1968: Köhnemiş düzene gençlik aşısı

68; donup katılaşmış, köhnemiş dünya düzenine yapılmak istenen gençlik aşısıydı. Aşı tutmadı ama en azından bir dönem hastalığın ilerlemesini engelledi.

Google Haberlere Abone ol

Oya Baydar

55 yıl önce dünyayı -özellikle Batı dünyasını- kasıp kavuran fırtınayı bugün yeniden düşünüp hatırlıyorsak bunun nedeni kurulu düzeni sarsacak yeni bir 68 dalgasına duyulan ihtiyaçtır belki de. Siyasetin bir numaralı gündeminin değişim olduğu, düzenin her alanda tıkandığı, radikal bir dönüşüme ihtiyaç duyulan Türkiye'de 68'i yeniden düşünmek fikir açıcı olabilir.

Başta Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde, Amerika'da ve Türkiye'de 1968 baharında doruk noktasına varan eylemler genç kuşakların yeni bir yaşam, yeni bir düzen, yeni bir dünya özleminin eylemsel dışavurumuydu. 68; dönemin gençliğinin otoriteye, geleneksel yapılara, statükoya karşı cinsellikten siyasete, eğitimden gündelik yaşama her alanda yeni bir hayat tarzı, yeni bir kültür ve mutlak özgürlük arayışıydı. "Başka bir dünya mümkün" sloganının sözde kalmayıp uygulanmaya, yaşanmaya çalışıldığı bir gençlik itirazıydı. 

"Yasak yasaktır", "Gerçekçi ol, imkânsızı iste", "Savaşma seviş" benzeri sloganlar 68'in özlem ve hayallerini yansıtır. Statükoyu sarsmayı, sadece siyasî iktidarı değil kapitalist sistemi bütün kurum ve kuruluşlarıyla, ahlâkı ve zihniyetiyle temelden değiştirmeyi amaçlayan, her türlü muhafazakârlığa karşı bireyin özgürlüğünü savunan, iktidar olgusuna karşı çıkan Batı 68'i, bu anlamda sol olmakla birlikte, klasik sağ-sol'un ideolojik kalıplarına dökülemez. 68, kapitalizmin insanı köleleştiren tahakkümüne olduğu kadar Stalinist sol tahakküme de, diktatörlüğün ve otoriterliğin her şekline de karşıdır.

Ülkelerin tarihsel- toplumsal- kültürel özelliklerine göre farklı yollardan gelişen, farklı sonuçlara varan, farklı izler bırakan 68 dalgasının bütün ülkelerdeki ortak yanı; üniversitelere hâkim olan tutucu zihniyete karşı önce eğitimde reform talebiyle başlayan bir gençlik hareketi olması, giderek diğer hak hareketleri ve talepleriyle genişlemesi, geleneksel parti ve sendikaların inisiyatifi dışında tabandan kendiliğinden gelişmesi, merkezî yapılardan bağımsızlığı, kitleselliği ve radikalizmidir. 

Olayların doruk noktasına vardığı 1968 Mayısı'yla anılsa da, 68 hareketi, 60'ların ortalarından başlayan bir sürecin tepe noktasıdır. Batı'da İkinci Dünya Savaşı sonrası güçlenen hak ve özgürlük hareketleriyle, işçi hareketiyle, bağımsız entelektüel çevrelerin düşünsel/felsefî katkılarıyla beslenmiştir. Amerika'da, Vietnam Savaşı'na karşı yükselen itiraz, bir karşı-kültür arayışı olan Hippi felsefesi ve yaşam tarzını içererek ve siyahî hak hareketiyle birlikte yürüyerek ABD 68'ini yaratmıştır. 68'in esas merkezi sayılabilecek Fransa'da öğrenci hareketi, geleneksel sendikacılığın ve komünist partilerin sol statükoculuğunu aşarak işçi kitleleriyle buluşmuştur. Almanya 68'i, Nazizmle tam hesaplaşamamış siyaset sınıfına ve Prusya tutuculuğuna karşı 60'ların gençliğinin ve entelijansiyasının başkaldırısının izlerini taşır. 

