YAZARLAR

‘Ahlak' nereye kadar uzanır?

'Holy Spider’ başarılı oyuncular, işleyen bir senaryo ve parlak sayılabilecek yönetmenliğe sahip olmasına rağmen Abbasi’nin hikayeye fazladan karamsarlık katması filmi biraz fazla yargılayan hatta toptan damgalayan bir tarafa itmiş.

İran sineması uzunca bir süredir dünya sinemasında önemli bir yer tutmakta. Bu ülkeden çıkan filmler en azından Türkiye’de muazzam gişe başarıları kazanmıyor ama yine de belli bir seyirci kitlesi çekiyor, dünya çapında önemli film festivallerinden -çoğu kez- hak ettikleri başarılarla dönüyor ve bu çevrelerde oldukça ses getiriyorlar. Bu atılımda kuşkusuz Abbas Kiyarüstemi’den başlayıp Asghar Farhadi’ye kadar yönetmenlerin de payı büyük ama bunu sadece sinemacıların yeteneğine bağlamak biraz eksik bir değerlendirme olur. Çünkü bu isimler her ne kadar sinematografik açıdan güçlü hatta bazen kusursuza yakın yapımlar çıkarsalar da ait oldukları ülkenin sosyolojisinin ve barındırdığı çelişkilerin de derinlikli bir mesaj vermeye olanak sağladığı söylenebilir. Filmlerinde ülkelerine dair tabii ki bir eleştiri boyutu var ancak genelde bunu İran’a üstten ve dışarıdan bir bakış atmak veya durumları olduğundan daha da kötü göstermek için kullanmamaya dikkat ediyorlar.

Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan Tahran asıllı Danimarkalı yönetmen Ali Abbasi’nin son filmi ‘Holy Spider’da durum biraz farklı zira yönetmen senaryosunu 2001 yılında İran’da gerçekten yaşanan seri cinayetler üzerine kuruyor ve son kertede bir tür ‘thriller’ yaratıyor. Filmde heyecanlı bir tempo, sağlam bir olay örgüsü, iyi oyunculuklar ve belki de en önemlisi kişisel ahlak değerleri üzerine bir sorgulama mevcut ama hikaye örneğin Farhadi’nin yaptığı gibi ahlakın yanına vicdan, bağışlama, suçluluk gibi temaları da katarak daha derin bir analize ulaşamıyor. Hem senaryosunun yapısı hem de yönetmenin belki girmekten imtina ettiği bazı konular yüzünden filminde biraz şematik bir anlatım göze çarpıyor.

Konuya bakacak olursak, 2001 yılında İran’ın Meşed kentinde ‘hayat kadınları’ vahşice öldürülüp bedenleri boş arazilere bırakılmaktadır. Yerel polis bu cinayetleri önlemekte yetersiz kalmaktadır. Rahil adında bir kadın gazeteci hem bu olay hakkında haber yazmak hem de elinden geldiğince polislere yardım etmek için şehre gelir. Ancak önüne çıkan bürokratik engeller ve şehirdeki ‘namussuzluğu temizleme’ iddiasında olan bu seri katile karşı oluşan genel sempati onun yolunu tıkayacaktır.

DİĞERLERİ GİBİ OLMAYAN BİR SERİ KATİL…

Bir filmde anlatılan cinayetlerini her ne sebeple yaparsa yapsın bir seri katile karşı bir empati duymamız veya onu anlamaya çalışmamız neredeyse imkansızdır. Abbasi’nin ‘serial killer’ının oldukça farklı çizildiğini görüyoruz. Yönetmen birçok Hollywood filminin aksine katilini filmin en başlarında tanıtıyor ve ona en az peşinde olan insanlar kadar zaman ayırıyor. İşin ilginç tarafı bu cinayetleri işleyen Sayid Hanaei ne kişisel bir hesap peşinde koşan ne de sadece sadistçe zevkle bunları yapan bir seri katil değil. Aksine bize tanıtılan bu korkunç hayatın yanında son derece düzgün, gazi bir aileden gelen, inşaat işçiliği gibi normal bir işte çalışan, üç çocuk babası, sevecen bir koca ve şefkatli bir baba oluyor. Dolayısıyla bizi asıl ilgilendiren nokta nasıl bu kadar normal hatta sıcakkanlı görünen birinin bu kadar korkunç cinayetleri işlediği oluyor.

Aslında bilindiği üzere özellikle Amerika tarihindeki ünlü seri katiller de çoğu kez ellerinde bıçakla, korkutucu bir şekilde etrafta dolaşan kişiler değillerdir. Hatta bazılarının görünürde oldukça nazik, yardımsever, samimi en azından sıradan bir imajları vardır. Zaten bu sayede yakalanmaları geç ve zorlu bir takip sürecinden sonra olmuştur.

