YAZARLAR

300,000,000,000,000 USD

Küresel çapta faiz oranları daha da yükselirse ki öyle görünüyor, risk çok daha fazla artacak. Finansal koşulların sıkılaşması, borç oranı yüksek olan devletler, firmalar ve hanehalkı üzerinde daha fazla baskı oluşturacak. Bu durumda büyüme oranlarında azalış meydana gelecek. Rusya-Ukrayna savaşı dışında, Güneydoğu Asya’da herhangi bir sıcak çatışmanın çıkması ise ateşe benzin dökmekle eşanlamlı...

Kapitalizm, sonuçta bir krizler ekonomisidir. Bugüne kadar bir şekilde tüm krizleri aşma yeteneğini göstermiş bir sistemdir aynı zamanda... Şöyle bir geçmişe gidip bakarsanız, ‘kapitalizmin bu kez çökeceğini’ iddia eden sayısız yorum ve makaleyle karşılaşırsınız. Ama bir şekilde, hele ki günümüzde net bir sistem alternatifi de bulunmadığı göz önüne alınırsa, çökmesi kısa vadede pek mümkün görünmüyor. Ama şu da bir gerçek ki, artık kriz döngüleri çok daha kısa aralıklarla yaşanıyor ve genelde de krizlerin sonucunda bir yapısal dönüşüm gerçekleşemediğinden birikimli krizler birbirini takip ediyor. Ve sistem bir önceki krizin temelinde yatan yapısal sorunları çözemeden bir sonraki krize doğru yol alıyor.

Buna bir de Covid-19 pandemisi gibi öngörülemeyen (aslında bal gibi bilim insanları tarafından öngörülen ve uyarısı yapılmış olan) felaketleri ve son olarak Rusya-Ukrayna savaşı gibi çok ciddi sonuçlar doğuran çatışmaları eklediğinizde, kriz çok daha derin yaşanıyor. Bugün yaşanan ve hala nasıl sonuçlanacağı belli olmayan küresel kriz, 2008 yılından bu yana yaşanan en ciddi kriz ve öncekilerine göre çok katmanlı olması nedeniyle de nasıl sonuçlanacağı konusunda görüşler oldukça karamsar.

YATIRIM BANKALARININ DEĞİL ARTIK DEVLETLERİN KÂBUSU

Küresel kapitalizmde 2008’de üstü örtülen finansal kriz bugün de en önemli yapısal sorunlardan biri. Hatırlarsanız, o gün gündemde olan da bir borç sarmalıydı, üzerine çok konuşulmak istenmese de bugün de en korkutucu mesele küresel borç sarmalı. 2008’de sorunun temeli mortgage temelli kaldıraçlı enstrümanlar balonunun patlamasıydı, bugün enflasyonist ortamda tahvil piyasalarından patlaması muhtemel bir tehlike var. Bir önceki krizde bazı yatırım bankaları, sigorta şirketleri kurban edilerek ve bol bol para basılarak kriz ötelenmişti, bugün ise öyle bol bol para basma seçeneği de pek yok, malum küresel enflasyon en büyük bela olarak ilan edilmiş durumda! Ve eğer ki kriz tahvil piyasalarındaki bir çöküşe evrilirse, bu kez yatırım bankaları ya da sigorta şirketleri değil, doğrudan devletlerin iflası söz konusu olabilir.

KAMUNUN, ŞİRKETLERİN VE HERKESİN BORCU

Ama mesele sadece kamu borçları değil... ‘Küresel borç stoku’, kamu borçlarının yanı sıra dünyadaki diğer tüm tüzel ve gerçek kişilerin borçlarının toplamını ifade ediyor. Küresel borç genel olarak kamu borçları, finansal şirketlerin borçları, finansal olmayan şirketlerin borçları, hane halkı borçlarının toplamından oluşuyor. Yani şirketlerin borçlarından tutun da hepimizin kredi borçları da buna dahil.

2021 REKOR YILI OLDU

Tahvil piyasaları, bugün küresel borç krizinin potansiyel zayıf halkası gibi görünüyor. Ama bu buzdağının sadece görünen kısmı! Meselenin temelinde 300 trilyon doları geçen bir borç yükü var ve artacağına da kesin gözüyle bakabiliriz. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) 2022 yılında yayınlanan Küresel Borç Monitörü raporuna göre, küresel borç tutarı 303 trilyon dolarla 2021 yılında rekor seviyeye ulaştı. Bu dönemde, küresel borç tutarı içinde Çin başta olmak üzere gelişen ekonomilerin payı arttı.
Covid-19 pandemisinin etkisinin en fazla hissedildiği 2020 yılında küresel borç bir önceki yıla göre 33 trilyon dolar artarak 292.6 trilyon dolara ulaşmıştı. 2021 yılında ise küresel borç tutarı 10 trilyon dolardan fazla artarak 303 trilyon dolara çıktı. Zira pandeminin etkileri bir yıl sonra gözle görülür hale geldi. Tedarik zincirindeki kopukluk, ertelenen tüketimi karşılayamayan üretim ve enflasyonist ortamla karşı karşıya kalındı.

KÜRESEL HASILANIN 3.5 KATI

2020 yılındaki borç artışı ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerden kaynaklanırken, 2021 yılındaki borç artışının yüzde 80’inden fazlası, gelişen ekonomilerden kaynaklanmıştı. Küresel borç tutarının ülkelerin GSYİH’sine oranı, 2020 yılında yüzde 360’ın üzerine çıkarak rekor kırmıştı. Pandeminin ekonomi üzerindeki etkilerinin oldukça fazla hissedildiği 2020 yılında hükümetler, ülke ekonomilerini canlandırmak için büyük miktarda harcamalar yapmış ve 2020 yılında küresel borç tutarı ciddi oranda artmıştı. 2021 yılında bir ölçüde ekonomik toparlanmanın ve yüksek enflasyonun da etkisiyle küresel borç tutarının GSYİH’ye oranında göreli bir iyileşme kaydedildi. 2021 yılında bu oran göreli ekonomik toparlanmayla yüzde 351’e gerilemiş olsa da, pandemi öncesi dönemin 28 puan üzerinde kalan küresel borç oranı tarihsel standartlara göre çok yüksek seviyede bulunuyor. Bu oran, toplam küresel hasılanın 3.5 katına ulaşan bir borç miktarını işaret ediyor.

2021’E GÖRE CÜZİ BİR DÜŞÜŞ VAR AMA EĞİLİM ARTIŞ YÖNÜNDE

Bugün, 2021’e göre çok cüzi bir düşüş yaşansa da, yaklaşık olarak 300 trilyon dolarlık bir borç yüküyle karşı karşıyayız. İşin asıl can alıcı kısmı ise bu borcun ülkelerin toplam GSYİH’sine oranı. 2022 itibarıyla, küresel borcun ülkelerin toplam GSYİH’ye oranı yaklaşık yüzde 348... Açıkça görüldüğü gibi, küresel borç stokunu çevirme ihtimali git gide riske giriyor.

2010 ila 2021 yılları arasında küresel borç stokunda 209 trilyon dolarlık artış gerçekleşti. Bu sıçramada reel sektör şirketleri ve kamunun borç artışı ilk iki sırayı aldı. Bu durumda, reel sektörün son 21 yıldaki yatırım hamlesinin önemli bir bölümünü borçlanarak finanse ettiği görülüyor. Bu aynı zamanda, reel sektörün borçlanma maliyetlerinin hayli yüksek olması nedeniyle, reel sektörden finans sektörüne önemli bir kaynak aktarımının gerçekleştiğine işaret ediyor. Bu nedenle de, reel sektörle finans sektörü arasında son 21 yılda kârlılık düzeyinde hayli tehlikeli bir dengesizlik oluşmuş durumda. Bu yapısal sorun küresel ekonomiye yönelik ciddi bir tehdit.

ŞİRKETLERİN BORCU İLK SIRADA

Küresel borcun dağılımına bakıldığında ise hanehalkına ait borçlar yılın ilk çeyreği itibarıyla 57 trilyon dolar, finansal olmayan şirketlere ait borçlar 90.6 trilyon dolar, kamuya ait borçlar 88.3 trilyon dolar ve banka gibi finansal şirketlere ait borçlar 69.4 trilyon dolar oldu.

Toplam GSYİH’ye oranları dikkate alındığında, ilk çeyrekte hanehalkına ait borçlar yüzde 66.9’dan yüzde 63.9’a ve finansal olmayan şirketlere ait borçlar yüzde 102.5’ten yüzde 98.8’e geriledi. Aynı dönemde kamuya ait borçlar yüzde 106.7’den yüzde 103.2’ye ve finansal şirketlere ait borçlar da yüzde 87.3’ten yüzde 82.5’e indi.

BORÇ HACMİNDEN ÖNEMLİSİ BORCU ÇEVİRME POTANSİYELİ

Gelişmiş ekonomilerin toplam borcu yılın ilk çeyreğinde 206.7 trilyon dolar olurken, Hindistan, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti, Brezilya ve Türkiye gibi gelişen ekonomilerin toplam borçları ise 98.6 trilyon dolar seviyesinde...

Türkiye’de ise borçların GSYİH’ye oranları dikkate alındığında, yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine kıyasla hanehalkına ait borçlar yüzde 14.2’ye gerilerken, finansal olmayan şirketlere ait borçlar yüzde 74.4’e ve kamuya ait borçlar yüzde 44’e çıktı. Türkiye’de finansal şirketlere ait borçlar ise bu dönemde yüzde 33.7’ye yükseldi. Türkiye en borçlu ülkelerden biri değil, ama söz konusu borç oldu mu mesele borcun hacminin büyüklüğü değil, o borç hacminin ülkenin ekonomik performansına oranı. İşte bu noktada da Türkiye çok parlak bir görünüm sergilemiyor.

DAHA DA ARTACAK

Şu andaki gelişmelere bakarak bu borç stokunun daha da artacağını söylemek mümkün. Zira Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileri küresel ekonomiyi vurmaya devam ediyor ve kış boyunca bu olumsuzluk artarak sürecek. Bu da küresel büyümenin bu yıl önemli ölçüde yavaşlaması demek ve borç stokuna etkisi de olumsuz yönde olacak.
Olası bir Çin-Tayvan krizinin gündeme gelmesi ise her şeyi alt üst etmeye yeter de artar bile. Şu anda bile Çin’deki sıkı karantinalar ve daha sıkı küresel fonlama koşulları nedeniyle, beklenen yavaşlamanın borç oranlarındaki düşüş eğilimini muhtemelen sınırlayacağı ve hatta tersine çevireceği öngörülüyor.

BORÇ ÇEVRİLEMEZSE

Belki bunlardan da büyük dert, küresel enflasyon... Merkez bankaları enflasyonist baskıları dizginlemek için sıkılaştırmaya devam ediyor. Yüksek borçlanma maliyetleri borç kırılganlıklarını şiddetlendirecek. Belki de negatif ayrışan ekonomilerde borcun çevrilmesini imkânsız hale getirme ihtimali de var. Böylesi bir durumda moratoryuma giden bir ülke çıkarsa eğer, gelişen ekonomilerde bir domino etkisiyle karşı karşıya kalmak da olasılıklar arasında. 

KAMU BORCUNUN GSYİH’YE ORANI

Dünyada büyük ekonomiler arasında GSYİH’ye oranla en fazla kamu borcu olan ülkeler incelendiğinde Japonya’nın ilk sırada olduğu görülüyor. 2020 yılı itibarıyla Japonya’nın toplam borcunun GSYİH’ye oranı yaklaşık yüzde 257 seviyesinde. GSYİH’ye oranla önemli miktarda borcu olan diğer ülkeler arasında Yunanistan (yüzde 238), İtalya (yüzde 184), ABD (yüzde 162), Portekiz (yüzde 157), Britanya (yüzde 149), İspanya (yüzde 148), Fransa (yüzde 146), Kanada (yüzde 142) yer alıyor. Dikkat edilirse AB’nin zayıf halkaları ‘Akdenizliler’ yine en riskli ekonomiler. 2008’i şöyle bir hatırlayalım!

Bir de müzmin kötülere bakalım... Bu oranlar, Venezüela’da yüzde 304, Sudan’da yüzde 212, Eritre’de yüzde 175, Lübnan’da yüzde 154... Bu ülkelerin hepsinde ya iç savaş, ya çok ciddi bir siyasal kriz söz konusu... Venezüela’daki sorun ise Batılı ekonomilerin bir kuşatması altında olması. İflasa en yakın olanı ise Lübnan gibi görünüyor.

