Türkmenlik ve muhafazakarlık

Bizim hikâyemiz de diğer ulus-devlet kuruluşlarına benzer. Ama mühim de bir fark vardır. Onların bir anavatanı/anavatanımsı bir yerleri vardır. Onun dışına yayıldıkları yerleri kral denen birinin lüzumsuz maceraları olarak görürler. Türklerin ise anavatanı yoktur, Orta Asya diyen uzak fantezilerden bahsediyordur.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Aşina Antika Kafe'de Ömer Asım Aksoy'un torunlarıyla muhabbet bir başka. İçerideki antika objelerini ayrıca sevdiğim kafeyi işletmek, okuduğu alandaki işinden sıkılıp bırakınca, torunlardan Çiğdem’e düşmüş. Bilmediği bir işe ilişkin bir iki ay içinde gösterdiği performans hayranlık verici.

Çiğdem “Roma’yı Roma yapan kadınlar”dan Zuhal hanımın kızı, dört genç kızından biri. Bir anne olarak onları yalnız ya da yalnıza yakın okutup büyütmüş. Birini de evlendirmiş. Cansu bu sene Tarih bitirdi, son gördüğümde eşzamanlı Felsefe’den kalan derslerini de vermek üzere yaz okulu arıyordu. En küçük Güneş ODTÜ uluslararası ilişkilerde. İki haftalık bir yurtdışı programdan yeni döndü ve bize Gdansk’ı, Berlin’i, Prag’ı anlattı. Prag’ı hiç sevememiş çünkü taksitleri devam eden iphonunu orada çalmışlar, annesine mahcup. Pis Çekler. Canım Kafka.

Bir soran olursa sizleri böyle anlatacağım dedim Çiğdem’e, torun dediğin senin gibi olur. Büyükbabanızın haklarını korumak, bilimsel mirasını muhafaza etmek... Kültürel sermayeniz bu sizin, saygı duyuyorum.

“Muhafazakarları da anti-muhafazakarları da keskin buluyorum, neden konuşmayı beceremiyoruz ya” dedi.

Böyle makul bir soru sorarak bir fırsat verdiklerinde otobüsü, treni, uçağı kaçırabilirim ama fırsatı asla.

Osmanlı yönetimi sona gelirken son olmasın, hatta yeni yepyeni bir başlangıç olsun istiyordu -bittiğini anlayanlar başlangıç ararlar. Geç onu. Farklılıkların devamı siyasalın muhafazasından, muhafazanın ideolojik aygıtları da (modernist) Osmanlıcılık ve İslamcılık araçlarının akılcı kullanımından geçiyordu. Ama Türkçüler darbe yaptı ve idareyi onlar aldı eline. (Unutma ben tarih doktorası yaptım, yani bir doktrinim var ve sana anlattığım kendi doktrinimin izahı. Aynı soruyu başkasına da sormayı ihmal etme.) Türkçüler/İttihatçılar siyasalı bitirdi farklılıkları yok etti. İmparatorluk bitti. Türklerin kendi imparatorluklarının bitişine büyük katkıları tarihin önemli konularından biridir.

İmparatorluktan geriye İstanbul kalmıştı. Atatürk başkenti Ankara'ya taşıyarak o işi de halletti. Neticede o da Türkmen, Kocacık Türkmenlerinden.

Artık herkes Türk'tü, Osmanlı olmak yasaktı; farklı olma imtiyazı önce Türk olduğunu kabul edene tanındı. İmtiyazın devamını istiyorsa ona düşen Türklüğünü ispatlamaktı. Aksi takdirde ihsan eden onu elinden almasını bilirdi. Meşru güç kullanma tekeli ona aitti ya. Aksi ispat edilinceye herkes suçsuz/Türk değildi, suçsuz/Türk olduğuna karine getirmek zorundaydı. (Çiğdem bana ‘Bu adama da bir soru sormayagör sustur susturabilirsin’ gibi bakarken biri geliyor. Rahatladı. Çok ve boş konuşan gedikli müşterisine kahvesini verdikten sonra, ‘şurada kalmıştınız devam eder misiniz’ diyor. Etmez miyim.)

Bak Çiğdem, bizim hikâyemiz de diğer ulus-devlet kuruluşlarına benzer. Ama mühim de bir fark vardır. Onların bir anavatanı/anavatanımsı bir yerleri vardır. Onun dışına yayıldıkları yerleri kral denen birinin lüzumsuz maceraları olarak görürler. Türklerin ise anavatanı yoktur, Orta Asya diyen uzak fantezilerden bahsediyordur.

Bugün Türklerin “Osmanlı” dediği şeye yabancılar “Türk” derler. Bir bildikleri vardır da ondandır. Buna mukabil bir siyasal aidiyet olarak “Türk” değil Türkmen Beylikleri vardı Anadolu'da. Türkmenlerin hiç hoşlanmadıkları çok kültürlü Selçuklu yönetimi Moğollar tarafından yıkılınca ortaya çıkmışlardı. Osmanlılar da onlardan biriydi. Bulundukları yer uçtaydı, Anadolu'nun kuzey batı ucu. Uç kültürünü; şifahi kültürü, senkretik inançları, bildikleri tek dil Türkçeyi ve destanlarını, yerleştikleri ucun Roma imparatorluk kültürüyle buluşturdular. Türkmenlikten böyle çıktılar ve çıkamayanlardan, içeride, içe kapalı yaşayanlardan hoşlanmadılar. Bu yüzden alıp alıp Osmanlılaştırdılar. Olduğu kadar. Öyle anlaşılıyor ki Türkmenler yenilginin ezikliğini yüzyıllarca içinde taşımış. Sonuç: Osmanlı battı Türkmen çıktı.