Sayid ise bu örneklerin tamamen dışında, işlediği cinayetler ne kadar korkunç olursa olsun, bunun toplumdaki 'namussuzluğa' karşı bir görev, şeriat rejimiyle yönetilen bir ülkede Kuran’a ve Allah’a karşı bir sorumluluğun gereği ve kutsal bir emire itaat olduğunu düşünüyor. Cinayetlerinde asla bir zevk alma veya rahatlama hissi yaşamıyor aksine sürekli bir Allah’tan yardım dilenme, yaptığı eylemin korkunçluğunun farkındalık ve tabii ki her şeye rağmen hissettiği ağır bir suçluluk duygusunu yaşamakta.

DİN VE VİCDAN…

Yakından bakacak olursak Sayid’in durumunu İkinci Dünya Savaşı sonrasında yargılanan bazı Nazi üst düzey bürokratlarınkine benzetebiliriz. Hatırlanacağı üzere bu kişilerden biri olan Eichmann Yahudi Soykırımı'nda en önemli rollerden birini oynadığı halde, yargılandığı mahkemede kendisinin sadece emirlere uyduğunu ve asıl görevinin Nazi kamplarına giden vagonların sorunsuz işleyişi olduğunu açıklamıştı. Mahkemeye katılan bazı gözlemciler ve gazeteciler doğal olarak karşılarında bir ‘canavar’ göreceklerini düşünüyorlardı. Eichmann yardım ettiği ve önemli bir rol oynadığı bu insanlık suçlarına rağmen kişisel ahlak dünyasında iyi bir baba ve eş olduğunu söylüyordu. Bir anlamda kişisel ahlakını kamusal alandaki ahlak değerlerinden tamamen ayırmıştı.

Filme dönecek olursak, Sayid karakteri Eichmann gibi bu ayrımı net bir şekilde koyuyor. Eichmann nasıl sadece Hitler’in emirlerini uyguladığını iddia ediyor ve buna inanıyorsa Sayid karakteri de Allah’ın emrini uyguladığına inanıyor. İkisi de kamusal alanda emre itaat eden bir robot gibi davranırken vicdanlı bir birey olarak sürdürdükleri hayatlarını özel alanlarıyla sınırlandırıyor.

Filmin bir diğer önemli yönü bir kez daha bir kadının İran toplumundaki yeri ve sınırlarını sorgulaması oluyor. Ancak diğer İranlı yönetmenlerden farklı olarak bu ‘hassas’ ve kırılgan yeri şiddetli, gerilimli ve çok daha sert bir hikaye içine yerleştiriyor. Başka bir deyişle birçok film İran’daki bir kadının üzerindeki baskıları birçok Avrupa ülkesinde serbest olan şeylerin yasak hatta günah olması üzerinden anlatırken, ‘Holy Spider’ benzer bir şeyi bir de bunun üstüne bir seri cinayet davasına müdahil olan bir kadını göstererek yapıyor. Rahil karakteri Meşhed şehrine ayak bastığından itibaren yasaklara, engellemelere hatta zaman zaman aşağılamalara maruz kalıyor. Şehirde kalacağı ilk gecede yalnız, bekar bir kadına oda vermek istemeyen otel görevlilerinden seri cinayetlerle uğraşmak yerine ona asılmayı tercih eden polislere kadar birçok erkek karakter gazeteci işinin oldukça dışına çıkan Rahil’in yoluna set çekiyor. Üstelik değindiğimiz gibi şehirdeki polisler tabii ki işlerini yapıp katili yakalamak istiyorlar ama seri katilin bazı kesimler için kutsal (!) sayılabilecek bir göreve soyunmuş olması polislerin davayı birazdan ağırdan almalarına, çok dikkatli ve özenli davranmamalarına ve nerdeyse takip sürecinde biraz isteksiz olmalarına yol açıyor.

Yönetmen malum nedenlerden dolayı filmini Ürdün’de çekmiş. ‘Holy Spider’ başarılı oyuncular, işleyen bir senaryo ve parlak sayılabilecek yönetmenliğe sahip olmasına rağmen Abbasi’nin hikayeye fazladan karamsarlık katması filmi biraz fazla yargılayan hatta toptan damgalayan bir tarafa itmiş. Yine de filmin muhtemelen Tahran’daki sinema salonlarında gün yüzü görmeyecek olması biraz üzücü…


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .