YAZARLAR

Altılı Masa’da ne eksik? - II

Altılı Masa, ne yapacağından çok varlığının önemsendiği aşamada takılıp kalmış görünüyor. Yazımın ilk bölümünde bizzat konu ettim: Bu işbirliğinin, güçbirliğinin varlığı sahiden başlıbaşına siyasî hamle, ileri adım, değişim potansiyeli sayılmalı. Ama bu bir ilk adım. Nerede ikincisi?

Siyasî hareket projesi olarak Altılı Masa’nın iki büyük zaafı var.

İlki, Masa’nın topluca sorumlu olduğu kısıtlılık, dar alana sıkışma hali. Masa ufacık odaya sığıştırılmış sanki; sandalyeler zor çekiliyor, oturan kıpırdayamıyor. Belki buna yolaçan sebeplerden biri de olan ikincisiyse, Masa heyetinin tek tek tıkanıklıkları, güdüklükleri, mecburî ketumlukları. Odadaki sıkışmışlık duygusunu güçlendiriyor bu. Heyet üyeleri, zaten yanıbaşlarındakiler dışındaki toplum kesimlerinden de saygı görmeleri, kendilerine güvenilmesi için şart olan cesaret ve sorumluluk üstlenme kapasitesinden yoksun görünüyorlar. Ne iseler o olarak kalacaklar, ama değişmesini istedikleri her nelerse bunlar değişecek sanıyor gibiler.

HAREKET DEĞİL 'DURUŞ'

İlk zaafı şöyle tarif edebiliriz: Altılı Masa, ne yapacağından çok varlığının önemsendiği aşamada takılıp kalmış görünüyor. Yazımın ilk bölümünde bizzat konu ettim: Bu işbirliğinin, güçbirliğinin varlığı sahiden başlıbaşına siyasî hamle, ileri adım, değişim potansiyeli sayılmalı. Ama bu bir ilk adım. Nerede ikincisi?

Oraya bir türlü geçilemiyor. Çünkü, muhtemelen, şimdi partilerin tek tek zaaflarından sözederken de tekrarlayacağım üzre, Türkiye’nin bütün yerleşik siyasî partileri, daha yola çıkarken aynı sözleşmeyi imzalamış gibi. “Gibi” demem, nezaket ortamını bozmayayım arzumdan. Bu sözleşme, hükümlerine aykırı hareket edenin bir tür aforozla cezalandırılmasını öngörüyor. Hükümlerden birini çiğnerim korkusuyla Türk siyasetçisi resmî yoldan asla ayrılmıyor. Böylece, hepsi aynı yolda aynı yere giden bir sürü aracın ortasında kalıyoruz. Modeller, renkler, motor gücü, lastik çapı değişik, ama güzergâh aynı, hedef aynı.

Oysa bizi bugünkü feci duruma getiren, yalnız bugünkü muktedirlerin zıvanadan çıkmış zorbalıkları, çizmeyi aşmış keyfîlikleri, kan donduran çıkar ve imtiyaz düşkünlükleri değil. Hukuksuzluğun, adaletsizliğin, eşitsizliğin, vicdansızlığın “sözleşme”yle garanti altına alınmış, yerleşik temelleri vardı zaten. Şüphesiz bugünkü vahim durumu sadece bir tüy dikme hadisesi olarak göremeyiz. İyi ne varsa ortadan kaldırılması, kötünün berbata çevrilmesi, yaşadığımız. Ve kutuplaşmış tarafların paylaştığı kötünün yüceltilmesi…

Buradan Altılı Masa’nın yapısallaşma tehlikesi gösteren ikinci zaafına geçebiliriz.

KİME NASIL GÜVENMELİ?

Bu maddede sadece -bendenizin, tepki yaratsa da isabetli olduğuna hâlâ inandığım ifademle- bir noktada nihayet “siyasete giren” Kılıçdaroğlu ve CHP hakkında farklı, olumlu konuşabilir ve onu bu zaafı büyüten değil azaltan aktör olarak ayırabiliriz. Çünkü kendisi pekâlâ siyasî içerikli hedefler tanımlıyor, vaatler ortaya koyuyor. Ötekileri ele alacağız.

Almalıyız. Çünkü madem “Masa” adına böylesine ketum davranılıyor, biz de onun çevresinde oturanlara eğileceğiz haliyle. Başka çare yok. Kılıçdaroğlu’nu her söylediğini hepsini temsilen söylüyor kabul edemeyiz ki!

