Ablaklıkla abdallık arasındaki ince çizgide yürümek gibi!

Bakarsınız yirmi sene sonra bir dizi gelir ve "Gibi"deki hisleri uyandırır. O vakit "Gibi" de başlı başına bir samimiyete kavuşmuş olur ve Ethem Whatsapp grubundan ayrılır!

Google Haberlere Abone ol

"Gibi", ilk sezonuyla platform komedilerine damga vururken "Exxen'in en iyisi" olarak dikkat çekiyordu. İkinci sezonunda seyircisini artıran, öte yandan çevrimiçinin doğasına aykırı bir biçimde sadakat görüp hatırı sayılır bir "hayran kitlesi" toplayan dizi, entelektüel açıdan tartışılmaya, toplumsal karşılığı irdelenmeye başladı. Bir anlamda "olay haline geldi" diyebiliriz "Gibi" için. Öyle ki geçtiğimiz günlerde siyasi parti lideri Meral Akşener iktidara seslenirken dizinin ilk sezonunda geçen "yılgın hoşgörü" ifadesini kullandı. Bununla birlikte aforizmalarından bölüm öykülerine, "Gibi"nin her yere çekilip her duruma uyarlanabildiğini ve toplumun birçok kesiminde karşılık bulduğunu görüyoruz. Hem genç seyirciyi yakalayıp hem alt metni zengin bir anlatı tutturmak kolay iş sayılmaz; dolayısıyla başarısını salt esprilerine, komedi anlayışına dayandırmak da yetersiz kalacaktır. Bu ilgiyi ilk elden mizahımızda önemli bir eksiğin kapatılmasına, samimiyetin yeniden yakalanmasına bağlayabiliriz. Komedilerin acısı tatlısıyla insanımızı yansıttığı 90'ları anımsattı bize "Gibi". Soluk renklerine rağmen başardı iletişim kurmayı ve politik özünü satır aralarına saklayan ancak "neysek oyuz" tavrından da milim şaşmayan bir çizgide güldürdü. İçimizi ısıtmasa da hani en azından elini omzumuza attı, yanağımızdan bir makas aldı. 

YOKUŞ AŞAĞI YERLİ VE MİLLİ YA DA GÜNGÖREN DÜŞERKEN

Peki, "Gibi"yi "Gibi" yapan nedir? Özellikle "toplumsal bir olay" kılan unsurlar neler? Basit görüntüsünün ardında nasıl bir hazine yatmakta? Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: "Gibi" başarılı çünkü genç kuşakların enerjisini paylaşırken aynı zamanda Recep İvedik şahsında ifade bulan bir çizginin yenilgisini duyuruyor, "İvedik'in, İvedikler'in devri" kapandı mesajı veriyor. Bu mesajı başka bir boyutuyla "Zengo" filminde de almıştık. "Zengo", niyetinden bağımsız olarak siyasi iktidarın kendi içindeki dönüşümünü, çekişmesini ortaya koyuyor, İvedikler dünyasında sivrilip zenginleşen Zengo'lara yoğunlaşıyordu. "Gibi" ise meseleyi "taraf hassasiyeti" sergileyerek İvedik söylemi gölgesinde güneşini arayan orta sınıf alışkanlıklar üzerinden yorumluyor. 

Recep İvedik karakteri ilk üç filmdeki toplumsallığını serinin devam öykülerinde yitirirken dahası Şahan Gökbakar sembolik olarak bindiği iktidar gemisinden inerken, rüzgârın yönünü doğrulayan "Gibi" de çağı yakalayarak İvedik'te cisimleşmiş "tek adam"ın güçten düştüğünü, aşırı erkekliğin fanusuna kısılıp hamamlarda türkü söyleyebildiğini, en nihayetinde kendi söyleyip kendi dinlediği gerçeğini bildiriyor. Yani kabaca söylersek mizahımızın uzun süre (toplumsal etkisi bakımından) lokomotifi olan İvedik'in gidip yerine Yılmaz ve İlkkan'ın, sonrasında Ersoy'un gelmesi erkeklik sınırlarında dahi olsa çoğulcu bir zemin arayışına yorulabilir. Zira "Gibi" az çok bir çatışmanın ürünü... Belki bir konsensüs karikatürü... 

