Zengin ülkeler Covid’e karşı ne zaman harekete geçecek?

Hindistan'da yaşanan kriz, Batı’yı bir yanıt vermek zorunda bıraktı. Buna karşın, azimli bir küresel plan olmadan, diğer ülkeler de benzer bir kaderle karşı karşıya kalabilir.

Google Haberlere Abone ol

Nesrine Malik

Geçen yılın başlarında Covid-19 vakalarının sayısı Avrupa ve ABD’de beklenmedik bir şekilde artarken, küresel güneyde garip bir şeyler oluyor gibi görünüyordu. Güney Afrika’nın toplam ölü sayısı 100’den azdı ve aynı günlerde Britanya’da günde binden fazla can kaybı yaşanıyordu. Hindistan’ın bu zaman zarfında ölüm oranı o kadar düşüktü ki, bunun bir 'gizem' olduğu söyleniyordu. Afrika’nın kaderiyle ilgili daha kesin sonuçlar çıkarıldı; kimileri, küresel salgında erken ve kararlı adımlar attığı için Covid-19’un en kötü darbesinden kurtulduğunu düşünürken, diğerleri kıtanın sıcak iklimi, yaşlı nüfusundaki düşük oran ve 'iyi işleyen toplum sağlığı sistemleri' ile korunduğunu dile getirdi. Madagaskar devlet başkanının Covid-19’a karşı bir tedavi olduğunu iddia ettiği bir bitki olan ve evde yetiştirilen peygamber süpürgesi iyileştirici potansiyeli hakkında kısa bir heyecan dalgası bile yaşandı.

RÜZGÂR TERSİNE DÖNDÜ

Bu muhakemenin büyük kısmı teyide muhtaçtı. Bununla birlikte, 2020 yazının sonlarına yaklaşırken, iki açık eğilim ortaya çıkıyordu. Batı Avrupa’nın bazı bölgeleri şiddetli bir ilk Covid-19 dalgasına maruz kalırken, Afrika ve Güney Asya, ağır ilerleyen, kimi zaman yavaşlayan bir enfeksiyon oranı ve nispeten düşük bir ölüm oranı yaşıyordu. Şimdiyse bu eğilimler tersine dönüyor.

Aşılama programlarının kuzey yarıkürede hız kazanmasıyla birlikte, Batı ülkelerinde yaşanan salgın da nihayet yavaşlamaya başladı. Yoksul ülkelerdeyse bunun tam tersi görülüyor. Büyük kısmı, yakın gelecekte aşı teknolojisine ya da bağışlara ulaşımın mümkün olmayacağını düşünüyor. Sağlık tesisleri kaldırabileceğinden çok daha fazla yük taşıyor, kaynakları yetersiz ve toplanan veriler sınırlı; bu durumsa ölüm oranlarını gösteren istatistiklerin güvenilmez olduğu anlamına geliyor. Zengin ülkeler dışında kalan dünya nüfusunun büyük kısmı, genişleyen bir Covid kriziyle karşı karşıya. İşin gerçeği, pek çok ülke için salgının ne zaman biteceğini öngörmenin bir yolu yok. Uzaklarda görünen şey, toplumlar bu virüsle bir arada yaşamaya çalışır ve kaçınılmaz biçimde başarısızlığa uğrarken, sonu görünmeyen bir muammadan ibaret.

Küresel salgının başlangıcında Afrika ve Güney Asya’yı iyi bir konuma getiren her bir önleme karşılık, onu baltalayan başka bir önlem var. Ebola krizinin mirası olarak, Batı Afrika’nın bazı bölgelerinde gerçekten de güçlü toplum sağlığı sistemleri mevcut. Bu ağlar farkındalığı artırabilir ama Covid-19’u test etme becerisinden yoksunken, enfeksiyon oranlarıyla ilgili kesin bir fikre ulaşamazlar. Aynı mesele ölüm rakamları hususunda da geçerli. Kırsal bölgelerde pek çok insanın büyük hastanelere ulaşma şansı yok ve ölümlerin bir kısmı resmi olarak kaydedilmiyor. Bir Covid-19 teşhisinin yaratabileceği sosyal damgalanma korkusu, kimi insanların tanı konmadan ya da aile ve sosyal çevrelerini uyarmadan ölen akrabalarını alelacele defnetmesi anlamına geliyor.

GÜVENİLİR VERİLER OLMADAN MÜCAEDELE EDİLEMEZ

Düşük gelirli ülkelerde ailesi ve arkadaşları olan bizler, güvenilir veriler yerine resmi hesaplarla birbirini tutmayan anekdot niteliğindeki kanıtların üzerini örtüyoruz. İşittiklerimizin bir kaydını tutarak dalgaların büyüklüğünü ölçüyoruz; işaretleri tanımayı öğreniyoruz. Akrabalarımız bize süratle ilerleyen bir hastalık ya da örtbas edilmiş bir ölümden bahsettiğinde, hayatını kaybeden kişi, Covid-19 vakalarını içeren gayri resmi zihinsel listemize ekleniyor.