Meral Akşener ve İYİP. Günümüzün yükselen partisi. AKP’nin himayesiyle dümen çevrilmese MHP’nin başına geçmiş olacak ekip. MHP ile mesafe nedir, neyle ölçmemiz gerekir? MHP’nin bütün kötü huylarının İYİP’te de bulunduğundan şüphelenmemiz yersiz mi? Hayır. Niye? Çünkü bize bu konularda tek kelime söylenmedi. Meral Hanım, kendisinin demokrasi, hukuk, insan hakları kavramlarından hayli uzakta iş gördüğü siyasî ve idarî geçmişiyle ilgili herhangi bir özeleştirel beyanda bulundu mu? Hayır. İYİP’in, onu MHP’den kesin hatlarla ayırt etmemizi gerektirecek politikası, adımı, atılımı var mı? Yok. Akşener’in, -paradoksal ama- bugün ilginin partisine yönelmesini de sağlayan mengeneyi gevşetemediğini, çemberi kırmaya çalışmadığını görüyoruz. Beklenmedik sivrilikte laflar eden birilerini yedek kulübesine çekme yetmez ki gerekli taze başlangıç için.

Ali Babacan ve Deva Partisi. AKP’den kopanları toplaması garantiymiş gibi yola çıkan Babacan, iktidarın parçası olduğu döneme dair yalnız kendini övücü tarzda konuşuyor. “Ben ne iyi idare ediyordum, ben gidince batırdılar” muhabbeti yapıyor. Bugünkü iktidarın oluşumuna varan süreçte, AKP’nin anti-hukuk, anti-demokrasi yoluna saptığı kritik dönemeçte bizzat orada bulunuşuna rağmen bugün kendisine güvenmemizi neye dayanarak istiyor? İlan edilmiş parti bildirgesine mi? Demokratik vaatleri tamamen soyut laf haline getiren ve işlevsizleştiren durumu fark etmiyor mu? Kirli işlerin döndüğü yerde, bunlardan haberdar geçirdiği zamanın üstüne, oradan çıkıp gelirken kutsal nehirde mi yıkandı? Yıkandım da demiyor ki! Alabildiği desteği bir türlü yaygınlaştıramayışının ilk sebebi, çok yakın geçmişte herkesin onu doğal olarak ait saydığı fotoğraf karesinden kendisini ayrıştıramaması. Galiba bunu sahiden teşhis edemiyor.

Ahmet Davutoğlu ve GP. Özeleştiri noksanlığı, Davutoğlu sözkonusu olduğunda kat kat büyük mesele yaratıyor. Çünkü özeleştirel tonda izahını yapması gereken çok büyük, vahim, kanlı, belalı olay çok. O başbakanken bu ülkede ne çok insan öldürüldü, şehirler kasabalar yakıldı yıkıldı, okul tahtalarına, duvarlara bizzat üniformalı devlet görevlilerince ırkçı sloganlar yazıldı, insanların evlerine, yatak odalarına girildi, herhalde kendisinin asla tasvip etmeyeceği, utanç verici işler yapıldı. Kimisinde figüran konumunda kaldı, ama kendini başbakan rolünde saymaktan vazgeçemedi. Başkentin ortasında katliam yapıldı, “kokteyl terör” palavrasıyla kara propaganda yürüttü, partisinin oy oranından bahsetti. 2015’te her şeyiyle yasal, meşru seçim sonuçları hiçe sayıldı, aslında fiilen darbe yapıldı, “istikşafi görüşmeler” palavrasıyla milletin uyutulmasına aktif olarak katıldı. “Ortadoğu’nun sahibi ve hizmetkârı olacağız” (kendi lafıdır) küstahlığıyla girişilen, binbir belalı sonuca yolaçan Suriye politikasında bizzat büyük sorumluluğu var. Demokrasi, hukuk, adalet, insan hakları konularındaki görüşlerini bilen var mı? Davutoğlu’nun kendini iktidarın günahlarından ayırması çok daha zorken bu yönde en ufak çaba göstermeyişinin bedeli, işte, anketlerde “diğer” kategorisinin dışına nadiren çıkabilmesi. Bunu kabullenmesi zor görünüyor.

