12 Mart Darbesi

12 Mart 1971, 12 Eylül 1980'e giden darbe yolunun kilometre taşlarını döşedi. Siyasi ve demokratik bir kültürün hala olgunlaşmadığı bu topraklarda, her türlü darbelere karşı durmak asli bir görevdir.

Fotoğraf: AA
Google Haberlere Abone ol

12 Eylül Darbesi'nin bir ön provası olan 12 Mart 1971 Darbesi'nin üzerinden 53 yıl geçti. Siyasi, ekonomik ve psikolojik olarak toplumun geneli üzerinde derin yaralar açan ve kimi değerlendirmelerde, "yarım darbe" veya "muhtıra" olarak ifade edilen ve yaklaşık 2,5 yıl süren bu dönemde acımasız uygulamalar ve “partiler üstü anlayışla" 1960'lardan itibaren yükselen sol devrimci hareketliliğin önü kesildi. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması için ekonomik ve siyasal ilişkilerde köklü değişikliklere gidildi.

Özellikle 1963 yılında çıkarılan 274 Sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ile işçi sendikalarının önü açılmıştı. 13 Şubat 1967'de Gıda-İş, Lastik-İş ve Türk Maden-İş'in katılımıyla kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), işçi sınıfı adına ekonomik, siyasal ve ideolojik mücadelede sınıf ve çıkar çatışmasını belirginleştiren eylemlere öncülük etti.

Yine 1961 Anayasası'nın 46. maddesinde, memurlara sendikalaşma hakkının tanınması ve sonrasında 1965'te çıkarılan 624 Sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ile memur sendikaları kurulmaya başlandı. Bu sendikalardan biri olan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), 8 Temmuz 1965 yılında kuruldu. Türkiye'deki öğretmenlerin yüzde 40'ını örgütleyen ve bir kitle sendikası olan TÖS, devlet okullarında daha demokratik bir eğitim uygulamak ve eğitim yoluyla kitlelerin bilinç düzeylerini yükseltmek için mücadele etti. 1969 yılındaki 'Büyük Eğitim Yürüyüşü' ve dört günlük boykotla görüşlerini ülke kamuoyuna duyurmaya çalıştı.

1960'lı yıllarda sosyalistlerin Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile seçime girmelerine paralel olarak bu partiye bağlı öğrenciler tarafından Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) oluşturuldu. Bu durum süreç içinde geniş bir öğrenci kesiminin politize olmasını sağladı. 1969'da FKF, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (DEV- GENÇ) adını aldı. Bu federasyon Avrupa merkezli 1968 öğrenci eylemlerinin benzerlerinin Türkiye'de gerçekleştirilmesinde etkin bir rol üstlendi. Süreç içinde TİP'i parlamentoculukla eleştiren ve sosyalist fikirleri savunan gençlik öne çıktı. Üniversitelerde reform ve demokratik eğitim taleplerini öne çıkaran gençlik, artık ülke sorunlarını da dillendirmeye başlayınca, işçi hareketinin aktif hale gelmesinde de etkili oldu.

Siyasi partilerin bölünme süreçleri de kendiliğinden gerçekleşmeye başladı. 1965 ve 1969 yıllarında, Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi tek başına iktidar olunca, ülkedeki sağ ve sol çatışmasında hep sağın merkezinde yer aldı. 1971'e gelinceye kadar ülkede pek çok olay yaşandı. 1967 yılı ile 12 Mart 1971 tarihi arasında, onlarca devrimci üniversiteli genç ve işçi öldürüldü. Bunların özgürlük talepleri şiddetle bastırıldı. Gözaltılar ve tutuklamalar artık sıradan birer olay haline geldi. 12 Mart'ın darbeci generali Memduh Tağmaç, gençliğin ve işçilerin özgürlükçü mücadelesine karşı bir tavır içinde olduğunu o dönem şu ifadelerle dile getiriyordu, "Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı, önünü kesmek gerekir." 1971 darbecileri emeğine, toprağına sahip çıkan köylülerin, işçilerin ve öğrencilerin önünü kesmek için çabalayıp durdu. 6 Ocak 1969'da, ABD büyükelçisi Robert Komer'in ODTÜ’yü ziyareti sırasında makam otomobili, ODTÜ'lü öğrencilerce yakıldı. Bir gün sonra da ODTÜ, öğrencilerce işgal edildi.