Aynı yıllar, Sovyet rejiminin ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Orta Avrupa ülkelerinde iktidara gelen komünist partilerin komünizme bağlanan umutları sorgulatacak uygulamalarının statükoculuk, diktatörlük ve özgürlükler bağlamında tartışılmaya başlandığı dönemdir. 68 Mayısı'nda Sovyet ordusunun öncülüğünde dört Varşova Paktı üyesi ülkenin (Sovyetler Birliği, Macaristan, Bulgaristan, Polonya) bir süredir rejimin liberalleşmesi (insanî sosyalizm) yolunda reformcu adımlar atan Dubcek yönetimindeki Çekoslovakya'yı işgali (Prag baharı), özgürlükçü sosyalizmi savunanların üzerine tankların sürülmesi büyük tepki doğurmuş, soru işaretlerini arttırmıştır. 

68 ruhu her türlü statükoculuğa, sınırlamaya, diktatörlüğe, müesses nizamın bütün kısıtlama ve kurallarına karşı, doğal ve özgür yaşam arayışıdır. Ne proletarya diktatörlüğü, ne Stalinist otoriterizm, ne de "çürümüş ve çürüten" kapitalist düzen diktası!.. 68 kuşağının özgür yeni yaşam hayalinin dayandığı ilke budur. Tek sözcükle 68: devrim umudu ve hayalidir. 

TÜRKİYE'DE 68'İ HAZIRLAYAN ORTAM

Değişim dönüşüm rüzgârları, her ülkenin kendi tarihsel-toplumsal koşullarına, siyasal ve sınıfsal yapısına, kültürel kodlarına göre eserken Türkiye 68'i, Batı 68’inden epeyce farklı bir çizgide, Demokrat Parti iktidarını deviren 27 Mayıs askerî darbesi sonrasının toplumsal-siyasal atmosferinde, milli kurtuluşçu, antiamerikan ve Kemalist sol çizgide başladı, sağ ya da sol her türlü statükonun reddinden çok, dönemin sağ-muhafazakâr iktidarlarına tepki yönünde gelişti. 

60’lar, Türkiye’de toplumsal hareketliliğin yükseldiği yıllardı.1961 Anayasası işçilere sendikalaşma, toplu sözleşme, grev hakkı tanırken sosyalist düşünce ve örgütlenmelerin gelişmesine de olanak sağlıyordu. 27 Mayıs sonrasında havada reform beklentisi ve vaatleri vardı. İktidarda, önce 27 Mayıs darbesinin destekçisi CHP, 1965 seçimlerinden sonra da sağ parti ve koalisyonlar ağırlıktaysa da kültürel-ideolojik hegemonya soldan, işçiden, Atatürkçü/Kemalist kesimden yanaydı. Gençlik ve akademya bu hegemonyanın önemli bir öğesiydi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuş, 1965’te Büyük Millet Meclisi’ne 15 milletvekili, bir de senatör sokmayı başarmıştı. Fabrikalarda grevler, kırsalda köylü hareketleri, toprak işgalleri yaşanıyor, üniversite reform yasası bekleniyordu. Milliyetçi mukaddesatçı sağ güçlerin, 27 Mayıs 1960 darbesiyle iktidardan uzaklaştırılmış Demokrat Parti şemsiyesi altındaki gençlik örgütlerinin karşısında, “devrimci” gençlik örgütleri ve grupları güçleniyordu.

Vietnam Savaşı ABD’de gençliğin protestolarına, barış gösterilerine, Hippiler kuşağının unutulmaz “savaşma seviş” sloganlarına yol açarken dünyada da ABD karşıtlığı yükseliyordu. Latin Amerika’da Che Guevara’da simgeleşen gerilla mücadelesi, Fidel Castro'nun Küba'sı başka bir ilham kaynağıydı. 68’e doğru giderek kabaran bu dalgaların Türkiye’yi etkilememesi düşünülemezdi. Gençlik, “Milli petrol”, “Kahrolsun Amerika”, “Yankee go home” sloganlarıyla, Cocacola şişelerini dökme eylemlerine eşlik eden “komprador burjuvazi” söylemleriyle, özel yüksek okullara karşı “paralı eğitime son!” mitingleriyle sokağa çıkmaya başlamıştı.

Toplumsal yapıdaki hızlı değişim, kırlardan kentlere göç, orta katmanların güçlenmeye başlaması, emekçi sınıfların sahneye çıkması ve eğitimden pay istemesi yüksek öğrenime talebi artırırken, gençliğin çözüm bulunması gereken sorunlarını da beraberinde getiriyordu.

