Zafer Toprak: Bir 'Demokrat Kemalist'in ardından

Toplumsal tarihte kendi alanındaki ilk yazıları ve araştırmaları o yayınlamıştır. Bu yanıyla da birçok kitap, tez ve makaleye de öncülük ettiği gibi yenilerine ilham kaynağı oldu.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Ö Alkan*

Kendisi Atatürkçü olup da Atatürk dönemine eleştirel bakabilen nadir akademisyenlerin başında Zafer Toprak geliyor. Kendisi için hazırladığımız armağana yazdığım önsözde "Cumhuriyet’e ve Atatürk’e olan saygı ve bağlılığıyla kendisine Demokrat Kemalist demek yanlış olmaz sanırım." diye yazmıştım. Okuduğunda, böylesi bir ifadeyi ilk kez duyduğunu ve bu tanımlamadan çok mutlu olduğunu söylemişti. Son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet'in kuruluş dönemine farklı bakıyor ve ele alıyorduk. Ancak farklı baktığımız konuları tartışmaktan da her zaman büyük bir zevk aldık.

Cumhuriyet tarihini 19 Mayıs 1919 veya 23 Nisan 1920 ile değil, 23 Temmuz 1908 ile başlatırdı. Türkiye tarihinin kırılma noktası olarak 1908'i ele alarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Cumhuriyet Halk Partisi sürekliliğini vurgulayarak, 1908'de açılan dönemin 1950'ye kadar devam ettiğini vurgulardı. Osmanlı Cumhuriyet sürekliliğini ve kesintilerini özenle belirtirdi. Son dönemde bir entelektüel olarak Atatürk'ü, Kurucu Felsefenin Evrimi başlığıyla incelerken Cumhuriyet'in de kadın özgürlüğü, laiklik, uluslaşma, devrimcilik... gibi kurucu değerleri üzerine çalışıyordu.

Zafer Toprak, Mete Tunçay, Mehmet Ö. Alkan’la birlikte...
[Tarih Vakfı 11. Genel Kurulu, 17 Mayıs 2015. Fotoğraf: İlhami Mısırlıoğlu]

Benim hayatımda hocalığı, dostluğu ve yol göstericiliğiyle özel bir yeri oldu. 1981 yılında yayınlandığı gibi bir "opus magnum" olmuş ve günümüze kadar aşılamamış olan Milli İktisat adlı eserini okuyarak kendisi ile uzaktan tanışmış oldum. Yüz yüze tanışmamız 1988 yılında Sahaflar Çarşısı'ndaki Arslan Kaynardağ'ın Elif Kitabevi’nde oldu. O sırada ilk makalem Mete Tunçay hocamızın yönetimindeki Tarih ve Toplum dergisinde yeni yayınlanmıştı. Bir Osmanlı materyalisti olan Baha Tevfik üzerine yazdığım makalemi okuduğunu ve beğendiğini söyleyerek tebrik etti. Çiçeği burnunda bir akademisyen olarak çok heyecanlanmıştım. Sohbet o sırada benim üzerine çalışmakta olduğum Baha Tevfik'in 1913 yılında yayınladığı Felsefe Dergisi'ne geldi. Kütüphanelerden fotokopi almak zorluğu nedeniyle çalışmamın uzadığından yakınınca, bende bir takım fazla var, haftaya Boğaziçi'ne gel sana armağan ederim, dedi. Benim yayınlanan ikinci çalışmam bana armağan ettiği bu dergi üzerine yazdığım ve kendisine teşekkürümü ifade ettiğim Türkiye'nin bu ilk felsefe dergisi üzerine oldu. Zafer Hoca ile dostluğumuz, Tarık Zafer Tunaya Hocamızın evinde her çarşamba toplandığımız için "Çarşamba Toplantıları" olarak adlandırılan ve eşi Melahat Tunaya'nın misafirperverliğindeki toplantılarda devam etti.

