YAZARLAR

AKP’nin tükenen hikâyesi ve ‘Malezya mucizesi’

İslamı, emek disiplinini sağlayan bir aparat olarak sermayenin hizmetine sunmak, sendikal ve sosyal hak mücadelelerinin yerini zekat, lütuf, minnet, tevekkül vb. kavramlardan oluşan bir zihniyete terk etmesi ve sermaye-emek ilişkisinin bir ‘ilahi düzen’ imgesi etrafında yeniden-düzenlenmesi gibi yönelimler, ‘Malezya Mucizesi’nin siyasal İslamcılara verdiği ilhamın vahim yanları. Daha vahimi ise, bu disipliner emek rejiminin gelir dağılımında yol açtığı derinleşen sosyal uçurum.

George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği’ni okuyanların çoğunluğu ‘Boksör’ adlı atla özdeşleştiğini ifade etmiştir. Çünkü Boksör, her devrin proletaryasıdır; hangi rejim altında yaşanırsa yaşansın, siyasal iktidar insan ya da hayvan türlerinden hangisinin elinde olursa olsun, toplum kendini nasıl tanımlıyorsa tanımlasın, birinci vazife, çok çalışmak gerektiğini Boksör’e telkin etmektir. Çalışkan at da zaten her koşulda öz-disiplin içinde “çok çalışacağım” sloganıyla hareket etmektedir ve bu yönde telkine açıktır.

Gelişmiş ülke emekçileri bir yana; 20. yüzyıl ekonomi-politik literatürü içinde azgelişmiş, kalkınmakta olan ya da düşük-orta gelirli sıfatlarıyla anılan; neoliberal küresel ekonomi jargonunda ise kendilerine ‘gelişmekte olan piyasalar’ adı uygun görülen ülkelerin halkları, ezici bir çoğunlukla ‘Boksör’ karakteriyle örtüşür. Bu örtüşme ve özdeşleşmenin de en fazla Asya Pasifik ülkeleri için geçerli olduğu iddia edilebilir. Bir kısmı 1980’li yıllarda ‘Asya kaplanları’ namıyla ünlenmiş olan bu ülkeler, geleneklerini muhafaza ederek kalkınmak isteyen ülkelere ilham vermiştir. Örneğin 1980’lerde Türkiye’de gerçekleşen büyük ekonomik dönüşümün mimarı Turgut Özal, Malezya modeline duyduğu hayranlığı sıklıkla ifade etmiştir.

1990’larda doktorasını tamamladığı yılları Malezya İslam Üniversitesi’nde geçiren bir başka devletlûmuz Ahmet Davutoğlu açısından ise Asya Pasifik modeli, İslam ile küresel kapitalist sistem arasında sentez arayışına sunduğu yanıtlarla Türkiye için oldukça önemliydi. Davutoğlu’nun bir kitap yazarak sürdürdüğü sentez arayışıyla, Erbakan önderliğindeki Batı karşıtı Milli Görüşçülükten farklı bir siyasal İslam algısıyla kopan AKP çizgisinin düşünsel mimarı olduğu iddia edilebilir. Orwell’in Boksör tiplemesinin bu mimarinin ana sütunu olduğunu görmek içinse İslami gelenek ile emek disiplini arasında özellikle Malezya deneyiminde belirginleşen Asyatik kapitalizm bağına yakından göz atmak gerekiyor.

EMEK, İMAN, DİSİPLİN

Önce Japon ekonomisinde sloganlaşan gelenekleri muhafaza ederek kalkınma ideali, Malezya’nın 1957’de başlayan sömürge-sonrası macerasına İslami kapitalizm olarak tercüme edildi. Gerek dinen ‘haram’ olan faiz yerine kâr payına dayalı İslami bankacılık, gerekse de Kombasan, İhlas, Yimpaş gibi İslami kooperatifçilik (ve dolandırıcılık) fikirleri de Malezya kökenli arketiplerin tezahürleridir. Bu modelin asıl derdi, sanayileşmenin Batı’da iki yüzyıldır yol açtığı sosyal ve siyasal sarsıntıları yaşamadan kalkınma ve sanayi toplumuna geçme arayışıdır. Geleneklere yönelik aydınlanmacı/seküler/modernist saldırı ve tahribatın kapitalizme geçişin ön-koşulu olmadığı inancına dayanır. Bu çerçevede siyasal İslam, Batı ve küresel kapitalizm karşıtlığına değil, kendi toplumundaki İslami disipliner değerlerleri, küresel ve ‘milli’ sermaye için ucuz emek sağlama yolunda utilize etmeye odaklanacaktır.