Bu tablonun diğer yanı bütün topluma, en çok da solda konumlanan gençlik kesimine yönelen İslamcı-milliyetçi saldırılardı. İktidara ve yan örgütlerine göre 68 olayları komünist kalkışmaydı ve "memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı" gelmişti. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (sonradan MHP) Ülkü Ocakları, Komünizmle Mücadele Derneği, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), Milli Türk Talebe Birliği, Kuvayı Milliye Derneği, vb. kuruluşlar yoğun faaliyet halindeydi. MHP’nin komando kamplarında komünistlere (!) karşı silahlı militanlar yetiştiriliyordu.

O günü yaşayanların hâlâ unutamadıkları Kanlı Pazar, döneme tutulan bir ayna gibidir. Olaylar, ABD emperyalizminin simgesi haline gelmiş 6. Filo'nun bir yıl sonra yeniden İstanbul'a gelip Dolmabahçe açıklarına demirlemesiyle başladı. Çeşitli sol parti ve örgüt mensupları, işçiler ve gençler (76 örgüt) 16 Şubat'ta ABD'yi protesto mitingi kararı aldılar. 14 Şubat 1969'da Cuma namazından sonra, Komünizmle Mücadele Derneği ve Milli Türk Talebe Birliği, ABD 6. Filosu'nun gelişini protesto hazırlığında olan "komünistlere gereken dersi vermek üzere" halkı Bayrağa Saygı Mitingi'ne çağırdı. Bu arada iktidar destekli büyük bir provokasyon tezgâhlanıyordu. 16 Şubat'ta Taksim'de toplanan onbinlere, tekbir sesleri arasında, polisin gözleri önünde sopalı, palalı ve örgütlü bir saldırı düzenlendi. Bilanço: iki ölü ve 200'den fazla yaralıydı.

Kanlı Pazar, sağ-sol kamplaşma ve çatışmasını derinleştirerek Türkiye 68'inin bu eksende gelişmesine yol açan en önemli olaylardan biridir. 

Batı'da olduğu gibi Türkiye'de de 68, ağırlıklı olarak bir gençlik, özellikle de öğrenci gençlik hareketiydi. Üniversite gençliği açısından bu süreç; “eğitimde devrim”den “devrim için eğitim”e, oradan da akademya dışına çıkarak “tam bağımsız gerçekten demokratik Türkiye” için mücadeleye evrildi. 

68'in mottosu devrimdi. Ancak devrim, içi doldurulması gereken bir kavramdı. Nasıl, ne amaçla devrim? Türkiye 68'inin öznesi olan gençler bu sorunun cevabını hareketin ilk döneminde sağ iktidarın devrilmesi ve 1923 Cumhuriyeti'nin kurucu ilkelerine dönüş olarak veriyorlardı. 1969-70'lerden itibaren devrimin yolları, yöntemleri, hatta amacı çeşitlendi. Genel bir kavram olan devrimci mücadele, demokratik yollardan iktidara gelme çabasından (Türkiye İşçi Partisi deneyimi) köylü hareketinin örgütlenmesine, darbecilikten silahlı mücadeleye, şehir gerillasından Che Guevara ve Küba'ya öykünmeye kadar çok farklı yol, yöntem ve ideolojik hat içeriyordu.

Türkiye solu bu aşamada bölündü, çeşitli partilere, örgütlere, gruplara ayrıldı. 

DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE TALEBİNDEN DEVRİM MÜCADELESİNE

60’ların ortalarından başlayarak sosyolojik yapının zorlamasıyla gündeme gelen ihtiyaç ve taleplerin başında yükseköğrenimde reform geliyordu. Üniversiteler ve yüksekokullar hem nicel hem de nitel açıdan yetersizdi. 1967 yılında bütün Türkiye’de 8 üniversite (İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Ankara Gazi Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi) ve aralarında daha sonra Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşecek Robert Kolej'in de yer aldığı devlet ve özel yüksekokullar vardı.

Yükseköğrenime talep artışının karşılanamayışı paralı özel yüksekokulların sayısının artmasına yol açmış, mühendislik-mimarlık, eczacılık, ticaret, gazetecilik dallarında özel yüksekokulların sayısı 1969’da 44’ü bulmuştu. Yükseköğrenim konulu ilk öğrenci eylemleri, ilk boykotlar 1967’de özel okulların devletleştirilmesi, eğitimde eşitlik, parasız eğitim talepleriyle başladı ve yıl boyunca sürdü. Bu eylemler 1968’i haber veriyordu ancak belirgin bir siyasî nitelik göstermiyordu.  