Mehmet Ö. Alkan, Zafer Toprak

O sırada İstanbul Siyasal'da açılan araştırma görevliliği sınavını kazanarak asistan olmuştum. Tarih Vakfı'nın (o zamanki adı Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı) kuruluş sürecini üstlenmiş yedi isimden biriydi. Vakfın kuruluş aşamasında bir gün Beyazıt’a bir tez savunması için geldiğinde benim Siyasal'daki odama uğrayarak sürpriz yaptı. Bana, şimdi başkanı olduğum, Tarih Vakfı'nın kuruculuğunu teklif etti. Sanırım akademik hayatımın en değerli önerisi ve armağanıydı. Sevinç, onur ve heyecanla kabul edeceğimi ifade ettim. Ayrıca vakfın kuruluşunda yer alan bir avuç genç akademisyeni Vakfın ilk yeri olan -eski ismi Bağ Odaları sonraki ismi- Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya Sokak’taki dairede toplayarak ne yapılabileceği konusunda arayış toplantıları yapmıştı. Her zaman genç araştırmacı, akademisyen ve öğrencileri araştırmaya teşvik ettiğine tanık oldum. Engelleyici, aşağılayıcı veya set çekici değil, her zaman teşvik edici, kolaylaştırıcı ve yol gösterici olmuştur. Belki de bu tutumundan aldığım cesaretle doktora tezimi yazarken yolumu kaybettiğim bir noktada kendisini arayıp yardım rica ettim. Beni Boğaziçi’ne çağırdı, odasında buluştuk. Önce yazdıklarım ve yapmak istediğim üzerine uzun uzun konuştuk. Nihayet 1996 yılı Ekim ayında tamamlayıp savunduğum doktora tezimde kendisine şöyle teşekkür etmiştim:

“Sayın Prof. Dr. Zafer TOPRAK, siyaset ve tarihin kesiştiği bilim denizinde, yüzlerce sayfa tutan tez bölümlerinin karanlığında kaybolduğum bir anda, beni karaya ulaştıracak feneri yakmıştır. Ancak böylesi sıkışmaları yaşayan insanların anlayabileceği paha biçilmez bu aydınlık için teşekkür ediyorum.”

Hepimizin öncüsü Tarık Zafer Tunaya Hoca’nın en sevdiği ve gurur duyduğu “alaylı” öğrencilerindendi. Zafer Toprak Hoca’nın 1982 yılında yayınlandığı andan itibaren bir klasik haline gelen, adeta “opus magnum” denebilecek Türkiye’de Milli İktisat (1908-1918) adlı eseri hâlâ aşılabilmiş değildir. Tarık Zafer Tunaya Hocamızın açtığı yoldan Meşrutiyet ile Cumhuriyet’in siyasal süreklilik ve kopuş tartışmalarına iktisadi açıdan süreklilik ve kopuşlar konusunda bir ilk eser ortaya koyduğu gibi yeni bir boyut da kazandırdı.

Türkiye’de Milli İktisat hem teorik olarak hem de araştırma yöntemiyle, süreklilik ve kopuş çizgilerinin belirginleşmesi açısından önemli bir çalışmadır. Mikro tarih ve makro tarih tartışmaları bir yana, tarihçilik, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren daha net görüldüğü üzere, kendi başına bir uzmanlık alanı olarak geçmişi anlamak eylemi olmakla birlikte, günümüz siyasal ve toplumsal tartışmalarını yerli yerine oturtmak, bu tartışmalardaki pozisyonlarımızı anlamak için de başvurulan bir uğraş ve yöntem haline geldi. Zafer Toprak Hoca’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nda işçi sınıfından; Cumhuriyet’in ilk dönemine antropoloji ve ırkçılık tartışmalarına, buradan son dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’e popülizm gibi geniş bir alana yayılan çalışmalarının bir özelliği, İmparatorluk mirasından Cumhuriyet’e süreklilik ve kırılmaları, devamlılık ve kopuşları göz önüne alan yaklaşımıyla bir bilim insanının kendi alanı içinden toplumsal tartışmaya ne kadar değerli müdahalelerde bulunabileceğinin önemli birer örneği olmasıdır. Zafer Toprak Hoca’nın çalışmalarına bu gözle baktığımızda çarpıcı olan nokta çağdaşlaşma deneyimine ve aydınlanma geleneğine olan inancıdır. Zafer Toprak Hoca’nın çalışmaları, sosyal bilimler alanında içeriği müphem bir dizi ikiliğe karşı makro-mikro ölçek; disipliner-interdisipliner çalışma biçimi, senkronik-diakronik gibi bütüncül bir analizi, uygulamalı olarak savunması açısından da önem taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda modern kapitalist finansal kurumların oluşumu, ticarileşme ve para politikası alanlarındaki katkıları; özellikle de İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde burjuva ideolojisinin oluşumunu tartıştığı Milli İktisat-Milli Burjuvazi ve İttihat Terakki ve Devletçilik çalışmaları ile buralarda tespit ettiği ideolojinin savaş koşullarında uygulanmasını takip ettiği İttihat Terakki ve Cihan Harbi başlıklı çalışması ile beraber düşünüldüğünde, bu alanda çalışanlara Cumhuriyet döneminde izlenen kapitalist -devletçi- kalkınma projesinin kökenlerini göstermekle kalmadı. Aynı zamanda, Cumhuriyet deneyimine varan kurumsal ve toplumsal dönüşümleri, yukarıda işaret ettiğim temel sorunsal çerçevesinde, Tanzimat Dönemi’nden bu yana gelen kurumsal miras içinde anlamak için önemli veriler sundu. Nitekim İkinci Meşrutiyet ya da erken Cumhuriyet dönemlerinde siyasal iktisat, toplumsal tarih ya da iktisat tarihi alanlarında çalışan hiçbir sosyal bilimcinin, günümüzde Milli İktisat tartışmasını dikkate almadan çalışmasını yürütmesi beklenemez. Zafer Toprak Hoca, yine Tarık Zafer Hocamızın siyasal bir laboratuvar olarak nitelediği II. Meşrutiyet’i iktisadi ve toplumsal bir laboratuvar gibi kullandı. Son dönem Osmanlı Meşrutiyeti ve Cumhuriyet’in ilk yılları bir toplumsal tarih laboratuvarı gibi birçok çalışmasına konu oldu. Zafer Hoca’nın çok geniş bir ilgi alanı vardı. İktisat tarihi başta olmak üzere, toplumsal ve siyasal tarih alanlarında çok değerli makale ve kitaplar yazdı. Toplumsal tarih çalışmaları konusunda yeni bir boyut getirdi. Öncülük etti. Yayınladığı makalelere bakıldığında, özellikle toplumsal tarihte kendi alanındaki ilk yazıları ve araştırmaları o yayınlamıştır. Bu yanıyla da birçok kitap, tez ve makaleye de öncülük ettiği gibi yenilerine ilham kaynağı oldu. Son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet’in ilk dönemleri için Zafer Toprak Hoca’nın en azından birkaç makalesine atıf yapmadan yazı yazmak neredeyse imkansızdır. 

