Selfie çağında otoportre

Akbank Sanat, Türkiye fotoğraf sanatında otoportreye odaklanan 'Beni Bul: Otoportreye Çağdaş Dokunuşlar' sergisiyle karşımızda. Merih Akoğul küratörlüğünde hazırlanan sergi Yıldız Moran, Şahin Kaygun gibi fotoğraf sanatının ustalarından genç sanatçılara ve mobil fotoğraf araçlarıyla çalışmalarını sürdüren kolektiflere kadar birçok sanatçıyı ağırlıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 'Otoportre biçimin yanında ruhun da bir yansımasıdır,' diyor Merih Akoğul ve "Mücadelenin bir başka biçimi" diye ekliyor. Akbank Sanat'taki "Beni Bul" sergisinde küratör Akoğul 1955 yılından günümüze kadar Türkiye fotoğraf sanatındaki otoportre geleneğine bakıyor. Usta isimlerden genç sanatçılara kadar birçok fotoğrafçının yer aldığı "Beni Bul" sergisi vesilesiyle Merih Akoğul'la konuştuk ve selfie çağında otoportre çekmenin anlamına baktık.

Murat Akoğul Merih Akoğul.

Katalog yazınıza kişisel bir girişle başlıyorsunuz. Hüseyin Avni Lifij'in otoportre resmini görmenizle hayatınızın değişmesini anlatıyorsunuz. Bu serginin de sizin bir otoportreniz olduğunu söyleyebilir miyiz?

Olmaz mı, 1’den 24’e kadar noktaları birleştirin kaplanı göreceksiniz... Evet, tıpkı eski bir bulmacayı çözer gibi içindeyim gerçekleştirdiğim sergimin. Sanat zaten böyle bir şey değil mi? Neredeyse sevdiğimiz her şey, içinde kendimizi gördüğümüz işlerden oluşmuyor mu?

Keyifle baktığım her şey aslında yapmak istediklerimdir. Bütün ömrünü müzik dinleyerek geçirmiş ve bunu bir mesleğe dönüştürmüş bir DJ gibi hissediyorum kendimi. Sevdiğim müzikleri zaman içinde biriktiren, sonra günü geldiğinde partilerde insanları mutlu etmek ve arındırmak için çalan bir toplayıcı ve sıralayıcı. Uyum çok önemli. Parti bittiğinde geriye bir duygu kalır. O duygunun yapıcı, düşündüren ve pozitif olması gerekiyor.

İzleyici kendini iyi hissederse, sanatçılar ve küratör de iyi hisseder. Evet, bu benim portrem ve bağımsız bir biçimde izlediğimde kendimin de sevebileceği bir sergi yapmaya çalıştım. Zaten otoportre çekmek insanın kendisiyle oynadığı bir oyun, bir yabancılaştırma etkisi ve kendine bir aksi seda olma hali. 'Beni Bul' ya da 'Bu Benim'.

Daha temel bir meseleden devam edelim. Bir sanatçı ne zaman otoportresini yapar? Bir fotoğrafçı ne zaman kendi fotoğrafını çeker?

Herhalde dünyadan umudu kestiğinde, bir şeylere kızdığında, yaşamın kendisine büyük geldiğini hissettiğinde, anlatacak bir şeyleri olduğunda ya da kendi dünyasının gölgede kalmış yanını insanlıkla paylaşıp kendi gibi olanları bulmak için otoportresine yaslanır. Otoportre biçimin yanında ruhun da bir yansımasıdır. Ama ben kendi adıma insanın kendi ile uğraşmasının bir neşe veya fazla gelen bir mutluluk hali olduğuna inanmıyorum. Dile gelmeyen varoluşsal bir durumdur bu. Mücadelenin bir başka biçimi.

Dünyada yapılmış otoportrelere baktığımda, duvara yumruğunu vuran değil, çaresiz kaldığında bir takım konulara dikkat çekmek için kendine jilet atan insanlara benzetiyorum bu sanatçıları. Sanat aslında şiddeti sönümler ve sanatsal üretim bir nevi terapidir. Sanatçılar yapıtlarını dimdik tutabilmek için, çoğu kez hayatlarını yıkan insanlardır. Ama gerçek sanatçıda şiddet bulunmaz. Sanılanın aksine, otoportre çekmenin bir megalomani, bir kendini beğenmişlik olduğuna da katılmıyorum.