Başarılı bir şekilde virüsün üstesinden gelmek, sağlam sayılara ve bir veri tablosuna sahip olmayı gerektiriyor. Uluslararası Kurtarma Komitesi Acil Sağlık Direktörü Michelle Gayer’in geçtiğimiz günlerde Quartz adlı iş yaşamı dergisine verdiği demeçte belirttiği üzere, bilim insanları bu hastalığa karşı karanlıkta savaşıyorlar. Bir virüsün sessizce yayılmasına göz yumulduğunda ve bilim insanları gidişatı haritalandıracak verilere sahip olmadığında, ölüm oranlarında görülen travmatik bir artış vaka sayısını ortaya çıkarana dek gerçekte neler olup bittiğini söylemek güçtür. Hindistan’da şu an yaşanan gerçek bu ve kıyamet tellallığı yapmak istemesem de, yakında diğer ülkelerde de durum buna benzeyecek gibi görünüyor.

Nüfus bazında en büyük Afrika ülkelerinden birkaçı hakkında yapılacak küçük bir araştırma, durumun hâlâ ne kadar istikrarsız olduğunu gözler önüne serebilir. Güney Afrika ve Etiyopya, İngiltere’nin kırmızı listesinde kalmaya devam ediyor ve hükümetleri aşı programlarını hazırlarken farklı karantina aşamalarından geçiyorlar. Kenya, yeni bir karantinada kurtuldu ama sert bir sokağa çıkma yasağı devam ediyor ve kırmızı listede kalmayı sürdürüyor. Mısır öğrenim dönemini kısalttı ve üçüncü dalganın zirve noktasına doğru ilerliyor gibi görünüyor. Bu ülkeler için var olan temel mücadele stratejileri, sistematik biçimde karantinaya girme ve tekrar gevşeme döngülerinden ibaret. Bunlar hükümetlere zaman kazandırıyor ve sınırlı sağlık hizmetleri üzerindeki baskıyı azaltıyor; ne var ki bu süreçte ekonomiyi tahrip ediyorlar. Devlet desteğinin kısıtlı olduğu daha yoksul ülkelerde, karantinalar bizzat virüs kadar ölümcül olabilirler; zira insanların geçimini sağlama kabiliyetini yok ederler.

KÜRESEL BİR MÜCADELEYE İHTİYAÇ VAR

Netice, yalnızca ara sıra alevlenmeler veya sınırlı güçlükler değil, bir virüs tarafından tuzağa düşürülen ve virüsle yaşamaya mahkûm edilen bütün bir toplum. En iyi durum senaryosu, hayatlar ve geçim kaynakları ekonomik kısıtlamalar yüzünden yok olmaktayken, hükümetlerin karantinalar aracılığıyla yüksek miktardaki vakayı denetim altına alabilmesi. En kötü senaryo ise, Hindistan’da gördüğümüz türden bir patlamadır. Kimi gözlemciler, virüsün 2021’de 2020’de olduğundan daha fazla insanın canını alacağını öngörüyorlar.

Ve bu öngörü, bizi neyin yapılabileceği ve yapılması gerektiği meselesine getiriyor. Küresel salgının daha yoksul ülkelerde Batı ülkelerinde tanık olunan ölümcül etkiye sahip olmaması, bir anda cehenneme dönüşebilecek yavaş ve ölümcül yangınların var olmadığı anlamına gelmiyor. Hem yurt içinde hem de yurt dışında Covid-19’a verdiğimiz yanıtlarda sabit bir gecikme var. Batılı hükümetlerin ilk dalgadan öğrendiği üzere, ağır ölü sayısı karşımıza çıktığında, artık çok geç kalmışız demektir. Dünya, Hindistan’daki toplu yakılmaları yansıtan görüntüleri gördüğünde, ülke çoktan bir krize girmişti. Bu görüntüler Joe Biden’ın tavrını değiştirmesine ve 'tam teşekküllü bir dizi yardım' göndermeye söz vermesine neden oldu. Bahse girerim ki, dünya başka ülkelerde yaşanan benzer görüntülere maruz kalsaydı, Batı’nın aşı ayrımcılığını sürdürmesi savunulamaz hale gelirdi.

Bununla birlikte, bu tür görüntülerin harekete geçilmesini teşvik etmesini beklemek zorunda kalmamalıydık. Asıl gereken, aşı bağışlarından çok daha iddialı bir şey. Dünyanın küresel bir lojistik uygulamaya, finansal destek, uzman insan gücü ve tıbbi teknoloji sağlayacak bir tür Marshall Planı’na gereksinimi var. ABD’de Demokrat senatörler, ilericiler, STK’ler ve 175 eski dünya lideri ile Nobel ödüllü insanların kurduğu bir güç birliği, aşılarla ilgili fikri mülkiyet korumasından feragat etmesi amacıyla Biden’a baskı uygulamak için bir araya geldi. Virüs Batı’da etkisini yitirirken, güney yarıküreyi neredeyse kaçınılmaz kaderinden kurtarmaları için liderlere bu tür bir baskı uygulamanın tam zamanı. Yoksul ülkelerdeki gerçek ölüm ve enfeksiyon sayıları netleştiğinde, birçok insan için artık çok geç olacak.


Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)