14 Mart, şiddet, mobbing ve ayrımcılık önlenince Tıp Bayramı olacak

Sağlık emekçileri şiddetin, mobbingin, ayrımcılığın olmadığı, akıldan ve bilimden yana bir sağlık politikasından yanadırlar.

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

Hekimlerin sorunlarının tartışılıp, bilime katkılarının ödüllendirildiği bir anma ve kutlama günü olarak ifade edilen, 14 Mart Tıp Bayramı'nı geride bıraktık. Bu bayramın başlangıç tarihi II. Mahmut döneminde, ilk cerrahhanenin Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulduğu gün olan 14 Mart 1827'dir. İlk kutlama, 1919 Mart'ında İstanbul'da İngiliz işgalini protesto etmek için tıbbıye 3. sınıf öğrencisi Hikmet Boran önderliğindeki tıbbiyeli öğrenciler tarafından gerçekleştirilmiştir.

TIP BAYRAMI TARİHÇESİ 

Daha sonraları, Bursa'daki Yıldırım Darrüşşifası'nda ilk Türkçe tıp derslerinin başlatıldığı 12 Mayıs günü, Tıp Bayramı tarihi olarak kabul edilmiş, bu bayram, 1929-1937 yılları arasında 12 Mayıs'ta kutlanmıştır. Süreç içinde bu uygulamadan vazgeçilerek yeniden 14 Mart gününe geri dönülmüştür.

1976'dan bu yana sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart'ı içine alan hafta boyunca kutlama yapıldığı için bu hafta 'Tıp Haftası' olarak kabul edilmektedir. Günümüzde ise sağlık emekçileri, 14 Mart'ı taleplerini duyurma ve haklarını arama haftasına dönüştürmüş durumdadırlar. Bu yılki 14 Mart'la ilgili olarak Türk Tabipler Birliği (TTB), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) başta olmak üzere birçok sağlık emekçi kuruluşu, farklı illerde yaptıkları basın açıklamaları ile sorunlarını ve haklı taleplerini açıkladılar. "Sadaka değil, hakkımızı istiyoruz", "Gaspedilen haklarımızı alana kadar direneceğiz" sloganları ile ses yükselttiler. "Sağlıkçıya şiddet, işçiye haksızlık varken hiçbirimize bayram değil" diyerek gelinen son durumun altını çizdiler. Diğer yandan Hekimsen de "Beyaz Reform” adı altında yapılan düzenlemelerin yetersizliğine tepki olarak 16 Mart 2024 günü tüm Türkiye'de iş bırakma eylemi gerçekleştireceklerini duyurdu.

SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN AĞIR ÇALIŞMA KOŞULLARI 

2003'den beri uygulanmakta olan Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın (SDP) getirdiği güvencesiz çalışma ortamında, sağlık emekçilerinin özlük, sosyal ve demokratik sorunları her geçen gün, yeni eklenen sorunlarla kronikleşerek devam etmektedir. Bugün sağlık hizmeti veren kurumlar, bir işletmeye dönüştürülmüş ve performansa dayalı bir sistemle de nitelikli sağlık hizmetlerinin verilmesinin önü kesilmiştir.

Hastanelerde muayene süreleri, bilimsel ve nitelikli sağlık hizmetleri gözetilmeden tespit edilmiştir. Muayene sistemi oluşturulmadığı için Merkezi Hekim Randevu Sistemi'nde (MHRS) 10'ar dakika aralıklarla randevu alınabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü ve TTB'ye göre, doktorun ilk kez gördüğü bir hastanın şikayetlerini dinlemesi, muayenesini yapması, yaptırdığı tetkikleri gözden geçirmesi, bu bilgileri Medulla sistemine girmesi, reçete yazması, hastaya hastalığı konusunda bilgi vermesi ve ek soruları yanıtlaması için ortalama 20 dakika gerekmektedir. Bizde ise hekimleri makineleştiren bir muayene sistemi var.

10 dakikada bir verilen randevular, yerini 0 ile 10 dakika arasına iki hastayı sıkıştırmaya başlayınca, bu duruma 20 Ekim 2021 günü TTB itiraz etmiş, bu itirazın ardından süren eylemlerden 354 gün sonra, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, randevu aralığının 10 dakikadan daha az olamayacağını açıklamak zorunda kalmıştır. Türkiye'deki muayene sisteminin daha çok bakmaya odaklı ve kısa süreli olması, hasta ile doktoru karşı karşıya getirmektedir. Hasta, kendisine yeterli düzeyde bakılmadığı ön yargısıyla, bir sonraki muayenede doktora karşı şiddete başvurma eğilimi içinde olabilmektedir. Eğer doktor muayene süresini uzatırsa, bu defa da dışarıda sıra bekleyen hastaların tepkisi ile karşılaşabilmektedir.

