Albümüm çıktı!
Bu yazı bir Instagram postudur. Defalarca farklı farklı şekillerde yeniden paylaşılacaktır. Altına, burada yazılanlardan bile uç noktalarda övgüler dizilecek, destanlar yazılacak, emojiler döşenecektir. Ezberlenerek tekrarlanan, tekrarlandıkça yozlaştırılan, çekicilikten iticiliğe savrulan, bir eserin sunumuna dair olmaması gereken her şeye bir timsah alkışıdır.
Bugün belki dünya için çok sıradan ama benim için çok önemli bir gün. Bugün hayatımın en özel, en mutlu, en güzel, en benzersiz günü. Bugün ben yeniden doğdum, bugün ben sizlere doğdum, naçizane, tabii ki eğer kabul ederseniz hediyemi. Yani; yeni albümümü!
Çok zordu, zorluydu (PSM olan değil, orada lansman konserini yapacağız kıps ;)), uzun sürdü, uzun uzadıya işledik, el emeği göz nuru, hep beraber ördük ilmek ilmek; gönlümüzde, kalbimizde, ruhumuzda, ama en önemlisi sizin gönül bahçelerinizde. Hele bir de güzellik var ki, bahsetmeden geçemeyeceğim, kendi stüdyomuzda! Adeta bir bebek gibi önce fikrine ve hevesine vardığımız, sonra her gün emek emek çalışıp, hep birlikte alın teri akıttığımız, gözümüzün nuru, canımızın içi stüdyomuz Üç Gözlü Maymun’da bu albümü hayata geçirmemiz her şeye değerdi; değdi de. Bugünün benim ve canım yoldaşım ekip arkadaşlarım için ne kadar önemli olduğunu anlatmam mümkün değil!
Ama aslında her şey gayet mümkün olduğu için, anlatmayı deneyebilirim elbette. Hem de neden denemeyecekmişim, bu benim albüm çıkış teşekkür köşem değil mi? İstediğimi de yazarım, beğenmeyen anten taksın!
Nereden, nasıl, kimden başlasam bilemiyorum. İnanın bilemiyorum. Bir sevgili arkadaşıma, can yoldaşıma onu desem, acaba diğeri kırılır mı diye kırım kırım kırılmaktan Kaş’tan getirdiğim Kombucha mantarlarından daha hassaslaştım Allah sizi inandırsın.
Ama bir yerden başlamak gerek değil mi? O halde ben de âdettendir diyerek en tepeden başlayıp aşağı doğru ineyim.
Sevgili Görkhan; biricik prodüktörüm, sana bu satırlar nasıl yazılır bilemiyorum. Bilsem de, yazdığımı sansam da yetkili bi’ abiler bir yerden geliverir de kafama odunla vurur diye, beni sınava sokarlar diye betim betim atıyorum Allah seni inandırsın. Görkhan, Görk’üm, Han’ım… Sana ne denebilir ki; ne diyebilirim ki? Sen bir mısrasın. Bir değil, birkaç mısrasın. Dalganın kayaya vurduğu yerdeki köpüksün. Suyun yatağına kavuştuğundaki susuzluğusun. Güneşin batarken ufka değdiği yerde tokuşan kadehsin; yıldız yıldıza değdiğinde dilenen dileksin, yeni doğmuş bebeğin gözündeki ışıltısın. Nur yüzlü annen (şimdi ismini anmasam olmaz, Nuray Teyzeciğim) seni iyi ki doğurmuş, iyi ki İstanbul’a yollamış ki biz şanslı faniler senin engin müzik pınarlarından yudumlayabilmişiz.
Canım Efekan; sihirli parmaklar! Sevgili gitaristim. Bu yolun başından beri bana inandığın her nefes gönlümde bir pamuk sarmalı gibi duruyor. Sen olmasaydın biz ne yapardık; kime döner bakardık bu şarkı hangi gamdan diye? Yalnızca parmaklarının mahareti ve müzik dağarcığının zenginliğiyle veya uçsuz bucaksız teorik bilginle değil, bir o kadar dingin ruhunla, zengin gönlünle, tertemiz kalbinin güzelliğiyle dokundun bizlere. Dokunmakla kalmadın, adeta bezedin ışığınla, ıslattın bizleri sıcacık özsuyunla. Hakkını ödeyemem.
Birtanem Berke Barış’ım, B. B. King’im! Adeta kucağında 5 telli bas gitarla doğmuş müzik kutum, emekli sandığım. Emekli sandığıma bakma, hepimizden gençsin, genç yaşında saçlarını yitirdiğin için menajerimiz gibi gözüksen de ben sana müdür diyorum, biliyorsun, çünkü adeta mesul müdür gibi çekip çeviriyorsun hepimizi stüdyoda. Öğle yemeklerinde tabldot orman kebabını da, beş tellinin gövdesinden dökülen tok notaları da paylaşmaya devam, değil mi bas kralım?