Tabİi bu noktada dizinin "yerli ve milli" söylemini müthiş bir iştahla parodileştirdiğini görüyoruz. Recep İvedik öykülerinde bir Güngören çocuğu zirveye çıkıyor, badireler atlatıyor, finalde kendi çevresine, yaşam pratiğine kavuşuyordu. Su akıp yatağını buluyordu. Yeşilçam'dan itibaren benimsenen bir olay örgüsüydü bu. Kahramanı yükseltip kazandığı başarının ardından yeniden halkın arasına katan yapımcılar büyük şehirlerde ekmek arayan veya taşrada kaderine razı gelmeyen seyirciyi böyle kavramaktaydı. İvedik de “fakir ama gururlu” delikanlılar gibi yükseliyor, işler başarıyor, tekrar mahallesine, kurulu düzenine dönüyordu. Böylece mahalleler karışmıyor, sınırlar korunuyordu. İlk öykülerinde daha sade ve düzen karşıtı bir tipleme çizen İvedik giderek yerli ve milli bir haset kuşanmıştı. Buna karşın Yılmaz ile İlkkan hamasetin iflasını duyururken yerli ve milli bir yenilgiyi dışa vuruyor, 90’ların spor haberlerine nazire yaparcasına “yenildik ve ezildik” diyorlar. Sınıfsal bağlamda "ezilenlerin zaferi" biçiminde sunulan ve Başakşehir, Çukurambar gibi elit ucubeler yaratan yerli ve milli söylemi bugün üniversite mezunu işsiz gençlerin yılgınlığında, öfkesinde ufalanıyor. 

"Gibi"nin erkekleri buralılar, bizdenler ama hasar almışlar. Gençlikleri tükenmiş, yaşama dair hevesleri budanmış, "küçük şeylerle mutlu olma" ihtimalleri gasp edilmiş. Mesela Yılmaz, hiç parası olmamasını on lirası olmasına yeğliyor. Ne denir? Her çıkışın bir inişi oluyor. Dolar iki lirayken gidilen Erasmuslar’dan artık sadece yamyamlar geliyor! "Gibi" işte tam da bu yokuş aşağı gidişin dizisi... Ağlanacak halin komedisini kırıp dökmeden yapıyor, bağrımıza saplı tespitleri cımbızla çekip alıyor. 

ABLAKLIK İLE ABDALLIK ARASINDA: YILMAZ'IM YA!

"Gibi"nin topluma açılan bir diğer penceresiyse Yılmaz'ın yüzü! Feyyaz Yiğit herhangi bir kalıba sığmıyor, sığdıramıyoruz. Bizdenliğin temsili... Boş boş bakıyor, yeri geldi mi köpürüyor. Gayet pragmatist bir yaklaşıma sahip ama ilkelerinden ödün vermiyor! Ahlakına düşkün, koşullar aleyhine işlemedikçe... Bir soyunma odasında bir dolu insanla mahsur kaldığında yıllar evvel sattığı kemerin izini sürecek kadar ortamdan soyut, daha doğru bir deyişle gamsız yahut hasta odasında yaşlı kadınlardan meydana gelen bir seyirci kitlesine tekvando gösterisi sunduracak kadar pervasız. Daima burnunun dikine giden, bencillikten öldü ölecek bir adam... Öte yandan gelenekçi: "İbana iban denir" onun kitabında! Flört etmek için kişiliğini ayaklar altına almaz ama gerektiğinde direksiyonu libidosuna bırakır. Takıntılı, şüpheci, patavatsız, harbi delikanlı! Ona (çoğu zaman) sırtınızı dönebilirsiniz fakat fazla yüz göz oldu mu memnun kalmazsınız muhabbetinden! Sıkar, üzer, yorar... Cenazenize gelen bakkal Yılmaz... Bir market kasiyeri adınızı dahi bilmezken ardınızdan dedikodu yapan, sizi sizden iyi tanıyan bir bakkal... 

Toplumumuzun zihinsel ve eylemsel ortalamasını yansıtan bu çelişkili karakterinin ötesinde olayları çözmek için hüner sergileyen yine o... Zor durumda kalınca her mimiğine işlemiş ablaklığını ince zekâsıyla aşıyor, her bölüm taşı gediğine koyuyor. Aforizmaları, akıl yürütmeleri genelde ondan duyuyoruz. Hoca da durur mu, yapıştırıyor cevabı!