Yalnızca üniversite sınıflarında anlattığı dersler, koridorlarda öğrencilerle kurduğu ilişkilerle mektepli öğrencilerine değil, üniversite dışı sempozyum, konferans ve konuşmalarıyla ufuk açıcı olmuş, alaylı öğrencilerine de yol gösterici olmuştur. Bilenler bilir, kitap ağırlıklı olmak üzere çok geniş bir koleksiyonu vardır. Derslerinde, konuşmalarında ve sunumlarında gravürden, fotoğrafa, kitaplardan belgelere kadar hepsinden yararlanarak ufuk açıcı bir perspektif sunmuştur. Tarih Vakfı'nın kuruluşuna öncülük edenlerden biri olduğu gibi, halen Türkiye’nin en uzun süreli tarih dergisi olan Toplumsal Tarih dergimizin de sürekliliğinde çok önemli bir payı oldu. Önemli özelliklerinden biri güncel sosyal bilim literatürünü yakından takip etmesi ve çalışmalarında kullanmasıydı. Zafer Toprak Hoca’nın bibliyografyası incelendiğinde 40’a yakın kitap ve 400’e yakın makalesiyle tarih biliminin en velut yazarlarından biri olduğu görülür. Dostluğu, hocalığı, yoldaşlığı ve anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

"Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Değişim ve Süreklilik, Zafer Toprak Armağanı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 592 syf., 2022

Yukarıdaki yazıyı Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan çıkan "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Değişim ve Süreklilik, Zafer Toprak Armağanı" kitabına yazdığım önsözden yararlanarak derledim. Aşağıda ise kendisiyle 2022 yılında yaptığım geniş söyleşiden özetlediğim bir bölümü okuyabilirsiniz: 

"Doğum yerim Zonguldak… Memur çocuğu oluşum nedeniyle aile Zonguldak’tayken, 1946 yılında doğmuşum. Kardeşim Işık Toprak 1939 doğumlu. Savaş nedeniyle ikinci çocuğu geciktirmişler. Zonguldak’tan tek hatırladığım apartman dairemizin penceresinin yazlık sinemasına açılıyor olması… Yaz aylarında maaile pencereye üşüşülürdü. Dört yaşındayken babam Antep’e tayin olmuş. Daha doğrusu sürülmüş…