Onurcan! Aaahh Onurcan! Caddebostan plajında kucağında uyuyakaldığımda göbeğimde parmaklarınla tuttuğun ritmin meğer “Benimle Kal”ın girişindeki vuruşlar olduğunu kim bilebilirdi! Sonrasında Bostancı’da dürüm yerken bana anlatmaya çalıştıysan da bende onu anlayacak kafa mı vardı ilahi be Onurcan. Ah Onur’um, ah Can’ım. Davulları sana vermek, vuruşları sende duymak, senle duymak; böylesine uçarı melodilerle bezeli şarkıları bile taş gibi ritimlere oturttun ya canım arkadaşım, nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama arkamızda hissettiğimiz Onurcan’ın sapasağlam duvarına yaslanmak çok kıymetliydi.
Aybüke. Ay mı desem, Büke mi desem. Ben ne dersem diyeyim müziğin tanrıları diyeceğini demiş zaten. Müzik için doğmuş, müzikle doğmuş bir bebeksi. Kaydetmek için gecelerce sabahladığımız, sabahlarca gecelediğimiz çellosunun tellerine temasında sonsuza kadar yüzebilirim. Aybüke’m, senin şarkılarıma verdiklerinin hakkını ödeyemem. Seni en yoğun zamanında MİAM’daki programından alıkoyup bizim fakirhaneye kapattığımız için üzgünüm. Ben çağırdım, sen geldin. Kimse gelemezdi, sen geldin. İyi ki geldin bebişkosu. Bina’nın mojitolarıyla kendimi affettirebilirim değil mi Aykuşum?
Kıvanç! İsmin yeter. Kıvanç duyuyorum, klavyelerini bahşettiğin naçiz bedenin yanında aciz bir isim olmaktan. Her şarkımız için, ilk duyduğun andan itibaren gönül derelerinden süzülmeye başlayan tuşlu partisyonlarını hiç unutmayacağım. Sen bizle olamasaydın ne melodi kalırdı ne de duygu. Çocuk, güzel çocuk, müzik çocuk; sen nerelerden geldin de bu müzikli aşk bahçemize düştün? Biz seni hak etmek için ne yapmış olabiliriz?
Hacı abiyi unutmak olur mu hiç, elbette olmaz. Karnımızın açlıktan gurul gurul zil çaldığı (hatta Görkhan midemizi mikrofonlayıp kaydetmeye kalkmıştı gurultuyu) hızır gibi yetişen Hacı Abi. Hızırhaç J Abi, senin tostların bu albümde en az bir şarkıya bedel. Hatta yazıyorum işte, budur, albümün sondan bir önceki, 13. sıradaki şarkısı “Sensiz Ben Neydim, N’oldum?” sanadır Hacı Abi, senindir.
Ve Salih, ahhhh Salih. Her şeyi bırak git deseler uğruna neler neler yapılacak Salih. Sabah Salih, gündüz Salih, akşam Salih, gece Salih, sabaha karşı Salih. Ne derdimizi çektin, ne nazımızı dinledin be canım Salih. Sahildeki o felaket gecenin sonunda dahi telefonunu çaldırdığımızda yattığı yerden kalkıp gelen Salih. Nice sahiller var, ama yalnızca bir Salih var.
İyi ki varsın! İyi kimsin Salih. Ay dur olmadı böyle, sen kimsin gibi oldu. İyikimsin!
Müziğimin perde arkasındaki güzel insanların sadece birkaçına bu kadarcık teşekkür edebiliyorum. O da yer kısıtlı olduğundan. Yoksa her birine birer albüm uzunluğunda teşekkür etsem, her birine albümler yazsam haklarını ödeyemem. Canlarım benim, canımın canları, içimin içleri. Her birinizle tanıştığım güne hayır duaları okuyorum. Üzerinde benim adım yazıyor olabilir ama bu albüm benim değil, bu albüm hepimizin.
Veeeeee, son ama en nadide bir teşekkür de sana, biricik dinleyicim! Sen olmasaydın, sahnedeyken bana bakan o ışıl ışıl gözlerin, o masum gülümsemen, müziğimin ritmiyle kendinden geçerken sağa sola savurduğun saçların, slow şarkılarımda sevgilinin yüzüne kondurduğun o buselerin bana bu işi bu ülkede yapmaya devam etmek için en büyük ilhamı veriyor. Sen olmasaydın, ben bu şarkıları kimlere yazar, kimlere söylerdim? Sen olmasaydın, hayatın gülleri kadar dikenlerini de kimle paylaşırdım? Sen olmasaydın, biricik dinleyicim, lansman konserimde dağıttığım yüzlerce davetiye yerine bir avuç bileti kim alır da gelir dinlerdi benim yüreğimden parça şarkılarımı? Benim şarkılarım bizim şarkılarımız, sözlerim bizim sözlerimiz, albümüm bizi albümümüz; müzik benim, sensin, biziz, hepimiz!
Yeni albümüm #Canpare artık size emanet, ona iyi bakın olur mu?