Ülkemizdeki devlet hastanelerinde randevu alamama sorunu giderek artmakta, bazı branşlarda aylar hatta yıllar sonrasına randevu verilebilmektedir. Randevu alamayan bazı kişiler, parayla randevu sırasını satanlara başvurmak zorunda kalmaktadırlar. Yani sistem, hastaları karaborsadan randevu almaya mecbur bırakmış durumdadır. Randevu alınamamasının temel sebeplerinden biri, MHRS sisteminin adil bir şekilde işlememesi, diğeri ise sağlık sisteminin basamaklı bir şekilde tam düzenlenmemiş olmasıdır. Türkiye'de Aile Hekimliği uygulaması ne yazık ki tam anlamıyla sağlık sistemine entegre edilemediği için, hastaların pek çoğu hastalıklarının özelliklerine göre, var olan hasta sevk zincirini aşıp, doğrudan 2. ve 3. basamaktaki uzman doktorlara başvurma eğilimi içindedirler. Diğer yandan uzman doktor sayısının yeterli sayıda olmaması da randevu almada sıkıntı yaratmaktadır.

RANDEVU ALAMAYAN HASTA ACİL SERVİSE YIĞILIYOR

Mesai saatleri içinde polikliniklerden randevu alamayan ya da muayene katılım ücreti ödemek istemeyen hastalar da acil servise yönelmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2023 yılında acil servislere 150 milyon 523 bin 406 başvuru yapılmış. (100 kişi başına177 kişi) Halbuki bu başvuru oranı OECD ülkelerinde 100 kişi başına 27'dir. Bu sonuçlarla, Türkiye dünyada nüfusundan fazla acil servis başvurusu yapılan ülke ünvanına sahip olmuştur. Sağlık Bakanlığı, acil servislerin yükünü azaltacağına bu servislerde sağlık emekçilerinin karşı olduğu "yeşil alan" uygulamasını başlatmıştır. Böylece acil servisler, farklı hastalıklara sahip kişilerin başvuru yapabildiği birer polikliniğe dönüştürülmüşlerdir.

Acil servislere hasta başvuru sayısının artması, gerçek anlamda sağlık hizmetine ulaşmayı zorlaştırmıştır. Hekimlerin muayene sayı ve süresini kendilerinin ayarlayacağı bir sisteme geçilmesi yararlı olacaktır. Sağlıktaki ticarileşme, performansa dayalı bir sistemin dayatılması da giderek şiddeti öne çıkarmıştır. İktidar yöneticilerinin söylemlerinde, zaman zaman sağlık emekçilerine karşı dışlayıcı söylemleri öne çıkarmaları, toplumun bir kesiminde, sağlık emekçilerine karşı uygulanan şiddetin normal bir durum olarak görülmesine neden olmuştur. Türkiye'nin farklı bölgelerindeki sağlık kuruluşlarında, sağlıkçılara yönelik şiddet haberleri her geçen gün artmaktadır. Bu saldırılarda darp edilen, hatta yaşamını yitirenler olmuştur. 2022 Temmuz ayında Konya Şehir Hastanesi'nde görevli kardiyoloji uzmanı Ekrem Kaya'nın bir hasta yakını tarafından öldürülmesi işin boyutunun ne denli büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Sağlıkta şiddet olayları, her yıl iki katına çıkmaktadır. Sağlık- emek- meslek örgütleri ve uzmanlık derneklerinin güvenli çalışma ortamı yaratma önerileri, yasa teklifleri gündemden hiç eksik olmuyor.

'ŞU AN BİZ DOKTORLARI BEĞENMİYORUZ, DOKTOR DÖVÜYORUZ' 

27 Mayıs 2022'de yayımlanan kanun ile sağlık emekçilerine yönelik suçların katalog suçlar kapsamına alınması, “Beyaz Kod" uygulaması, cezaların yüzde 50 oranında artırılması, şiddetin bir kamu davası niteliğine dönüşmesi gibi dikkat çekici 'yasal adımların' atılmasına rağmen ne yazık ki şiddet olayları oranında azalma olmamıştır. Çoğu olaydan sonra saldırganların adli mercilerce serbest bırakılması ve bunlara ciddi bir yaptırımın uygulanmaması failleri cesaretlendirmektedir. Geçen yılki Mayıs ayı seçimleri öncesinde kendisiyle röportaj yapılan bir kadının "Şu an biz doktorları beğenmiyoruz, doktor dövüyoruz" ifadesi, iktidarın uygulamış olduğu sağlık politikalarının en son geldiği noktayı göstermişti. Bu kişiyle ilgili yapılan suç duyurusuna savcılığın takipsizlik kararı vermesi de işin diğer boyutu.

Hekim sayısının azalması, polikliniklerde hasta yığılması ve muayene süresinin kısalığı hizmet kalitesini düşürmektedir. Sonuçta sistemden kaynaklı sorunları tahlil edemeyen hasta veya yakını hedef olarak hekimleri ve diğer sağlık personelini görmektedir. Sağlık emekçileri, güvenli bir çalışma ortamının sağlanmasını talep ederlerken, bu sorumluluğun da idarecilerde olduğunun altını çizmektedirler.