15 Nisan 1968’de, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde okuyan bir kız öğrencinin derslere başörtüsü ile girdiği için üniversite senatosu kararıyla üniversiteden uzaklaştırılması üzerine İlahiyat Fakültesi öğrencileri fakülteyi işgal ettiler. Hemen ardından Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Ankara Hukuk’ta “sağ-sol yok, boykot var” sloganıyla boykot başladı. Ancak, "sağ-sol yok" sloganı çok kısa sürede anlamını yitirdi. 68 dalgası dönemin ruhuna uygun olarak tümüyle sol kulvardan akacaktı. 

68 Haziranı'nda eylemlerin ağırlığı İstanbul Üniversitesi’ne kaydı. 12 Haziran 1968’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin 1 No.’lu amfisi işgal edildi. Türkiye 68’inin sembol adı olacak Deniz Gezmiş, işgal eylemini “Haklarımızı alana kadar Üniversite yönetimine el koyuyoruz” diyerek açıklıyordu. Birkaç yıldır çıkarılması beklenen Üniversite Reformu Kanun Tasarısı Meclis’e bir türlü gelemediği gibi, vaat edilen geçici düzenlemeler de yapılmamıştı. Bu durum öğrenci eylemlerine toplumda ve siyasî çevrelerde hak ve meşruiyet kazandırıyordu.  

Hazirandaki boykot ve işgallerde talepler ağırlıklı olarak eğitimdeki ve üniversite yönetimindeki sorunlarla ilgiliydi. 14 Haziran’da İstanbul Üniversitesi Senatosu toplanmadan önce, Rektör Ekrem Şerif Egeli işgalci öğrencilerle görüşmüş, isteklerini bildirmelerini istemiş, görüşme olumlu bir havada geçmişti. Senato'nun kamuoyuna açıklanan bildirisinde, “Üniversiteler öğreticisi ve öğrencileriyle bir bütündür. Boykot kararı öğrencilere aittir ama ilk şart işgale son verilmesidir” deniyor, öğrencilerden dileklerini öğrenci kuruluşları temsilcileri kanalıyla Senato’ya bildirmeleri isteniyordu. 19 Haziran’da dönemin Cumhurbaşkanı Sunay öğrencilerin görüşme talebini kabul etmiş ve “Haklı isteklerinin tahakkuku için gayret sarf edeceğini” bildirmişti. Ankara Üniversitesi Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde, öğrencilerin yönetime katılma dahil 26 isteğinden 25’i kabul edilmişti. Büyük Millet Meclisi’nde CHP adına konuşan Nihat Erim, “Bu bir patlamadır, gençlerimiz esasında yerden göğe kadar haklıdırlar” diyor, yükseköğrenimde acilen reformlara gidilmesini istiyordu. Başbakan Demirel de, “Boykotu işgale kadar götürmek öğrencileri haksız duruma düşürür” derken, öğrenci talepleri ve boykotlara belli bir müsamaha gösteriyordu. Polisin eylemci öğrencilere üniversite sınırları içinde müdahalesi, işgalci boykotcu öğrencilerin gözaltına alınması, tutuklanması 1968 sonlarına kadar henüz yaşanmamıştı. 

1968 Haziran eylemleri sürecinde üniversite yönetimleri ve siyasal cenahlar, görece demokratik ve müsamahakâr bir hava içinde görünüyorlardı. Ancak işgal ve boykotlar özellikle İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerde aralıklarla 1968 boyunca sürdü. 1968 sonunda Oya Sencer’in (Baydar) Türkiye’de İşçi Sınıfının Doğuşu ve Yapısı konulu doktora tezinin jüriden tam not almasına karşın Fakülte profesörler kurulunda ikinci kez reddi üzerine Deniz Gezmiş’in önderlik ettiği öğrenciler, “demokratik üniversite ve bilimsel özgürlük” adına İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nü senato toplantı halindeyken basıp işgal ettiler. Bu olay İstanbul Üniversitesi’nin bir kez daha kapatılmasına neden oldu. Üniversiteye polis çağrıldı, işgalci yedi öğrenci gözaltına alındı. Bu aşamadan sonra gerginlik arttı, olayların yönü değişti. 1969 Şubatı'ndaki Kanlı Pazar, Türkiye 68'ini sağ-sol çatışmasının ortasına itti.