Şimdi yaşadığımız ülkeye bakarsak Osmanlı’nın ya da Türk’ün, imparatorluğunu Türkmenlerden ele geçirdiği topraklarda kurduğunu görürüz. Ben Maraşlıyım, Maraş ve havalisini Dulkadiroğlu Türkmenlerinden fethettiler. Kayseri, Malatya, Antep... Urfa, Mardin, Diyarbakır... Konya, Karaman, Niğde... Sivas, Erzurum... Hepsini Türkmenlerin elinden zorla aldılar. Türkmenliğin siyasal adları Akkoyunlu, Safevi, Memluk, Karaman, Dulkadir... Memluklerin resmî devlet adı “ed-Devleti’t-Türkiye”, ‘Türkmenlerin Türkiye Devleti’, gerisini anla artık.

Siyasal Fransız olmaktan da, siyasal İngiliz ya da Alman olmaktan da zordur Türk olmak. Bir zamanlar Türk olunan, öyle adlandırılan şeyden kopmuşsunuz. O halde Osmanlı İmparatorluk “millet”i olarak Osmanlı’dan bugün bir ulus-devlet aidiyeti olarak Türk siyasal aidiyeti çıkacağına inanıyorsanız önce Roma imparatorluğundan Rum diye bir siyasal kimlik çıkabileceğine inanmanız gerekir.

Elde kalan bu. Kendine Türk demek ama muayyen bir zihniyet dünyasına mensubiyet olarak Türkmen/İttihatçı olmak. Kısaca, bahsedeceksek onların muhafazakarlığından, anti-muhafazakarlığından söz edebiliriz. İstanbul sistematik olarak yok edilirken milyonların sadece seyretmesini başka türlü nasıl açıklayabiliriz. (Tamam, daha birçok biçimde açıklanır, itirazım yok.)

BİR GARİP TÜRKMEN İSYANI: 15 TEMMUZ

Türkmenler yenilginin ezikliğini yüzyıllarca içlerinde taşıdı, dedim. Gülen'in, Gülenci darbecilerin Türkçülüğü/İttihatçılığı da bununla ilgilidir. İttihatçıların Osmanlı'yı yıkan sembolleri Kılıç, Kuran, Bayrak'tı; Cemaat'in matruş surat, müfrit sigara düşmanlığı ve fen. Bilimden hoşlanmıyorlardı. "Hayatta en hakiki mürşid ilimdir fendir" aforizmasının Fen’ine takıntılıydılar. Aralarından bilim adamı, sanatçı ve felsefeci çıkmamasının sebebi budur.

(Said Nursî Osmanlı'ydı, ondaki pozitivist fen tutkusunun bağlamı ayrıydı, iki fenomeni birbirine karıştırmamalı, ama çok da ayırmamalı, bugün olsa Kürtçü olurdu.) Cemaate ruhunu veren Türkmenlikle karışık pozitivist ittihatçılıktır, bu baskın özelliklerini fark edemediğimiz için darbeciliklerine şaşırmış bulunuyoruz. Tekrar edeyim. Amiyane analizimde bu fenomene elimdeki tarih ve mevcut iç dinamiklerle bakmaya çalışıyorum.

Cemaat ve sağın diğer versiyonları Osmanlı'yı sistemli olarak araçsallaştırdılar. Onları başkalarının ciddiye alabileceği ellerindeki tek değerli araç buydu çünkü. Aslında anlamıyorlardı, anlama zahmetine katlanmak için bir sebep bulamıyorlardı ve bu yüzden de gerçekten hiç merak etmiyorlardı. 50'lerin Osmanlı bakıyyesi aydınlarına, edebiyatçılarına ilgisizlikleri yahut onlara karşı önyargıları da bununla ilgiliydi. Osmanlı onların üç günlük beyliklerini ellerinden almıştı, o halde, bundan gayrı, ferman padişahın dağlar onlarındı. Dağdan inip darbe yaptılar.

Osmanlı dün Türkmen'in olmak isteyip olamadığında kıskandığı, kompleks duyduğu idi. Bugün de öyle. Osmanlı prenseslerini, prenslerini gördükçe onlarda uyanan olumsuz hissi İstanbul kültürüne teşmil etmek gerekir. Onlara, mahvedilmiş, hakları ellerinden alınmış, emvali gasp edilmiş insanlara bakar gibi değil bütün bunlara rağmen asaletini muhafaza edebilmiş olmalarını anlayamayan bir kızgınlıkla bakarlar.

Türkmen muhafazakarlığı kendinden başka kimseyi sevemeyerek ihtiyarlamaktır. Çok şükür yaşlandılar. Türkmenler de ihtiyarlar. Yaşlandıkça daha da İttihatçı olurlar. Kendilerinden başkasını beğenmezler. Ama bittiler üzülme.

imkânsızdır ihtiyarlamamız

bizim,

etin gevşemesine bir başka

tâbir gerek,

zira ki ihtiyarlamak;

kendinden başka hiç kimseyi

sevmemek demek.

Nazım Hikmet Ran