Üç yıl sürgünden sonra İstanbul’a, Heybeliada Ortaokulu’na tayinleri çıkmış bizimkilerin. Heybeliada İlkokulu’nda dört yıl okudum. Adada mutlu bir çocukluk yaşadım. Bütün ada oyun bahçem sayılırdı. Yazın denizden çıkmazdık. Kışın kar yağar, yokuşta kızak kayardık. Her türlü oyuncağımızı kendimiz yapardık. İlaç tüplerinden buharlı tekne bile yapmıştım. Heybeliada dört adanın en fakiriydi. Müslüman ağırlıklıydı. Ada çocukları için en prestijli gelecek Deniz Lisesi’ne gidip subay olmaktı. Böylece aileler küçük yaşta bir yükten kurtulmuş da oluyorlardı. Ama bizimkiler eğitimci… Farklı beklentileri var ne de olsa… Asker olmamı uygun görmemişler. İyi bir eğitim verme kaygısıyla yabancı okulların sınavlarına sokmuşlar. Kadıköy’de Saint-Joseph Erkek Lisesi’ni kazanmışım. Okulda aşırı disiplin uygulanıyor, pek fazla tatlı anım yok sayılır. Gece gündüz çalışmak gerekiyordu. Ama geriye baktıkça okulun yaşamımda çok etkisi olduğunu fark ediyorum.

1965 yılında, sekiz yıllık eğitim tamamlanınca, bütün fen sınıfı öğrencileri Teknik Üniversite’ye giderken, ben üniversite giriş sınavlarında tek bir yeri yazmıştım. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi…  Nitekim SBF’ye birincilikle girdim.

Siyasi Şube’de, yani Diplomasi ve Dış Münasebetler Şubesi’nde okudum. Sonra adı Uluslararası İlişkiler Bölümü oldu. İlk yıl Saint-Joseph yorgunluğu olsa gerek, pek derslere kaptıramadım kendimi. Tiyatroyla uğraştım. Okulda “üss-i mizan” denen bir uygulama vardı. 10 üzerinden 7’yi tutturman gerekiyordu. Haziran’da tutturamadım ve on dersten ikmale kaldım. Tabii aklım başıma geldi. Yazın oturdum çalıştım ve güz sınavlarında hepsinden geçtim. Sonraki yıllar iyi bir öğrenci oldum. Üstün Başarı belgesiyle bitirdim okulu. Diplomat olmayı düşünmedim, akademik kariyerde karar kıldım.

Okulda en büyük sorunumuz Türkiye’nin az gelişmişliğiydi. Bu bağlamda güçlü bir tarih birikimimiz oldu. Tabii Mülkiye’de en büyük kazançlarımdan biri ders kitaplarının ötesinde sürekli okuyorduk. O tarihler Türkiye’de sosyal bilimlerde telif, çeviri bir yayın patlaması olmuştu. Keza envai çeşit dergi çıkıyordu. Ben de azgelişmişlik üzerine çalışmayı kafama koydum. Az gelişmişliği en iyi iktisat tarihiyle anlayabileceğime kani idim. İktisat tarihinde en yetkin ülke İngiltere idi. Bitirir bitirmez Londra’nın yolunu tuttum.