Nasreddin Hoca nasıl göle maya çalıyorsa Yılmaz da büyücüye öyle inanıyor! Ya tutarsa! Diğer bir bölümde, bu kez kara büyü fikrine karşı çıkarken "Kimsenin hiçbir şey bilmediği yerde bir insan her şeyi bilebilir" diyerek cehalete savaş açıyor veya "ne düşünüyorsun" sorusuna felsefi çıkarımlarda bulunup çemkirebiliyor. Yılmaz kallavi bir üniversiteden mezun bir moleküler biyolog karşısında yükseldikçe yükselip serbest düşüşe geçeceği sıra İvedikvari bir hüzünle hayat okulundaki başarılarından bahis açan bir adam. Yersiz özgüveninden gayrı kaybedecek şeyi olmayan, küçük hesaplar yapıp büyük oyunlar bozan bu adam "dünyayı beş büyük aile yönetiyor" itirazının nispeten sosyalleşmiş, medeniyete ermiş bir versiyonu ve madalyonun diğer yüzünde sorunları pratik zekâsıyla aşarak yozlaşmış bir bilgeliğin de karşılığı... Kahve köşelerinin, dükkân önlerinin hassas terazisini orta sınıfın masasına çarpan, öte yandan o meşhur Anadolu kerametini mahalle aralarına taşıyan bir az süper kahraman! Tilkiler dönüyor, okey taşları birbirine karışıyor, pelerinini vatkalı diktirmek isteyen Yılmaz'ın kafasında... 

GEYİKTE YENİ DALGA: ÇIKILAMAYAN VİDEOLARDAN SPOTLAR

"Gibi"nin toplumu yakalamakla beraber genç kuşaklara bu denli hitap edişinin ardında çağın iletişim yöntemlerini kullanması yatıyor. Sosyal medyada zamanımızı çalan videolar, bir dönem okul sıralarında dalgasını geçtiğimiz "bu bilgi gerçek hayatta ne işimize yarayacak" sorusunu boşa düşürdü. Artık "bizi hiç ilgilendirmeyen" zilyon saniye görüntü ile muhatap oluyoruz. Daha acısı bu saçma sapan görüntüler "gerçek hayatımızın bir parçası" haline geliyor, ömrümüzü tastamam dolduruyor. Diş fırçalarken kaybettiğimiz süre "komik video" izlerken kaybettiğimiz sürenin yanında hiçleşiyor. Elbette hesap kitap söz konusu... Videolar öyle yerden kesilip yapıştırılıyor ki art arda defalarca izliyor, izlemek durumunda kalıyoruz. "Gibi"nin aforizma veya geyik muhabbeti içeren videoları da öyle... Dizinin hayranları (yahut reklamcıları) tarafından spota taşınan bu videolar, bu "içerikcikler" sosyal medya kullanıcısını "çıkamadığı" bir video ile, sonsuz bir fragman ile baş başa bırakıyor.

Dizinin diyalogları bu tuzak videolara uyum sağlamakta... Geyik muhabbetini sıradanlaştıran, deyim yerindeyse "halka indiren" bir tarzı var "Gibi"nin. Kaldı ki bu tarzı onu kolay tüketilir ve bir kez daha "bize yakın" kılıyor. Yılmaz-İlkkan-Ersoy triosu bizi temsil ettikleri duygusunu gündelik yaşamda geyik çevirerek pekiştirirken "Gibi" hayatın herhangi bir yerinden başlayıp herhangi bir yerinde devam ediyor ve başa dönüyor. Doğrusu bu durum çağımızın kısırlığı ile bağdaştırılabilir. Hani pencereden baktığımızda göğü görmemiz normal ama gökyüzünden bakınca neden pencereyi görelim! 

HACIYATMAZ-MATRUŞKA KOALİSYONU İKİNCİ SEZONUNDA

"Gibi", ikinci sezonunda da çizgisini sürdürerek yine gündelik yaşamın içinden sesleniyor. Saçma olay ve çıkışları rutine karşı bir itiraz olarak değerlendiren, bu yönüyle dengeyi bozmaya gayret eden dizi diğer taraftan ise ayakların yerde kaldığı hacıyatmazvari bir üslup tutturmuş, kültürel, politik ilişkileri iç içe geçirmişti. Bir açıdan, üslubuyla hacıyatmazı, işlediği temalarla matruşka bebekleri andırıyordu. İkinci sezonda bu anlatısal zenginlik korunurken absürt olayların ilişkilere daha çok yansıdığını ve metinlerin olgunlaştığını, böylelikle "Gibi"nin giderek dizi kimliğine büründüğünü görüyoruz. "Çaça ve Cosplay" bölümü bu değişime iyi bir örnek... Olaylardan ziyade iletişim ve gruptaki sorunlar öne çıkmakta.