UZAYAN NÖBETLER, ARTAN İŞ YÜKÜ VE YETERSİZ ÜCRETLER

Hastanelerde saatler boyu süren yoğun çalışma koşullarının ve nöbet ertesi izinlerin, idarecilerin inisiyatifine bırakılması haksızlıktır. 23 Ekim 2021'de asistan bir hekimin, 30 saatlik bir çalışma sonrasında, araba kullanırken trafik kazasında hayatını kaybetmesi, Türkiye genelinde tepkilere ve eylemlere neden olmuştu. Bu kazadan sonra Bakan Koca, üç günde birden sık ve ayda sekiz nöbetten fazla tutulamayacağını açıklamıştı. Fakat bu açıklama tam anlamıyla çalışma ortamlarına yansımadı. İdarecilerin bir kısmı yine bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Asistan doktor ve hemşirelerin emek sömürüsüne uzun nöbetlerle devam edilmektedir.

Türkiye'de maddi açıdan yeterli ücret alamayan, uygun olmayan koşullarda çalışıp mobbinge uğrayan birçok hekim, özelikle son yıllarda Almanya ve Amerika gibi ülkelere göç etmeye başlamışlardır. TTB'nin paylaştığı verilere göre İyi Hal Belgesi için başvuru yapan hekim sayısı 2022'de 264 iken, bu sayı 2022'nin ilk on bir ayında 2417'ye çıkmıştır. Bu sayı giderek her yıl artmaktadır. Bu durum şu an tıp eğitimine devam eden hekim adaylarının gelecek planlarını da etkilemiştir. Onların da hekim göçünü örnek alabilecekleri öngörülmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mart 2022'de yurt dışına giden doktorlara ilişkin, "Doktorlar az para aldıkları için ayrılıyorlarmış, varsın gidiyorlarsa gitsinler. Buralar boş kalmayacak" demişti. Bu hekim göçü dışında branşlarında uzman pek çok hekim de maaş yetersizliği nedeniyle kamudan istifa edip özel hastanelere geçmişlerdir. Hekimler ek gösterge üst sınırının 7600'e çıkartılmasında ısrarcıdırlar.

Sağlıkta Dönüşüm Programlarının bir parçası olan Aile Hekimliği Sistemi'nde aile hekimleri kendilerine kayıtlı olan bireylerle bütün sağlık sistemi arasında aracılık yaparken ağır vergi yükü ve pek çok yaptırım nedeniyle ezilmektedirler. Aile hekimlerinin ciddi ve çok sayıda var olan sorunları başlı başına bir araştırma konusudur.

ŞEHİR HASTANELERİ SAĞLIĞA ERİŞİMİ GÜÇLEŞTİRİYOR 

Tüm sağlık emekçileri, hiç bir koşuldan negatif etkilenmeyen, emekliliğe yansıyan, günün enflasyon koşullarına uygun, insanca yaşayabilecekleri tek kalem maaş taleplerinin yanında, fiili hizmet süresi zamanının 120 gün olmasını da talep etmektedirler. Hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin dinlenme koşulları yeniden düzenlenmeli ve vergi dilimi üst sınırı yüzde 15 olmalıdır. Sağlık emekçileri, emekli aylıklarının yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasını özellikle istemektedirler.

Son yıllarda vatandaşların kolaylıkla ulaşabildiği, sağlık hizmeti sunumunda ve eğitiminde gelenek oluşturan köklü hastanelerin peş peşe kapatılıp, şehir hastanelerine taşınılması yeni bir sorun oluşturmaktadır. Bir kamu-özel ortaklığı olan şehir hastaneleri, devasa büyüklükleri, şehirden uzak yerlerde inşa edilmeleri, personel sayısının yetersizliği ve çift başlı yönetimi ile hastaların sağlık hizmetine erişimini güçleştirmektedir. Bu hastaneleri inşa eden müteahhitlere, iş adamlarına taksitler halinde yapılan para ödemelerinin yüksekliği dikkat çekicidir. Bu hastaneler, yeniden değerlendirilmeli ve adım adım bu projeden vazgeçilmelidir. Deprem bölgesindeki sağlık emekçilerinin tayin, barınma, hijyen sorunları yerli yerinde dururken "sağlıkta şunları yaptık" iddiası gerçeklerle uyuşmamaktadır. Sağlık Bakanlığı'nda yönetim ve görevlendirmelerde liyakattan, beceriden öte kendinden yana olanların belirlenip ödüllendirilmesi de temel sorunlardan birisidir.

Sağlık hizmetlerinde özel hastaneler ve ilaç firmalarının gözetilmesine son verilmelidir. Sağlık emekçileri şiddetin, mobbingin, ayrımcılığın olmadığı, akıldan ve bilimden yana bir sağlık politikasından yanadırlar. İnsanca yaşam koşulları, mesleki bağımsızlık, çalışırken ve emekli olduktan sonra insanca bir ücret için mücadele etmek nitelikli sağlık hizmeti için temel bir gerekçedir.

*Eğitimci - Yazar