi odaya çıkarttılar. Sonra o günkü koşullarda gayet güzel sayılabilecek bir yemek getirdiler. Çünkü o zamana kadar hayatımızı idame ettirecek kadar ufak tefek yiyecekler veriyorlardı.

İŞKENCEDE ‘TORPİL’ (!)

İşkence sonrası gelen yemeği hiç unutamam; yumurtalı ıspanak, barbunya pilaki ve yanında samsa tatlısı vardı. Bu yemek ifademin karşılığı olamazdı. Çünkü birçok şeyi söylememiştim, örneğin Mahir Çayan’ların Maltepe cezaevinden firarıyla ilgili yardımımdan, kaçma planının krokisini çizmemden söz etmemiştim.

O halde neden böyle bir yemekle taltif (!) edilmiştim. İfademi yazdıktan bir süre sonra başı açık, sivil giyimli bir komutan, etrafındaki görevlilerle birlikte kaldığım odaya girdi. Bana aynen şunları söyledi:” Vahim bir durumla karşı karşıyayız. Lütfü, Harp Okulu’nda iken hiç böyle biri değildi, vatansever, milliyetçi bir kişiydi. Siz iki kardeş niçin bu işlere bulaştınız? Annen, baban ayrıldığı için mi bu hallere düştünüz?”

Odama gelen komutanın Lütfü dediği kişi, babam Lütfü Özsever’di. 1943 yılında Harp Okulu’ndan topçu subayı olarak mezun olmuştu. Bana bu güzel yemeği, daha doğrusu oradaki görevli subaylara verilen bu yemeği gönderen kişinin biraz önce sözünü ettiğim komutan olduğunu tahmin ediyorum. Daha sonra ismini öğrendim. Bu kişi, Ziverbey Köşkü’ndeki MİT Bölge Komutanı Yarbay Eyüp Özalkuş idi.

Hapisten çıktıktan sonra babama da sorduğumda, “Kel Eyüp namıyla maruf Eyüp Özalkuş, hem Harp Okulu’ndan, hem de Topçu Okulu’ndan sınıf arkadaşımdı” demişti. Demek ki işkencede bile böyle küçük “torpiller” işe yarıyordu…       

MAMAK’TA ÇAVUŞ DAYAĞI

Daha sonra tutuklanıp Selimiye Askeri Cezaevi’ne getirildim. 256 sanıklı THKP-C davasından yargılanmaya başladık. TCK’nın (Türk Ceza Kanunu) ünlü 141-142 maddelerinden ötürü 12 yıl hapis cezası ile yargılanıyorduk.

İstanbul’daki THKP-C davası dışında Ankara’da da “Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar Örgütü” adıyla bir başka yargılanmamız sürüyordu. O dava için havacı teğmen Mehmet Alkaya ile birlikte Ankara’ya götürüldük.

Mamak Askeri Cezaevi Komutanı Yarbay Kemal Saldıraner, 1950’li yıllardaki Kore Harbi’nde komünistlerle savaşmış ve yara almıştı. Herhalde o zamandan bu yana komünistlere olan kızgınlığı sürüyordu. Mamak cezaevine gelir gelmez, komutanın huzuruna çıktık. Bizimle birlikte Dev-Genç davasının ileri gelen sanıkları da başka bir dava için Ankara’ya getirilmişti.

Kemal yarbay, Dev-Genç’lilere pek bakmadan bizi hücreye götürecek çavuşa, “ Bu adamlar içimizden çıktı. Bunlara haddini bildirmek lazım” diyerek gereken “icazeti” verdi. Görevli çavuş, Alkaya ile birlikte beni hücreye götürdü. Buradaki hücreler açık parmaklıydı, her tarafı duvarla kaplı değildi.

Çavuş, bize “rahat, hazırol” komutu vererek yanaşık düzen eğitimi yaptırmaya başladı. Hapishane kurallarına göre yanaşık düzen eğitimi yapıyorduk. Ancak çavuş bu eğitimimizden memnun değildi, “iyi rahat hazırol yapamıyorsunuz” diye çıkıştı, copuyla dürttü.  Ben de, “Bu işin mektebinde okuyup subay olduk” diyecek oldum, çavuş bana “gözlüklerini çıkar” dedi. Hücrenin kapısını açıp copla vurmaya başladı.

Çavuşun bana copla vurduğu sırada, “Sizi gidi komünistler, vatan hainleri” gibi sözler söyleyeceğini beklerken “Üsteğmen, kim bilir sen kaç arkadaşımızı dövmüşsündür” şeklindeki konuşması oldukça ilginçti. Herhalde o çavuş da erat-subay çelişkisinin bilinçaltı intikamını almaya çalışıyordu.

Ben de kendisine, “Kıtada çok asker dövseydim, burada hapishanede değil başınızda olurdum” şeklinde bir yanıt vermeye çalıştım. Tabii ki dayak yemekten kurtulamadık. Belki de bu çavuş, terhisinden sonra çevresine “Bir üsteğmeni dövdüm” diyerek epey böbürlenmiştir…       

CEZAEVİNDE VOTKALI KAVUN

Mamak cezaevinde, kışlada çıkan yemeklerin yanı sıra kantinden getirttiğimiz gıdalarla da özel yemekler ve tatlılar da yapabiliyorduk. Arkadaşımız 1969 Harp Okulu mezunu topçu teğmen Yusuf Niş’in vişne reçelinden yaptığı ve “şanti” diye isimlendirdiği tatlıları da unutamam.

Bu arada bayramlarda ziyaretçilerimizin getirdiği ufak tefek yiyeceklere de izin veriliyordu. Yücel Top’un kardeşi halk müziği sanatçısı Yavuz Top tarafından da meyve getirilmişti. Meyveler arasında gelen kavunun içine votka zerk edilmişti. Böylece hapishane yönetiminin farkında olmadan votkalı kavun da yemiştik…

Askeri cezaevlerindeki 2.5 yıllık hapis hayatından sonra Ecevit Hükümeti’nin çıkardığı af yasasıyla birlikte Temmuz 1974’te özgürlüğümüze kavuşacaktık…

Tüm yazılarını göster