Güncellenmiş "Gibi"de Yılmaz'ın vatkalı ceket gibi tuhaf arayışları, arzularından ziyade tuhaf durumlar karşısındaki konumuna şahit oluyoruz. Arada "Gelin Başı", "Eşref Hidayet Gürdal Kültür Merkezi" vb. çıkışlar gelse dahi ilk sezona göre daha defansif bir Yılmaz ve "Gibi" izlediğimiz söylenebilir. "Vücutçu Yalvaç", "Kuki", "Sokak Röportajı" ve "İki İçi Dışı Bir Kişi" gibi bölümler de bu savunma halinin özeti olmuş adeta. Oysa ilk sezon ilk bölümde Yılmaz ile İlkkan zorla "kokariççi" açmanın eşiğine gelirken bile ofansif bir anlayış benimsemiş, "ezik" figürünün altını "sıradan güruhlar"a ve çoğunluğun isterisine karşı koyarak çizmişlerdi. İkinci sezonda yılgın bir hoşgörüyle mağduriyetlerini pekiştirdikleri, sevgiyle karışık acıma duygusunu tatlı tatlı kaşıdıkları bir seyirden söz edebiliriz. Yanı sıra "Gibi" ikinci sezonunda üç mağdur erkek dizisi haline gelirken “çıkıntılık yapan” kadın karakterlerin de -"Resimdeki Ünlü" bölümünü saymazsak- geri çekildiği anlaşılıyor. Hatırlarsanız ilk sezon Yılmaz birçok bölümde kendisiyle (öyküdeki var oluşu gereği) zıtlaşan bir kadın karaktere rastlıyor, yenene veya mağrur bir yenilgi tadana kadar cebelleşiyordu. Hatta her bölüm değişen kadın karakterler ne kadar göründükleri fark etmeksizin bir İlkkan, bir Ersoy kadar ağırlığa sahiplerdi.

Şartlar aksi yöne gelişseydi, Yılmaz (Feyyaz Yiğit) ve İlkkan (Kıvanç Kılınç) rollerini Ersoy (Ahmet Kürşat Öçalan) dışında bir tipleme ile söz gelimi güçlü kadınlarla paylaşsaydı "Gibi" dar bir kitleye seslenmek durumunda kalır, ilk sezon yarattığı cazibeden yeterince verim alamazdı. Çünkü erkeklik, yenik erkeklik gibi meseleler günümüz siyasi koşullarından, toplumsal atmosferinden bire bir besleniyor. Dizi erkeğin kaybını, yenilgisini öne sürdükçe "küskün gerçekliği"ni kabul ettiriyor ve bir anlamda "Recep İvedik"in düşüşünü de temellendiriyor.

ETHEMLER ARKADAŞIMIZ, KUTAYLAR YİĞENİMİZ! BU MAHALLE, BU ÇEMBER BİZİM!

Yazıyı toparlarken bir noktaya daha değinmek istiyorum. "Gibi" şüphesiz topluma dair bir malzemeden hareket ediyor. Yakası açılmadık deyimler, minibüs arkası yazıları, anlatım bozuklukları dizinin bir nevi cephaneliğine dönüşmüş durumda… “Bizden” meseleleri ele alırken mevcut duruşumuzu, tepkilerimizi “absürt” bulabileceğimiz bir esneklikte, abartarak değerlendiriyor. Dizide kahramanlarımızın başından geçen olaylarla gündelik hayatta sık karşılaşmasak dahi günün sonunda Ethemler bizim arkadaşımız, Kutaylar bizim yeğenimiz... Bu mahalle, bu çember bizim! 

Peki, "güldürürken düşündürme" efsanesi "Gibi" için geçerli mi? Olaylar, tavırlar akılda kalıyor mu? Bu "biz" vurgusundan öte bizi bize gösteriyor, bir şeyler öğretiyor mu? Feyyaz Yiğit ile Aziz Kedi'nin kaleme aldığı, Ömer Sinir'in yönettiği "Gibi" geleceğe taşınacak mı? Bir iz bırakacak mı yoksa dönemini yakalamış, güçlü gözlemlerinin mükâfatını almış bir iş düzeyinde mi kalacak? Bu sorunun cevabını elbette zamana bırakmalı fakat mizahın, koşullarından var olduğu ölçüde kendi koşullarını da yarattığını, suyun her zaman dosdoğru akmayıp yatağını değiştirebildiğini unutmayalım. Kim bilir, bakarsınız yirmi sene sonra bir dizi gelir ve "Gibi"deki hisleri uyandırır. O vakit "Gibi" de başlı başına bir samimiyete kavuşmuş olur ve Ethem Whatsapp grubundan ayrılır!