YAZARLAR

Ama Türkiye’deyiz efendim!

Pelosi’nin sözleri karşısında “Ahahah hiç güleceğim yoktu, dinime küfreden bari Müslüman olsa” diyen herkes kendi demokrasi anlayışı üzerine ve düşüncesinin hakim ideoloji tarafından kör ve tutsak edilmiş olup olmadığı üzerine durup düşünmelidir. Hak hukuk savunuculuğu içeriye karşı ayrı dışarıya karşı ayrı verilemez.

Geçtiğimiz hafta sanırım uzun zamandan beridir ilk kez, ABD’den gelen Allah’ın lütfu politik bir gaf, siyasi iktidarın bu tür durumlardaki taşkın ilgisine layıkıyla mahzar olamadı. Halbuki dolar da neredeyse sekiz dirhem bir çekirdeğe yaklaşmıştı. Dolar yükseldiği yerden alıp söz konusu gafın sahibinin alnına şak diye yapıştırmak işten bile değildi. Yurttaşın bankaya koşturması elindeki üç beş doları Türk Lirası'na çevirerek birbirine kenetlenmiş bir toplumun mutlu ve kutlu bir üyesi olarak evine dönmesi de sağlanabilirdi. Fakat şaşırtıcı bir biçimde ölçülü bir tepkiyle yetinildi. “Bu Nancy Pelosi de taktı bize, taktı taktı” mealindeki sözlerle söz konusu gaf az aşağıdan alınarak kapının dışına koyuldu. Öyle ya, Pelosi’nin münasebetsiz sözlerinin bizimle ne ilgisi vardı? Bu yüzden de erken davranıp ellerimizi kulaklarımıza götürmüş olsak da “Eyyy Nancy, Beheyyy Pelosi” ünlemeleri de haliylen duyulmadı. Fakat ben o Nancy’i öyle bırakmam.

Adı geçen kişi ABD Temsilciler Meclisi Başkanı'ydı. Seksen yaşındaydı ve tam adı yaklaşık yarım batman gelmekteydi; Nancy Patricia D'Alesandro Pelosi. Fuşya, portakal çiçeği ve parlament mavisi gibi canlı renkleri sever, formuna dikkat eder, altmıştan fazla da göstermezdi. Beş çocuk annesiydi. İş insanı Paul Pelosi ile evliydi. Bu bilgileri ne yapacağınızı gerçekten bilmiyorum ama Nancy’nin bize niye taktığını anlamaya çalışırken zihnime not etmişim, sizinle de paylaşayım istedim. Paylaşmak güzeldir. Neyse işte bu Bayan Pelosi, seçimleri kaybederse görevi barışçıl bir şekilde teslim edip etmeyeceğiyle ilgili sorulara Başkan the Trump’ın “Why should I ?” demeye getiren mızıkçı cevaplar vermesi üzerine, “Burası Türkiye değil” diyerek tepki göstermişti.

Şimdi normal koşullardaki bir dünyada bu gafın bedeli ağır olurdu. Fakat olamadı. Çünkü nihayetinde bir seçimin sonucunun vakarla, haysiyetle, barışçı biçimlerde kabullenilmesinden söz ediliyordu. Cuma sabahıydı ve de 25 Eylül’dü. Aynı gün ve saatlerde Türkiye’de legal bir siyasi partinin seçilmiş vekillerine, belediye başkanlarına ve MYK üyelerine bitmek bilmez operasyonlardan bir yenisi yapılmaktaydı. Üstelik iktidar partisinin sicilinde az geriye gitsen İstanbul seçimlerinin “Bunu saymam” diyerek iptal edilmesi vardı. Seçmen iradesinin hiçe sayılması ve HDP’nin 2019 yerel seçimlerinde kazandığı belediye başkanlıklarının sayısının bir yıl içinde 65’ten 12’ye düşürülmesi vardı. YSK’nin adaylıklarına sorunsuzca onay vermiş olduğu belediye başkanlarının seçimlerden sonra hızla cezaevlerine tıkılması ve 18 belediye başkanının halen tutuklu olması vardı. Kayyımlar vardı...

Son operasyonla birlikte anlaşılıyordu ki kalan 12 HDP belediyesine de kayyımlar eliyle “barışçı bir biçimde el değiştirtme” projesi kapsamında Kars sıradaydı. Kars Belediyesi Başkanı Ayhan Bilgen’in daha evvel aynı davadan beraat etmekle kalmayıp hak ihlali nedeniyle devletten tazminat kazanmış olmasını kim takardı? Kısaca ya da uzunca nasıl bakarsanız bakın yerel seçimlerin sonuçlarının barışçı bir tutumla kabullenilmesi konusunda Türkiye manzarası buydu. Genel seçimlerle ilişkili fikir edinmek için de cezaevlerinde seçilmiş vekil sayımı almak mümkündü... Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım da bir bakalım. Pelosi’nin “Türkiye’de değilsiniz” mealindeki lafına mı kızıyorduk? Ama Türkiye’deyiz efendim!

Bizimkilerin hemen her gün bir başka ülkeye yönelik olarak çok daha ağırını ferahfeza savurduğu salvoların bir benzeri bize yöneltildiğinde, Türkiye’de şikayet edip durduğumuz birçok politik meseleyi genel bir “rıza” çerçevesinde göz ardı ediyor ve hep birlikte ülkenin itibarını savunma yarışına giriyoruz. Bu itibarsızlaşmanın legal bir siyasi partinin hukuk hiçe sayılarak çökertilmesi uygulamalarıyla ilişkisi de adeta tümüyle birbirinden bağımsız iki olay oluveriyor! Oysa sen seçim sonuçlarını saymazsan birileri de çıkar bunları sayar döker ve demokrasi ile yönetilmediğini ima eder. Bu kadar şaşıracak ne var?