Malezya, 1980’li yıllardan itibaren küresel ekonomik sisteme entegrasyon süreci içinde dünyanın önde gelen sanayi ihracatçıları arasına girdi. Bu sürecin ekonomi politiği ise otoriter İslamcı devlet ile serbest piyasa ekonomisi sentezi olarak adlandırılabilir. Malezya yurttaşları; yargı önünde eşitlik ve adil seçimler gibi siyasal haklar başta olmak üzere birçok temel hak ve özgürlüklerden sistematik olarak uzak tutulmaktadır. Gerekçe, ‘siyasal istikrar’ gerekliliğidir. Normal şartlar altında milli gelirde yaşanan artışın bir tüketim patlamasına ya da refah düzeyinde genel bir iyileşmeye yol açması beklenirken İslamcı rejim, kitlesel refahı açlık sınırına yakın bir düzeyde sabitlemiştir. Yoksulluk azalmış olmakla birlikte gelir dağılımındaki bozukluk bağlamında dünyanın en kötü ülkeleri arasında yer almaktadır. Gelirin çoğunluğu piyasa ekonomisi gereği yerli ve yabancı yatırımcıları teşvik amaçlı harcanır. Ekonominin bir yüzü özelleştirme, liberalleşme ve dışa açılmayken diğer yüzü kemer sıkma, sendikal ve sosyal haklardan mahrumiyet ve otoriter tahakkümdür.

Malezya’nın UMNO (Birleşik Malay Ulusal Örgütü) adlı kapitalist İslamcı rejiminin 60 yıldan uzun bir tarihi olmakla birlikte dışa açılım ve neoliberal süreç, 1981’de Mahathir Muhammed’in başbakanlığıyla başlar. 2009-2018 arası ülkeyi yöneten Necip Rezak, Mahathir’le yaşadığı siyasal çatışmaya rağmen aynı siyasal çizginin devamıydı. Daha sonra Mahathir 92 yaşında yeniden seçilmeyi başardı ve sonunda 2022 yılında Enver İbrahim başbakanlık koltuğuna oturdu. Enver İbrahim, hem Mahathir hem de Necip tarafından ‘eşcinsel ilişki’ suçlamalarıyla hapsedilmekle birlikte her iki liderle de birlikte çalışmıştı. Enver’in Müslüman Kardeşler’e yakınlığı ve Davutoğlu ile dostluğu biliniyor.

MUCİZE VE KRİZLER

‘Malezya mucizesi’ hikayesinin iki dramatik dönüş anı 1997-98 ekonomik krizi ve 2018 seçimleri olarak saptanabilir. Bu dönüm noktaları, bazı yönleriyle Türkiye’nin güncel siyasi portresiyle benzerlik taşımaktadır. 97 krizi, aşırı dış borçlanma sonucu ortaya çıkmıştı. Asya kaplanları, (Endonezya, Tayland ve Malezya) uluslararası bankalardan sağladıkları finansal kaynaklarını esas olarak büyük inşaat projeleri yoluyla ‘betona gömdükleri’ için geri ödeme zorluğu içine girdiler. Bu kriz; Türkiye’de 2001 krizi karşısında başvurulan yöntemler gibi mali disiplin ve denetim, usulsüzlüklerin önlenmesi ve kemer sıkma gibi tedbirlerle aşıldı. 2018’e gelindiğinde ise dönemin başbakanı Necip Rezak, medya ve muhalefet üzerinde baskılar, yargıya talimat, seçim hileleri ve devlet terörü yordamıyla bir tek adam rejimi kurarak ömür boyu iktidarı bırakmama konusunda azimli görünüyordu. Necip’in bu azminin ardında, 1MDB adlı ‘varlık fonu’ muadili bir yapı içinde gerçekleştiğinden kuşkulanılan yolsuzluk, servet transferi ve kara para aklama pratikleri yatıyordu.

Necip’e karşı muhalefetin başında da yine siyasal İslamcı iki önder olan Mukhathir ve Enver bulunuyordu. Bu iki ismin başını çektiği siyasi partiler, Umut Koalisyonu adı altında seçimlere girerek Necip’i devirdiler. Seçim yenilgisinin ertesinde 10 Mayıs 2018 günü sabahın erken saatlerinde Necip ve eşi, Singapur’a geçme teşebbüsü içindeyken durduruldular. Necip’in konutunda yapılan aramada bodrum katında 72 valiz dolusu Amerikan doları ve 300 parsel dolusu özel tasarım çanta ile birlikte altın, mücevherat ve lüks mallardan oluşan yüklü bir servet ele geçirildi. Necip, iktidarda kalmazsa ekonomik ve siyasal istikrarsızlığa düşüleceğini iddia ediyordu. Pratikte olan, 1MDB varlık fonu çerçevesinde yolsuzluk suçlamalarıyla devam etmekte olan yargılanma sürecidir.

TÜRKİYE: İSLAMİ DİSİPLİNER REJİMİN SONU MU?

Türk kimliğinin harcına önemli katkıları olan Kemalist tahayyül içinde ‘İslamcı rejim’ terimi Arap ve Ortadoğu imgelerini çağrıştırır. Bu imgelerin yarattığı çağrışımlar ise ırkçı tonları da olan çağdışılık, tembellik, ekonomik gerilik ve Türk ‘tözüyle’ uyumsuzluk gibi bir dizi negatif duyguyla eklemlenir. İslami rejimlerle yönetilen toplumların modern dünyayla kültürel, sosyal ve ekonomik açılardan uyumsuz oldukları yargısı üzerinden Türk modernleşmesi, adeta bu ‘uyuyan Doğu’ için topyekun bir kurtuluş arayışı olarak algılanır. Yüz yıl sonra bu illüzyondan sıyrılıp İslami zihniyet ve siyasetle küresel kapitalizm arasındaki uyum üzerine düşünme zamanı gelmiş bulunuyor. Malezya örneği, İslami rejimlerle yönetilen toplumların da sanayileşme, teknolojik gelişme ve insan kaynakları açısından dünya piyasalarında rekabet edecek güce ulaşabileceklerini kanıtladı.