1967-69 arasında gençlik eylemleri bir yandan akademik sorunlar, öğrenci hakları, eğitimin demokratikleştirilmesi gibi konular etrafında gelişirken 1968’in ikinci yarısından itibaren “demokratik tam bağımsız Türkiye” sloganında ifadesini bulan antiemperyalist/ antiamerikan, Kemalist ulusalcı sol ideolojinin ağırlık taşıdığı yöne evrilmişti. Nitekim, Kanlı Pazar'ın ardından İstanbul, Ankara, İzmir, Trabzon'dan 68'lilerin düzenlediği eylemin adı Mustafa Kemal Yürüyüşü'ydü. Türkiye solunun -kaba bir değerlendirmeyle- millî demokratik devrim, sosyalist devrim, silahlı mücadele, gerillacı hat olarak kendi içinde bölünme, parçalanma sürecinin başladığı bu dönemde, bölünme öğrenci gençlik kadar üniversitelerin genç akademik kadrolarına (asistanlar, doçentler, okutmanlar) da yansıyordu.  

1969 başından itibaren 12 Mart 1971’e kadar sürecek eylemler, zaman zaman sağ-sol çatışmasına dönüşecek, gençlik hareketi siyasallaşarak akademik taleplerden kopacak, dönemin siyasal iktidarının düşürülmesi ve devrim hedefine yönelecekti. Artık gençler demokratik üniversite için değil, iktidarın ve düzenin değişmesi, tam bağımsız Türkiye, ABD emperyalizmine karşı sosyalizm ve devrim için ayaktaydılar. ODTÜ başta, hareketin güçlü ve ağırlıklı olduğu üniversiteler “devrimin üsleri”ne dönüşmüştü. 

1971’de 12 Mart askerî müdahalesi, başta Deniz Gezmiş, 68’in simgeleşmiş gençlik liderlerinin trajik sonlarını hazırlayarak, dönemi dramatik şekilde sona erdirdi.

DÜZENİN YIKIMI DEĞİL RESTORASYONU

Türkiye 68'i başlangıçta Cumhuriyet'in kuruluş döneminin ilke ve değerlerine dönüş özlemiydi. Antiemperyalist eylem ve sloganlar kapitalizmle özdeşleştirilen ABD'ye, ama asıl "karşı devrimci, işbirlikçi" olarak nitelenen dönemin sağ iktidarına karşıydı. 

Kısa zamanda çeşitlenen sol/sosyalist hareketin tümü için söz konusu olmasa da Türkiye 68'inin kaynağındaki hâkim ideolojik hat, devrimi 23 Cumhuriyeti'nin ilkelerine dönüşte gören sol Kemalist ulusalcılıktı. 

Batı 68'inden farklı olarak sol statükonun eleştirisi de gündemde değildi. Aksine, 1960'larda, 70'lerde bir yandan kapitalist sisteme kökten eleştiri getirilirken, komünist statükoyu ve otoriter/diktatoryal yapıları bireyin özgürlüğü açılarından irdeleyen Marksist düşünürler (Frankfurt ekolü: Marcuse, Adorno, Horkheimer, Benjamin, vb…) ABD ve Avrupa 68'i üzerinde büyük etkiye sahipken Türk solu için kuşkuyla karşılanan eleştirel akımın temsilcileriydi. Batı 68'i resmî komünizme karşı da eleştiri yükseltirken, 68 dalgasından çıkan Türk solu geleneksel komünist örgütlenmenin, Leninist yapılar oluşturmanın peşindeydi. 

Türkiye 68'i, statükoyu/müesses nizamı sadece siyasal alanda değil her alanda yıkmayı amaçlayan, yeni bir kültür (karşı-kültür), yeni bir yaşam tarzı öneren, her alanda iktidar olgusunu tartışmaya açan Batı 68'inden farklı olarak, toplumsal-siyasal yapının kurucu ilkeler çerçevesinde restorasyonunu öneriyordu. "Yasak yasaktır" sloganında ifadesini bulan bireyin mutlak özgürlüğünden çok toplumsal-siyasal özgürlük peşindeydi.  

1968 BİR TARİH DEĞİL BİR RUHTUR

“68” sadece bir tarih kesiti değil, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de genç kuşakların devrim umutlarının adıdır. 