16 Şubat 1969'da İstanbul'a gelen ABD 6. filosunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün çağrısıyla Taksim'de toplananlara, camiden çıkan bir grup faşist, bıçak ve sopalarla saldırdı. Bu saldırıda iki genç bıçaklanarak öldürüldü. Bu "Kanlı Pazar" saldırısının arkasında yer alan Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Komünizmle Mücadele Derneği dönemin emniyet güçlerince görmezden gelindi. Bunlar hep korunup kollandılar. Bu saldırı, toplumun öfkesini artırdı. 26 Ocak 1970'te kurulan ve daha sonraları Milli Selamet Partisi adını alacak Milli Nizam Partisi, programının 6. maddesinde "Din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak tarif edilen laikliğin, dine baskı ve dindarlara saygısızlık gayesine alet edilmesine karşıyız." vurgusunu yapıyordu.

Ücretlerin düşüklüğü ve alım gücünün azalmasının yanında, Demirel Hükümeti'nin çalışma yaşamını ve sendikal hakları düzenleyen 274 ve 275 sayılı yasalarda değişikliğe gidip bunu Millet Meclisi ve Senato'dan geçirmesi bardağı taşıran son damla oldu. Aslında yasalaşan bu tasarıda DİSK'in gelişimi engellenmek isteniyordu. 15 ve 16 Haziran'da İstanbul'un iki yakasında ve Gebze'de on binlerce DİSK'li işçi yürüyüşe geçti. İşçilerin önleri bu iki gün içinde güvenlik güçlerinin barikatlarıyla kesildi. Sert müdahalelerde bulunuldu. Direnişte 3 işçi yaşamını yitirdi. Üç ay süren sıkıyönetim sonunda, 5 binden fazla işçi işten çıkarılmış olmasına rağmen direnişin gücü kırılamadı. Kabul edilen sendika yasası; uygulamaya sokulmadan, direniş ve grevlerin etkisiyle TİP ve CHP tarafından iptal istemiyle Anayasa Mahkeme'sine götürüldü. Mahkeme bu değişiklikleri iptal etti. 15-16 Haziran işçi eylemleri, sınıf ve kitle sendikacılığının önemini ve mücadele etmeden hakların alınmayacağını bir kez daha ispatlamış oldu.

1971 yılının Ocak ayında ülkede tam bir kargaşa hakimdi. Sosyal ve ekonomik gelişmeler karşısında ülkeyi yönetmekte çaresiz kalan Başbakan Süleyman Demirel, 8 Mart 1971'deki meclis toplantısında kendi partisinin güvenini kaybedince, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesindeki darbeci generaller, "Meclis ve hükümetin görevini yapmadığını, Atatürk'ün işaret ettiği uygarlık seviyesine ulaşma hedefinden sapıldığını ve bu durumun düzeltilmesi için derhal partiler üstü bir hükümetin kurulması gerektiğini" talep eden bir muhtırayı Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, TBMM Başkanı Sabit Osman Avcı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı Tekin Arıburun'a teslim ettiler. 3 maddelik kısa muhtıranın son maddesine göre de bu husus tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin idareyi doğrudan ele alacağı ilan ediliyordu.

Muhtıra metnini radyodan dinleyen Demirel kısa süre içinde istifa etti. Ana muhalefet partisi CHP’de Genel Başkan İsmet İnönü, önce muhtırayı demokrasiyle bağdaştırmamış, fakat ardından silahlı kuvvetlerin önerdiği CHP Milletvekili Nihat Erim'in başkanlığında kurulacak teknokrat hükümeti destekleme kararı almıştı. Bu durum karşısında 'ortanın solu' siyasetini savunan CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, CHP'nin yeni kabineye bakan vermesine karşı çıkarak istifa etmişti. Bu süreç 5 Mayıs 1972'de İsmet İnönü'nün istifa etmesi ve sonrasında Bülent Ecevit'in CHP Genel Başkanı seçilmesiyle sonlandı.