Yirmi bir yıllık AKP iktidarının, küresel kapitalizmin üretim, tedarik ve tüketim ağlarıyla entegrasyon sürecinde Malezya’yı model aldığı görülebilir. İki İslamcı iktidarın hikayeleri arasında benzerlikler de dikkat çekicidir. Örneğin 1997-98 krizinin nedeni olarak dış borçlanmadan sağlanan kaynakların ‘betona gömülüşü, yani siyasal elit etrafında kümelenmiş bir avuç işadamının yürüttüğü inşaat projelerine mali destek ve teşvik amaçlı kullanılması, bir zamandır Türkiye ekonomisinde yaşanan krizin nedenleri arasında da aynen telaffuz ediliyor. Necip Rezak’ın yükseliş ve düşüş hikâyesinin Erdoğan’ın hikayesiyle paralelliği de kayda değer.

2007’de Türkiye Malezya olur mu? başlıklı bir tartışma süreci yaşandı. Ayşe Arman’ın Şerif Mardin’le Hürriyet gazetesinde yayınlanan röportajında geçen birkaç cümle üzerinden başlayarak yayılan tartışmada ifade edilen kaygılar asıl olarak gündelik hayatta özellikle kadınlara karşı uygulanan İslami sınırlamalar, zorlamalar ve kısıtlamalardı. AKP liderliğinin Malezya hükümetiyle bağları, toplumsal hayatın sistematik de-sekülarizasyonuna yönelik hamleler, kültürel ve sosyal hayatta İslami hükümler rehber alınarak yapılan düzenlemeler, eğitimde ve yargıda teokratikleşme eğilimleri, demokratik kitle örgütlenmesinin alanı olması gereken sivil toplum düzeyinin giderek daha çok tarikat, vakıf ve cemaatler tarafından işgali gibi olgular dile getiriliyordu. O zamandan beri İslamlaşma rotasında yaşanılanlardan hareketle Malezyalılaşma kaygılarının çoktan aşılarak Talibanlaşma tehlikesine dönüştüğü söylenebilir.

Sosyo-kültürel kaygılar bir yana, İslamı emek disiplinini sağlayan bir aparat olarak sermayenin hizmetine sunmak, sendikal ve sosyal hak mücadelelerinin yerini zekat, lütuf, minnet, tevekkül vb. kavramlardan oluşan bir zihniyete terk etmesi ve sermaye-emek ilişkisinin bir ‘ilahi düzen’ imgesi etrafında yeniden-düzenlenmesi gibi yönelimler, ‘Malezya Mucizesi’nin siyasal İslamcılara verdiği ilhamın vahim yanlarını oluşturuyor. Daha vahimi ise, bu disipliner emek rejiminin gelir dağılımında yol açtığı bozuklukla eşzamanlı olarak derinleşen sosyal uçurumdur. Sosyal adaletsizliğin sürdürülebilirliği, İslamcı rejimin baskıcı, İslami söylemin de yatıştırıcı/meşrulaştırıcı operasyonlarıyla sağlanmaktadır. Sonuç, İslami gelenekle modern Batı arasında başarıyla sağlanan Malezya sentezi, gerek sosyal adalet gerekse de temel haklar ve özgürlükler açısından demokratik standartların oldukça gerisine düşmüş bir toplum modelidir.

Orwell’in Boksör karakteri, Asyatik kapitalizmin İslami ya da seküler kalkınma anlatıları içinde her koşulda birincil kurban olarak beliriyor. Çünkü Malezya, İran, AKP Türkiyesi vb. her coğrafyada Boksör’e son tahlilde “çok çalışman gerekiyor” dışında bir telkinde bulunulması söz konusu değil. Bu siyasal rejimlerin ortak özelliği, İslami olmaları ötesinde demokrasiyle, temel insan hak ve özgürlükleriyle aralarındaki mesafeli ve sorunlu ilişkidir.


Zafer Yörük Kimdir?

Londra Üniversitesi’nde iktisat ve siyaset bilimi dallarında lisans eğitiminin ardından Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ideoloji ve söylem analizi dalında yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Londra, Erbil ve İzmir’de siyaset bilimi ve medya/iletişim alanlarında çeşitli üniversitelerin akademik kadrosu içinde yer aldı. Akademik çalışma alanları; post-yapısalcı kuram, psikanaliz ve kimlik siyasetidir. Türkiye ve Orta Doğu siyaseti üzerine akademik yayınları vardır. Halen Duvar English ve Medya News internet yayınlarında ve Yeni Yaşam gazetesinde köşe yazmaktadır.