1960'ların ortalarından 12 Mart 1971 askerî müdahalesine uzanan dönem belirsizliklerle, olaylarla, çatışmalarla dolu da olsa özgürlük rüzgârlarının estiği, toplumun kıpır kıpır olduğu, dünyayı ve ülkeyi devrimle değiştirme umudunun gençliğin masumiyetiyle pekiştiği dönemdir. 

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, rüzgârların soldan estiği o kısa ara dönemde, 68'in gençlik liderleri devrim peşinde koşarken, 68 dalgasının kaynağı olan üniversitelerde de dönemin ruhundan kaynaklanan özgürlük havası yaşanmış; donmuş, köhnemiş akademya o günlerde kıpırdanmaya başlamıştı.

Dönemin ruhu değişim, dönüşüm taleplerinin yelkenlerini şişiriyordu. İşgaller, boykotlar, forumlar, çatışmalar arasında akademik çalışmalar görece özgür bir ortamda sürdürülebiliyordu. Özellikle sosyal bilimlerde, sonraki yıllarda efsaneleşecek hocalar, bugün hâlâ adları anılan ve eserleriyle yaşayan bilim insanları, farklı ideolojik-siyasal çizgilerde yer alsalar da, 68 döneminin ve ruhunun ürünleridir.

68'DEN KALAN…

68, dünyayı sarsan bir deprem gibi, fırtına gibi geçip gitti. Statükoyu sarstı ama deviremedi. Yıkmaya yönelik hareketin yeniden kurmak için ne belli bir programı ne de örgütlenmesi vardı. Yeni yaşam tarzı, yeni kültür, yeni ahlâk, yeni insan ve mutlak özgürlük hayalleri gerçekleşemedi. 68'liler imkânsızı isterken, yıkmak istedikleri düzenin yerine kurulacak yaşamın gerçekçi tahayyülüne sahip değillerdi. Avrupa'nın pek çok ülkesinde denenen 68 felsefesine uygun komünal yaşam birimleri 1980'lere gelindiğinde bir bir dağılıyor, marjinal yaşam tarzlarının gettolaşmış örneklerine dönüşüyordu.

1871 Paris Komünü gibi 68 de yenilgiye uğradı ama ardında köhnemiş düzeni devrimle yıkma umudunu; başka bir dünya, başka bir yaşam biçimi, başka bir kültür ve mutlak özgürlük hayalini bıraktı. Batı'da sağın yükselişini, en azından bir dönem, durdurdu. Üçüncü dünyada ulusal kurtuluş mücadelelerine ilham verirken kadın hareketinin, barış hareketinin, yeşil hareketin (doğaya dönüş) yükselişinde büyük payı oldu. Eleştirel düşünce ve 70 sonrası felsefe akımları, Batı düşüncesi ve siyaset teorisi 68 deneyimiyle gelişip güçlendi.

68'in geleneksel resmî komünizme yönelttiği eleştiriler Avrupa komünist partilerinin (başta İtalyan ve Fransız partileri) dönüşüm geçirmesine, Stalinizm, Leninizm ve Sovyet modelinden uzaklaşarak Avrupa komünizmi hattını benimsemelerine yol açtı. Çin'deki Kültür Devrimi'nin verdiği ilham, 1970'lerde bir süre Maoist akımların yaygınlaşmasına neden oldu. Öte yandan, hareketin sönümlenmesi devrimden umudu kesen 68 kadrolarının radikal unsurlarını özellikle İtalya, Almanya, Japonya'da silahlı teröre yöneltti. (Almanya'da RAF Kızıl Ordu Fraksiyonu, Japonya Kızıl Ordusu, İtalya'da Kızıl Tugaylar…)

Türkiye 68'inden bugüne ise: Dünyayı ve Türkiye'yi değiştirmek, eşit, özgür, aydınlık yarınlara varmak için mücadele ettiğimiz o umut ve masumiyet günlerine duyduğumuz özlem kaldı.  

68; donup katılaşmış, köhnemiş dünya düzenine yapılmak istenen gençlik aşısıydı. Aşı tutmadı ama en azından bir dönem hastalığın ilerlemesini engelledi. Dünyanın da ülkemizin de genç kuşaklardan gelecek yeni ve daha güçlü bir gençlik aşısına ihtiyaç duyduğu şu günlerde 68 ruhunu hatırlamakta yarar var.