Temel Karamollaoğlu ve SP. Burada da ekstra zorluklar var. Karamollaoğlu, yumuşak üslûbuyla, AKP -özellikle MHP’li AKP- iktidarı yetkililerinin hırçınlığından uzak, mâkûl siyasetçi izlenimi veriyor. Ancak bu devirde özellikle ihtiyaç duyulduğu için puan getiren özelliği, partisinin AKP tarafından çok kirletilmiş bir alana saplanıp kalması yüzünden gölgeleniyor. Mevcut iktidarın silah niyetine sarıldığı, dinle kaplı malzemeyi birden Saadet Partililerin elinde de görebiliyoruz. Üstelik memleket bu iktidardan kurtulursa, siyaset alanında dinî motifleri kullanmaya kalkanın göreceği muamele çok farklı olabilir. Öte yandan, SP de ne yapsın, onun esas malzemesi de bu! İkinci handikapları da, iktidar olmaya uzaklıkları. Bundan sonra onlara nereden oy gelecek? AKP’den kopacak olanlardan. Ama onların çoğu, dindarlık kisvelerine halel gelmeden sıçrayıverecekleri, iktidar imkânına daha yakın partileri yeğleyeceklerdir. Refah Partisi’nin atılımını tekrarlaması ihtimali pek cılız olduğuna göre, SP, demokrasiyi ve sahici hukuku, adaleti -yani başkasının eşit haklara sahip olmasını, hayatın yalnız kendilerine göre düzenlenmemesini- kabul eden dindarların partisi mi olacak yoksa AKP’nin çalıp çırpmayanı gibi bir şey mi? Dinle siyaset ilişkisi AKP, Mursi ve “İslâm Devleti” örgütü (DAİŞ-IŞİD) tecrübelerinden sonra artık asla eskisi gibi olamaz. Belki SP bu alanda kendi içinde tartışıyordur, çıkış yolları arıyordur. Bilmiyoruz. Ancak Altılı Masa’nın muhtemel siyasî programı hakkında fikir verecek bilgi kırıntılarını onlardan edinmemiz de mümkün gözükmüyor.

Gültekin Uysal ve DP. İttifakın yine anketlerde kendi başına görünemeyen ortaklarından. Türk Ocağı’ndan (Afyon şubesi yönetimi) gelme, genç yaşından itibaren siyasetin içinde bulunmuş bir lider, Uysal. 2008’deki DP Kongresi’nde, DP’nin başındaki Mehmet Ağar’a laf etti diye Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Timur Günger’e kafa atmışlığı var. Ayrıca Mehmet Ağar’ı hapiste ziyaret etmişti. Türkçe Olimpiyatları’nda boy göstermiş, arasıra Yeni Asya’nın teveccühüne mazhar olmuş, aktarıldığına göre. 2022 başında Politikyol’a yazdığı yazıda asgarî ücretten sözederken Friedrich Engels’ten, yoksulluk-zenginlik ile iktidar ilişkisine değinirken Bertrand Russel’dan alıntılar yapmıştı. MHP’li Cemal Enginyurt gibi birinin, partisinden ayrılır ayrılmaz kapısını ilk çaldığı partinin başkanı. Bu yıl Nisan ayında Altılı Masa’yı sarsmış, cumhurbaşkanı adaylığı yarışında iki rakibi safdışı bırakma hedefi güden bir çıkış yapmıştı. Attığı tweet şöyleydi: “Türk Milleti’nin Cb Adayı ile ilgili beklentisinin 3 ölçüsü var; 1) 20 yıllık Akp döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak, 2) Seçilebilirlik, 3) Seçim sonrası 20 yılda Akp tarafından ‘devr-i sabık’ muamelesine maruz kalan TC Devleti’ni kurucu bir ruhla yeniden tesis etme yetisi!” Altılı Masa’nın siyasî programına dair Uysal’dan gelecek işaret nasıl bir şey olabilir..? “Tesis etme yetisi” şeklinde mi?

O halde görüyoruz ki, Altılı Masa henüz Altılı Masa’nın varlığından ibaret, özel güncel koşullarımız nedeniyle kıymetli, ancak siyasî ağırlık ve başarı ihtimali bakımından tamamen belirsiz bir proje. Sadece ağırlık değil, siyasî yön, hedefler, bütünüyle içerik bakımından da belirsiz. İktidar değişimi milyonlarca insan için öyle tutku haline geldi ki, seçim başarısı için bu varlık pekâlâ iş görecektir.

Üzerimize yıkılmış bu muazzam enkazı kaldırabilmemiz ve açılacak yeri doğru dürüst yaşanır hale getirebilmemiz içinse bu yeterli değil.