Otoportrelerde sanatçılar ifade etmek istediklerini kendi üzerlerinden geçirip görünür hale getirirler. Yapıtının içinde, sanatçısının kendini eritme durumudur otoportre. Bu sergide de fotoğrafların çoğu sessiz atılmış çığlıklar gibi. İzleyicinin elini tutup sergiyi gezdiriyor. Gerçek hikayelere biraz yakın olmak için fotoğrafların yanındaki metin desteğinden de yararlanmak gerekiyor.

Yıldız Moran. Yıldız Moran.

Sergideki fotoğraflar arasında 1955'te çekilmiş bir fotoğraf da var, 2017 tarihli işler de. 60 yıldan daha uzun bir zamana tekabül ediyor. Sizce bu sergi otoportre geleneğimiz hakkında neler söylüyor?

Ülkemiz fotoğrafının duayenlerinden ve akademik eğitim almış ilk kadın fotoğrafçı Yıldız Moran’ın fotoğrafı 1955 tarihli. Bu sergide geçtiğimiz aylar içinde üretilmiş fotoğraflar da var. Zaman geçiyor, dünya ve ülkemiz de farklı akslar üzerinde hareket ediyor. Sanat akımları, sanata bakışlar, anlayış ve kavrayışlar da değişiyor. Ama değişmeyen, binlerce yılın kalıtını bugüne kadar getiren benlik, var olmak, yaşama sevinci, hak ve adalet, vicdan gibi insani değerler. Bunları hiçbir şey değiştirmiyor.

Aslında sanat akımları da sanatçılardan kaynaklı ve birey odaklı. Yoksa hiçbir şey yeryüzüne akım olarak inmiyor. Belirli bir süreden sonra anlaşılıp, adlandırılıyor tıpkı Empresyonizm ya da Lale Devri gibi.

İşte bu nedenlerden dolayı, her türlü değişime rağmen duygular ve kanılar yeryüzünün genetik kodu gibi bütün zamanlarda aynı kalıyor. Sanatçılar, geçen zamanın ışığında son yüzyılın biricik olaylarına rağmen duruşlarını koruyorlar.

En azından fotoğrafın bulunuşundan ve fotoğrafçıların kendilerini objektifin önünde konumlandırmaya başladıklarından beri, bana göre biraz teknoloji dışında, değişen fazla bir şey olmamıştır. İnsanlar ve dolayısıyla sanatçılar, toplum içinde hâlâ kendilerini yalnız hissediyorlar, anlaşılmadıklarını düşünüyorlar ve evrenden hak ettiklerini alamadıklarını ısrarla söylüyorlar. İnsan ruhu ve gerçek yaşam arasındaki bu uçurum var oldukça daha çok sanat yapıtı üretilecek, daha çok otoportre çekilecek.

Ben geleneğin sanatçılar ve üretimler üzerine belirli bir süre geçtikten sonra yapıtların arasında yarattığı ve sözle ifade edilebilen bir ortak alan olarak bakıyorum. Sergiyi ziyaret eden izleyicilerin bu ortak alanın varlığı üzerine çok olumlu geri dönüşlerini aldım. Bu sergi, sanatçıların otoportre üzerinden kendi benliklerini nasıl kurcaladıklarının ve onu arayıp bulmalarının 2017 yılının Haziran ayına düşen bir belgesi oldu.

Yıldız Moran, Şahin Kaygun, Balkan Naci İslimyeli gibi ustaların yanında birçok genç sanatçıya ve H-Art Collective gibi mobil araçlarla üretim yapan bir gruba da yer vermişsiniz. Bu seçkiyi nasıl oluşturdunuz? 

Ben genelde sanatçıdan çıkışla değil, yapıt odaklı çalışmayı severim. Tanınmış sanatçıların yanına gençleri ya da farklı alan, akım ve ekollerde olanları bir araya getirmeyi heyecan verici buluyorum. Küratörün en önemli görevi, seçtiği konunun üzerinden tıpkı şeflikte olduğu gibi farklı, geleneği dışlamadan, eski tatlarla bağı koparmadan yenilikçi yemekler üretmektir. Ama burada önemli olan,yemeğin ağızda bıraktığı lezzet ve o restorana yeniden gelme isteği uyandırmasıdır. Sergilerde çok kuvvetli işler birbirini sıfırlarken, daha sıradan gibi görünen yapıtlar birbirlerini tamamlayarak büyütebilirler.