Onlar da Kızılderilileri öldürdüler, siyahların boğazına çöktüler demekle varacağımız bir demokrasi uğrağı yok. Mesele buysa Pelosi’de de bir sıkıntı yok zaten. Floyd’un şahsında korkunç bir polis şiddeti sonucunda öldürülmüş bütün kurbanların adlarını tek tek sayarak özür dileyen ve adalet isteyen de aynı Pelosi. Siyahların yüzlerce yıllık trajedisi karşısında ve köleleştirme karşısında bir kez daha özür dileyen de oydu. Konuşmasının bitiminde de Demokrat Parti’nin diğer üyeleriyle birlikte tam “8 dakika 46 saniye” Floyd’un aziz hatırasını onurlandırmak üzere sessizce dizleri üzerine çökerek bu özrü bütün dünyaya seyrettiren de o.  Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Pelosi’nin Türkiye’nin Başkan Trump’la olan iyi ilişkisine saldırdığını söylemesi nedense bu görüntüleri aklıma getirdi.

Pelosi’nin ABD’deki hak hukuk ihlallerine karşı genel olarak nasıl bir tepki verdiğini ve hakim ideolojiye ne ölçüde eklemlendiğini pek bilemiyorum doğrusu. Fakat ABD’nin emperyalist dünya politikalarına ve ırkçı geçmişine olduğu kadar bugünkü yeni ırkçılığına ve polis şiddetine karşı muhalefet ederken en azından dünyaya ABD aleyhine kullanılacak bir resim vermemek gibi “arkaik” bir politik tutumu sürdürmediğini görebiliyorum.

Demokrasi, dışarıya kötü bir resim vermemek için kötülüklerin inkar edildiği ve gizlendiği yerde değil, kötü resimlerin hiç oluşmaması için mücadele edilen yerde güçlenir. Bu kadar basit.

İçeriye bakmadan dış cephelerde hak, hukuk, demokrasi ve itibar savunuculuğu yapılamaz. Kol kırıldığında uzun müddet yen içinde kalamaz... Türkiye demokrasi ve hukuk dışılığa örnek ülkelerden biri haline geliverir. Ama onlar da Kızılderilileri öldürdüler, berikiler de Cezayir’i sömürgeleştirdiler, bunlar da Aborjinleri katlettiler demek, mahalledeki ergen kavgası dilinden ve demagojiden başka da bir şey ifade etmez. Hiçbir ülkenin geçmişinin bir diğerinden çok da “temiz” olmadığı bir dünyada, bu tür cevaplar, bugün dünyanın gözü önünde yaşananların üstünü örtmeye yetmez. Bizde de öyle yapmıyorlar mı? Mesela George Floyd’un ölümü karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söylememiş miydi?

 "ABD'nin Minneapolis kentinde George Floyd'un işkence sonucu öldürülmesine yol açan ırkçı ve faşist yaklaşım, sadece hepimizi üzmekle kalmamış aynı zamanda tüm dünyada karşı durduğumuz adaletsiz düzenin en acı verici tezahürlerinden biri olmuştur. Bize, yaratandan ötürü insanlığı sevmeyi öğreten İslam medeniyetinin bir üyesi olarak bu insanlık dışı mentaliteyi kınıyorum. Nerede, ne bağlamda, ne şekilde olursa olsun Türkiye, daima insanlığa karşı her türlü saldırıya karşı durmuştur."

Kürtleri haydi bir kez daha bir tarafa bırakalım, insan ister istemez Hopalı emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu hatırlıyor. Elinde limondan başka bir şey olmayan bir emekli öğretmenin barışçı bir gösteri ortamında polisin biber gazlı müdahalesi sonucu ölmesi karşısındaki tutumu kendisine sorulduğunda, dönemin başbakanı Erdoğan küçücük bir üzüntü bile belirtmemişti. Kendisine “Ama öldü efendim” diyen Ruşen Çakır’a, hiçbir zaman ortaya çıkmamış bazı görüntülerden söz ederek, Metin Lokumcu’nun biber gazına bağlı kalp krizi sonucu ölmeyi neredeyse hak ettiğini ima etmişti. 

Pelosi’nin sözleri karşısında “Ahahah hiç güleceğim yoktu, dinime küfreden bari Müslüman olsa” diyen herkes kendi demokrasi anlayışı üzerine ve düşüncesinin hakim ideoloji tarafından kör ve tutsak edilmiş olup olmadığı üzerine durup düşünmelidir. Hak hukuk savunuculuğu içeriye karşı ayrı dışarıya karşı ayrı verilemez.

Bir ülkeyi özgürleştirici biçimde sevmek de böyle olmaz. Yanlış iktidar uygulamalarının uluslararası alanda yol açtığı krizler ya da sansasyonel gaflar sonrasında, dış politikamız neredeyse “kusursuz” idare ediliyormuş gibi parti devletiyle aynı gemiye doluşmaktan vazgeçmek gerekir. “Dış görüntüyü” kurtarma işi muhalefetin işi değildir. Böyle devam edersek iç siyasetin dış siyasete kurban edilmesinden ilanihaye kurtulamayız.

 


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.