Çoğu kişi darbecilerin asıl hedeflerini ve niyetlerini başlangıçta tam tahlil edemedi. Olumlu görüp destek çıkanların yanında bekle gör politikası izleyenler oldu. Aslında günler geçtikçe '12 Mart Darbesi'nin niteliği daha da belirginleşiyordu. Darbenin sağ bir darbe olduğu icraatlarla net bir şekilde ortaya çıktı. O günlerde İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un kaçırılıp öldürülmesinden sonra "Balyoz Harekâtı" ile çok sayıda yazar, şair, gazeteci, aydın, devrimci işçi ve genç tutuklandı. Evler basıldı, kitaplar yakıldı. Ziverbey köşkü acımasız işkencelerin uygulandığı merkezlerden biri haline getirildi. Diğer yandan bürokrasi ve ordu içindeki ilerici, devrimci bürokratlar ve subaylardan kimisi tutuklanırken, kimisi de emekliye sevk edildi. Tutuklanan devrimci, ilerici subaylardan bir kısmı sivil devrimcilerle birlikte çok ağır baskı ve zulme uğradılar. Erim hükümeti başta üç büyük şehir (İstanbul, Ankara, İzmir) olmak üzere 11 ilde sıkıyönetim ilan etti.

Bu dönemde TİP ve DİSK kapatıldı. 1960 Anayasa'sından sonra kurulan memur sendikaları kapatılıp yasaklandı. 1960 Anayasa'sının sosyal, ekonomik ve siyasal haklarını daraltan birçok madde yasalara eklendi. Bu dönemde darbecilere karşı devrimci tutum izleyenlere karşı saldırılar da devam etti. 31 Mayıs 1971'de Sinan Cemgil ve iki arkadaşı Nurhak’ta, 30 Mart 1972'de Mahir Çayan ve 10 arkadaşı Kızıldere'de katledildi.

6 Mayıs 1972'de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan Ankara' da idam edildi. 12 Mart‘ın hukuksuzluk dönemi, yoğun bir şekilde sürdürülen mücadeleler sonucu kısa sürmek zorunda kaldı. Fakat 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980'e kadar giden darbe yolunun kilometre taşlarını döşedi. 1980 Darbesi, 12 Mart darbecilerinin eksik bıraktıklarını acımasız bir şekilde tamamladı.

Nihat Erim yerini 22 Mayıs 1972'de Ferit Melen Hükümeti'ne bıraktı. Melen Hükümeti de bir süre sonra görevi bıraktı. 15 Nisan 1973-26 Ocak 1974 tarihlerinde görev yapan Mehmet Naim Talu hükümeti ülkeyi seçime götürdü. 6 Nisan 1973'te AP ve CHP'nin ortak adayı olarak kontenjan senatörü emekli amiral Fahri Korutürk seçildi. 1973 Genel Seçimlerinden birinci çıkan CHP ve Milli Nizam Partisi'nin devamı olan Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon hükümeti kurdu.

1974 yılında Ecevit Hükümeti'nin çıkardığı afla tutuklu yüzlerce devrimci, öğretmen, subay, işçi özgürlüğüne kavuşmasına rağmen acıları hiç bir zaman bitmedi. Halkının mutluluğu için ölümü göze alarak mücadele edenlerin aydınlık fikirleri yok edilemedi. Ülke genelinde eski ile yeninin, aydınlıkla karanlığın mücadelesi sürüyor. Siyasi ve demokratik bir kültürün hâlâ olgunlaşmadığı bu topraklarda, her türlü darbelere karşı durmak asli bir görevdir. 

*Eğitimci - Yazar