“Beni Bul” sergisinde de bu estetik ve teknik uyum için ciddi bir ön çalışma yaptım. Öncelikle nasıl bir bütünlük ve sonuç duygu istediğimi düşündüm. İlk adım olarak sanatçıların sergilerde ve kitaplarda gördüğüm işlerinden yola çıktım. Sergiye uyabilecek olanlarla temasa geçtim. Sergide yar alanlardan daha geniş bir sanatçı listesi oluşturdum. Akbank Sanat Galerisi’nin iki salonunun kaç işi hangi boyut ve sergileniş biçimiyle daha iyi yansıtabileceğinin planını yaptım. İkinci adımda seçtiğim sanatçıların daha önce üretmiş oldukları otoportrelerinden bir portfolyo göndermelerini rica ettim.

Benim hem kendi ürettiğim fotoğraflarda, hem de küratöryel çalışmalarda farklı bir bakışım vardır. Mesela, bazen arşivlerin kenarında kalmış sanatçısının bile farkına varmadığı işler, benim küratör olarak gerçekleştirdiğim sergilerde altın değerindedir. Üçüncü gruba da teklifte bulunduktan sonra bir nevi sipariş verdim. Yapıtların birbirlerine uyması ve de pişti olmamaları için üretim süreçlerini takip ettim.Ve işlerin üretim aşamalarına ve doğumuna tanık oldum; sonuçta harika işler çıktı. Deniz Açıksöz, Burcu Aksoy, H-art Collective, Hüseyin Işık, Yonca Karakaş bu şekilde çalıştığımız sanatçılar oldu.

Şahin Kaygun. Şahin Kaygun.

Herkesin kolaylıkla fotoğraf çekebildiği şu çağda fotoğrafçıların işi daha da zorlaşıyor mu? Genç fotoğraf sanatçılarının çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, işler biraz zorlaştı ama ne zaman iyi olan bir şey kolay oldu ki. Gerçek sanatçı tıpkı bir kayakçı gibi slalom yaparak hem direklere biraz çarpıp, hem de onların aralarından geçerek sanatsal yolculuğunu tamamlamak zorunda. Başarı çok çalışarak ve geçilen her yerin hakkını vererek zor elde ediliyor.

Üstelik gelinen yerde kalmak da hiç kolay değil. İnanılmaz işler çıkaran gençler var. Ben, 35 yaşına kadar olan sanatçıları genç olarak algılıyorum. Çünkü sanat, bir noktaya gelmek için oldukça zaman istiyor. Bir sanatçı, bir iş adamı gibi erkenden ortaya çıkmaz.

Her gün yeni fotoğrafçılar, sanatçılar keşfediyorum. Bu, sergilerin dışında bazen bir arkadaş tavsiyesi ya da sosyal medya aracılığıyla oluyor.

Ben Instagram'dan oldukça fazla kişi tanıdım. Özellikle fotoğrafın dijital teknoloji aracılığıyla hızlanması daha fazla yeteneğin daha çabuk görülmesini sağladı. Ama bunun bedeli de bir sürü çöp işle yaşadığımız yorgunluk. Dediğim gibi her şey artıları ve eksileriyle birlikte var olur. Diyalektik, evrenin ana ilkesidir ve her şeyi dengede tutar, sanat her ne kadar metafizikle süt kardeş olsa da.

Sergi ziyaretçileri için #BeniBul etiketiyle bir selfie çağrısı da yapıyorsunuz. Selfie çağında otoportrenin nasıl bir anlamı var?

İnsanların selfie ile kendilerine güveni geldi ve sıradan olmalarına rağmen tıpkı film artistleri gibi kendilerini gösterebileceklerinin farkına vardılar. Aradan fotoğrafçıyı çıkarıp, ulaştıkları estetik noktanın verileriyle kendilerini gördükleri, hissettikleri ve göstermek istedikleri gibi sosyal medya üzerinden sunmaya başladılar ve sonuçlarını gelen beğeni sayısı, “like”larla test ettiler. Bugün, giyinip, süslenip sadece kendi pozlarını koyarak yüz binlerce takipçiye ulaşan insanlar, ağırlıklı olarak kadınlar var. Bakan, izleyen, takip eden izleyiciler oldukça bu kişiler de var olacak. Hatta aralarında reklamdan ciddi para kazananlar da bulunuyor.