Londra Üniversitesi’nde London School of Economics (LSE) ve School of Oriental and African Studies (SOAS)’ta ortak bir programa yazıldım. Kafama koyduğum azgelişmişlik sorunu üzerine tez yazacaktım. Yüksek lisans hocalarım ne yapmak istediğimi sorunca 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması üzerine çalışacağımı söyledim. Anlı şanlı hocalarım bu tür bir ticaret antlaşmasını ilk kez benden duyuyorlardı. Nereden edindin bu sözleşme üzerine bilgileri diye sordular. Yanımda Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni başlıklı kitabını götürmüştüm. Masanın üzerine koydum. Hocalar gülümsediler… Yaz bakalım dediler. Tezi bitirdim. Ama şok üzerine şok… O sırada 12 Mart oldu. Artık Türkiye’de de o sırada Yunanistan’dakine benzer bir cunta dönemi başlamıştı. Türkiye’ye dönüş söz konusu olamazdı. Ben o sırada Münih’te yaşayan bir Amerikalı ile evlendim. Nasıl olsa Türkiye’ye dönüş hayal olmuştu. Doktorayı bıraktım. Oxford Street’te bir dil okulunda hocalık yapmaya başladım. 1973 seçimleri hepimiz için bir sürpriz oldu.1974’te Ecevit-Erbakan hükümeti kuruldu. Türkiye’ye dönüş yolu açılmıştı. Döndüm ve o sırada kısa dönem yedek subaylık fırsatı doğdu. Dört aylık bir askerlik… Siyasal’la ilişkimi kesmemiştim. Gündüz Ökçün, Sina Akşin hocalar SBF’ye gelmemi istiyorlardı. Ama bir türlü SBF’ye kadro verilmiyordu. Neredeyse iki sene bekledim. Oya Köymen’i tanıyordum. Boğaziçi’nde ekonomi bölümündeydi. O Boğaziçi’nde Beşerî Bilimler’den Engin D. Akarlı’ya benden söz etmiş. Engin vesile oldu. Boğaziçi’nden teklif geldi. Daha İktisat Fakültesi’nde doktoraya yeni başlamıştım. Beni Beşeri Bilimler Bölümü’nde, “Humanities”, yani uygarlıklar tarihi dersini vermek üzere “lecturer” olarak aldılar. Sözleşmeyi imzaladım. Bir hafta sonra Ankara’dan, Sina Akşin’den haber geldi.  Ama artık çok geçti. İstanbul’da kalmaya karar verdim. Tabii Boğaziçi’nde Beşerî Bilimler Bölümü’nde çok rahat ettim. Çok güzel dersler verdim. Bir süre sonra da Beşerî Bilimler Bölümü ayrıştı. Engin Akarlı, Metin Kunt ve Günhan Danışman’la tarih bölümünü kurduk.

Tezim bir anlamda 1980’lerde revaç bulan iki iktisat teriminin, “küreselleşme” [ globalization] ve “düzenleme” (regulation) sözcüklerinin dört beş yıl öncesinden Türkiye bağlamında el yordamıyla araştırma alanına sokulma çabasıydı. Tez konusunu seçerken kafamdaki sorunsal belirleyici oldu. 1970’li yıllarda moda konu merkez-çevre ilişkisiydi. ABD’deki bütün akranlarım, Şevket [Pamuk], Çağlar [Keyder], Huri [Huricihan İslamoğlu]… bu konuda tez yazıyorlardı. Osmanlı Türkiyesi bağımlılık bağlamında ele alınıyordu. Benim kafamda ise Türkiye’nin II. Meşrutiyet yıllarında başlayan ve Cumhuriyet’le güçlenen bağımsızlık sorunsalı vardı. O nedenle İttihad ve Terakki’nin Milli İktisat Politikası üzerine çalışmaya karar verdim. İdris Hoca’ya Londra’da, Paris’te epey yardımım dokunmuştu. O nedenle beni serbest bıraktı. Yaptıklarıma pek karışmadı. 800 sayfalık tezi yazıp önüne koyduğumda onun için büyük bir sürpriz oldu. Tek satırını bile okumamıştı. Tez görüşlerine ters düşse de hocanın kritik bir mantığı vardı. Tezi okudu ve beğendi. Dört yılda tezi tamamladım ve doktoramı aldım.

İlk yazım 1976 yılında Birikim dergisinde çıktı. O sırada moda konu ATÜT, Feodalizm, Üretim Tarzı, Toplumsal Kuruluş vs. gibi Marksist, tarihsel maddeci konulardı. Asaf Savaş Akat’ın bir yazısı üzerine eleştiri kaleme almıştım. İlk seri Birikim’in galiba 15.sayısıydı. Ama yazı hayatım asıl 1977 yılında başladı. 1975’te [Türki-ye] İşçi Partisi yeniden kurulmuştu. Behice Boran başındaydı. Orhan Silier onun akademik işlerle ilgilenen sağ koluydu. Parti akademik bir dergi çıkarma kararı almıştı. Bir de yayın evi kurmuştu. Bilim Yayınevi… Yurt ve Dünya 1977’de çıkmaya başladı. Orhan dergiye yarı popüler, yarı akademik tarihsel makaleler yazmamı önerdi. Derginin ilk sayılarında makalelerim çıktı. Müstear isim kullanıyordum. Ne de olsa üniversiteye girecektim. Derginin ikinci sayısında Hakkı Onur müstear adla 1908 İşçi Hareketleri ve Jön Türkler makalem çıktı. Üçüncü sayısında, Mayıs 1977’de ise Ahmet Seren adı altında Türkiye’de Bir Mayıslar makalem yayınlandı. Her ikisi de kaynağa dayanan özgün yazılardı. Daha sonra birçok yazı kaynak olarak bu iki makaleyi kullandı."

*Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı ve Tarih Vakfı Başkanı