BORCUN FİNANSÖRLERİ ZORA GİRERSE

En fazla borç veren ülkeler incelendiğinde ise Çin’in ilk sırada yer aldığını görüyoruz. Çin tarafından verilen borçların çok büyük kısmı devlet kaynaklarından sağlanıyor. Özellikle 2013 yılında başlatılan Kuşak ve Yol Projesi kapsamında Çin, gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere birçok ülkeye büyük miktarda finansman sağlıyor.

Peki ya Çin ekonomisi zora girerse ki, göstergeler böyle bir eğilimi teyit ediyor, o zaman borç bulmak da zorlaşacak. Bir diğer önemli mesele ise Rusya-Ukrayna savaşının ardından ABD-Çin gerilimiyle birlikte, Çin’in ekonomi politikasında olabilecek değişimler. Çin Komünist Partisi Kongresi’ndeki kararlar göz önüne alınırsa, Çin’in yeni rotası küresel ekonomiyle entegrasyonda bir mola verileceği yönünde. Bu durumun, Çin’in bir borç veren ülke olarak daha az finansman sağlayacağı anlamına geleceği aşikâr. Bu arada hemen belirtelim ki, Çin en büyük ABD tahvilleri stokuna sahip ülke. Gelecekte Çin’in borç sarmalında yaratacağı boşluk ciddi sorunlara yol açabilir.

KÜRESEL EKONOMİNİN ZORLU SINAVI

Bu küresel borç sarmalı, hükümetlerin kâbusu... Bir yandan pandeminin getirdiği hasarları toparlamaya, diğer yandan yükselen enflasyonla baş etmeye çalışan hükümetlerin önünde aynı zamanda yüksek borç yükünü de yönetmeleri gereken bir süreç var artık.

Küresel borç miktarındaki yüksek artışın ana sebepleri 2007 yılında başlayan küresel finans krizi ve 2019 yılı sonunda başlayan Covid-19 pandemisi. Özellikle gelişmiş ülkeler ve Çin, 2020 yılında yaşanan pandeminin insan hayatına etkisini azaltmak ve istihdamı koruyabilmek için büyük miktarda borçlandı. Bu dönemde faizlerinin düşük olması, yani borçlanma maliyetinin uygun olması sebebiyle sorun bu denli can alıcı değildi. Ancak enflasyonist tehdit sebebiyle, 2022 yılından itibaren ABD Merkez Bankası başta olmak üzere dünyada önde gelen birçok merkez bankası tarafından yapılan faiz artırımlarıyla borçlanmanın maliyeti ciddi biçimde arttı. Faiz artırımları bir süre daha devam edecek. Finansman maliyetlerindeki artış bazı ülkelerde yatırımları durma noktasına getirirken, bazı ülkeler ise borcu çevirmekte ciddi bir sorun yaşayacak. Şirketler düzeyinde ise gerek küresel durgunluk tehdidi gerekse borç yükü iflasları getirebilir. Henüz enerji krizinin bu kış Avrupa’da üretime nasıl bir darbe vurabileceğinden söz etmedik bile!

DEVLETLER, ŞİRKETLER VE HANEHALKI İÇİN SIKINTILAR ARTARAK SÜRECEK

Özetlersek küresel çapta faiz oranları daha da yükselirse ki öyle görünüyor, bu risk çok daha fazla artacak. Finansal koşulların sıkılaşması, borç oranı yüksek olan devletler, firmalar ve hanehalkı üzerinde daha fazla baskı oluşturacak. Bu durumda büyüme oranlarında azalış meydana gelecek. Rusya-Ukrayna savaşı dışında, Güneydoğu Asya’da herhangi bir sıcak çatışmanın çıkması ise ateşe benzin dökmekle eşanlamlı...

Peki küresel kapitalizmin dönüşümü?.. Yani hidrokarbon temelli enerjiden yeşil enerjiye geçiş, evrensel vatandaş geliri, parasal sistemin dönüşümü... Bunlar şu an için güzel masallar gibi görünüyor. Hele bu kışı bir atlatalım da!..