Zeynep Dadak: Belgesel sinema, sosyal reklam değildir

Yönetmen Zeynep Dadak'la belgesel sinemayı konuştuk. Dadak, "İnsanlar her gün telefonlarında fakirliği, savaş ya da katliamları en sansürsüz haliyle izliyor ve bunlara vah vah deyip geçiyor. O yüzden mesele ‘gerçeğin’ ne olduğunu göstermek değil, insanlara bunu değiştirebilecek ‘özneler’ olduklarını hatırlatmak" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Zeynep Dadak, günümüzün çalışkan sinemacılarından… Bir yandan "Ah Gözel İstanbul" isimli belgesel filmiyle festivallerde yarışırken, bir yandan da Gain’e "Terapist" isimli bir dizi çeken Dadak, “Kurmaca ve belgesel hiyerarşisine inanmadığım için, içeriğin çağırdığı biçim ve üretim modunu takip edip, bağımsız kalmaya çalışarak film yapmaya devam ediyorum” diyor.

Geçtiğimiz yıllarda "Bu Sahilde" ve "Mavi Dalga" (Merve Kayan’la birlikte) isimli kısa ve uzun iki film yapan Dadak, bu filmlerle ulusal ve uluslararası festivallerde yarıştı, ödüller aldı. “Aynı zamanda sinema çalışmaları alanında doktoram var; uzun yıllar dünyanın çeşitli ülkelerinde dersler verdim. Son dönemde daha çok kendi filmlerime odaklanmış durumdayım” diyen Dadak ile bir araya geldik ve belgesel sinema üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Zihinden çıkan her anlatı kaçınılmaz olarak zaten kurmacadır. Zaten, kurmacanın belgesel diline en yaklaştığı ‘gerçekçi sinema’ etrafındaki tartışmalar da bu açının derecesiyle ilgilidir. Mesele bir kısıtlılık değil bir etik meselesi. Kadraja almak suretiyle bile olsa gerçekliğe müdahale ettiğinizi kendinizden ve seyircinizden saklamaya çalışacak mısınız? Benim cevabım hayır. Bu soruyla ilişkinizi belirlediğiniz andan itibaren, belgeselin açtığı hayal imkânı sonsuz.

'BAZEN ÜVEY EVLAT OLMAK DA BİR ÖZGÜRLÜK YARATIYOR'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Bu ne yazık ki Türkiye’ye ait bir durum da değil yalnızca. Kaynak süreçlerinden, gösterime her aşamada, tek bir belgesel yapma biçimi varmış gibi davranılıyor. Biraz sanki sen de şurada kendi kendine oyna der gibi hatta. Ne yazık ki Türkiye’de de böyle. "Ah Gözel İstanbul"da hem yapım tasarımı hem de konuya yaklaşım anlamında bir çıtanın üzerine çıkmaya çalıştım. Eremya Çelebi Kömürciyan’ın metni aracılığıyla çıktığım bu yolda Türkiye’den herhangi bir kaynak bulamadım. Yurt dışında da deneysel film fonları ve sanat kurumları ilgilendi daha çok. Bazen üvey evlat olmanın ve kategorik olarak tam konumlanmamanın da bir özgürlük yarattığını itiraf etmem gerek. Ama maddi olarak oldukça zorlu bir yolculuktu.

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Benim için kurmaca ve belgesel arasındaki melezlik çok önemli. Sessiz dönemde çokça örneğini gördüğümüz şehir filmleri "Ah Gözel İstanbul" için özellikle ilham vericiydi. Daha genel bağlamda ise, Chris Marker’ın, Agnes Varda’nın, Joris Ivens’in belgesellerinden fazlasıyla ilham aldım. Öte yandan özellikle İtalya, Latin Amerika ve Kuzey Afrika sinemalarının içindeki gerçekçilik arayışları hep çok ilgimi çekti.

'MESAJ VERMEK İÇİN YAPILAN HİÇBİR İŞİN AMACINA ULAŞAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belgesel sinema, sosyal reklam değildir, olmamalıdır. Ama elbette belgeseller bir politik söz söyleme ve eylemlilik aracı da olabilir. Eğer iyi bir filmse, zaten mesajı ve aktivizm potansiyeli otomatik olarak görünür hale gelir. Meselesi üzerine estetik bir sorgulama yaşamayan ve mesaj vermek için yapılan hiçbir işin bırakın iyi bir belgesel olmayı, amacına da ulaşamayacağını düşünenlerdenim.

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muhakkak. Ülkemizde de son dönemde sinema alanındaki politik kutuplaşmalar ve kopuşmalar, "Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek" ve "Bakur" gibi belgesellerin etrafında yaşandı. Hele ki içinde olduğumuz ‘post-truth’ döneminde, gerçek/temsil meselesine dair soru sordurmak çok önemli; bir o kadar da tehlikeli. Ama bu da tartışmalı bir mesele. İnsanlar her gün telefonlarında fakirliği, savaş ya da katliamları en sansürsüz haliyle izliyor ve bunlara vah vah deyip geçiyor. O yüzden mesele ‘gerçeğin’ ne olduğunu göstermek değil, insanlara bunu değiştirebilecek ‘özneler’ olduklarını hatırlatmak. Son dönemde Türkiye’de ve dünyada belgesel sinemanın farklı modlarının bu gücü araştırmasını çok heyecan verici buluyorum. Örneğin "Act of Killing" bu açıdan bence çok önemli bir film.

'BU SENE TÜRKİYE'DEN ÜRETİLEN BELGESELLERDE ÇOK CİDDİ BİR ÇEŞİTLİLİK VAR'

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Bu sene özellikle Türkiye’den üretilen ve yayınlanan belgesellerde çok ciddi bir çeşitlilik var, bu dijital platformların da ilgisini çekti. Ama uzun vadede bu ne anlama gelecek bunu söylemek için erken bence.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Bir süredir Berlin-İstanbul arasında çalışıyor ve yaşıyorum. En son dijital platform Gain için "Terapist" isimli bir mini-dizi yönettim, bir yandan yeni filmim "Uyku Kampı"nın finansman süreci devam ediyor, öte yandan da "Ah Gözel İstanbul"un festival yolculuğu. Günlerim çalışarak geçiyor, zaten pek çoğumuzun başka da bir şansı yok. Çalışabildiğim için minnettar hissediyorum çoğunlukla.