'Yüksek lisede' üniversite eğitimi: Psikologsuz psikoloji bölümü

Öğrencilerinin “yüksek lise” diye tanımladığı, yurtlarındaki manevi rehberlerin başörtüsü kutlamaları düzenlediği taşra üniversitelerinde nasıl bir eğitim veriliyor?

Google Haberlere Abone ol

Aynur Tekin

DUVAR - Gazeteci Tuğba Tekerek’in yazdığı 'Taşra Üniversiteleri: AK Parti’nin Arka Kampüsü' kitabı, 2006’da “her ile bir üniversite” politikası kapsamında açılmaya başlanan taşra üniversitelerini ele alıyor. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap, bu üniversitelerdeki eğitim kalitesine, kadrolaşmaya ve dinileşmeye dair çarpıcı örnekler ortaya koyuyor.

Tekerek, araştırma ve yazım süreci 8 yıl süren kitabında taşra üniversitelerinde uygulanan eğitim modeline yakından bakıyor. Araştırmaya göre; rektörün siyasi iktidara doğrudan bağlı olduğu, akademisyenlerin iktidarın çizdiği çerçevede kalmak zorunda olduğu  bu üniversitelere öğrenciler sıfır netle bile girebiliyor.

Zaman zaman odağını genişletse de Tekererek’in bu çalışma kapsamında yakından baktığı beş üniversite Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Yalova Üniversitesi, Bingöl Üniversitesi, Giresun Üniversitesi ve Kilis 7 Aralık Üniversitesi.

Taşra Üniversiteleri, Tuğba Tekerek, 400 syf., İletişim Yayınları, 2023

“AK Parti bu üniversiteleri öğrenciler çok iyi eğitimler alsınlar, akademisyenler uluslararası çapta araştırmalar yapsınlar diye açmıyor. 16 yıllık serüvene baktığımızda bunu net olarak görüyoruz” diyen Tuğba Tekerek, Gazete Duvar’ın sorularını yanıtladı.

AK Parti’nin 2006 yılında başlattığı her ile bir üniversite uygulaması nasıl ilerledi?

2006 yılında Türkiye'nin 40 ilinde 53 üniversite vardı. Ama AK Parti hükümeti “Ben tüm illerde üniversite açacağım” dedi ve üç yılda 41 ile 41 üniversite açtı. Ama üniversite açma furyası burada bitmedi. Diğer şehirlere de ikinci, üçüncü, beşinci üniversiteler açıldı. 2006'da 53 olan devlet üniversitesi sayısı bugün 129'a ulaştı. Vakıf üniversitelerini de kattığımızda toplam sayı 208. Sadece İstanbul'da bugün 60 üniversite bulunuyor.

Her ile bir üniversite motivasyonu neye dayanıyor?

Ekonomik hareketlilik sağlamak, küçük şehirlerde üniversite açmanın ardındaki temel motivasyonlardan biri. Bu, AK Parti'nin seçim kampanyalarında da kullandığı bir söylem. Taşradaki mitinglerde, “Buraya üniversite açacağız, buraya daha çok öğrenci getireceğiz” deniyor. Pek çok il ve ilçede, halk için üniversite önemli bir gelir kapısı. Bana şöyle bir şey söylenmişti: “Burada hesaplar, ‘üniversitede 10 bin öğrenci var,  her biri günde bir simit alsa’ diye yapılıyor.” Hatta enteresan bir örnek vereyim: Giresun Üniversitesi 2014 yılında açılışını üç hafta erteliyor. Giresun Otel ve Kahveciler Odası buna karşı  bir açıklama yapıyor. “Zaten şehrimizde para sirkülasyonu bulunmamaktadır” cümlesini kuruyorlar; öğrencilerin gelmeyişi esnafı zorda bırakacak, yetkililer acilen açıklama yapmalı diyorlar.

Başka hangi nedenler var her ile üniversite açmanın ardında?

Bu üniversitelerle, AK Parti aynı zamanda 81 ilde kendi entelektüellerini, kendi profesörlerini, oluşturmayı hedefliyor. Tabii çok önemli nedenlerden biri Erdoğan'ın da söylemiş olduğu gibi dindar nesiller yetiştirmek. Üniversiteleri öyle bir kurguluyorlar ki bilim ve dinin yan yana olduğu, hatta iç içe geçtiği bir yapı var. 

'İSTEDİKLERİ KİŞİYİ ATAMAK İÇİN YASAYI BİR HAFTALIĞINA DEĞİŞTİRDİLER'

Bu durum dersliklere nasıl yansıyor?

Taşra üniversitelerinde verdiği dersle kendi uzmanlığı arasında hiçbir alaka olmayan hocalar olduğunu olduğunu görüyoruz. Örneğin Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nde İlkçağ Tarihi, Ortaçağ Tarihi, Avrupa Birliği, İnsan Hakları ve Din Kültürü derslerini aynı hoca veriyor. “Bu hocanın eğitimi nedir?” diye soracak olursanız YÖK Akademik veri tabanına göre bir doktorası yok, yüksek lisansı da yok, sadece üniversite mezunu… Liyakatli kadroların öncelik olmadığı, iktidarın kendi siyasi ve ekonomik hedefleri için araçsallaştırdığı üniversitelerde işte böyle hocalar var.

Pek çok öğrenci, bu üniversiteler sayesinde yükseköğretime geçebiliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, 81 ile ve pek çok ilçeye yayılmış üniversiteler, gençlerin üniversiteye erişimi açısından çok önemli. Üniversite için İstanbul’a gelemeyecek Ağrı'daki, Kilis'teki, Hakkari'deki bir genç kendi ilinde üniversite olduğu için oralarda üniversite okuyabiliyor. Ayrıca hem başörtüsü yasağının kalkması hem de kendi şehirlerine üniversitenin gelmesi daha önce bunu hayal edemeyen, muhafazakâr ailelerdeki pek çok genç kadının da üniversiteye girmesini sağladı.

Öğrenciler bu üniversitelere nasıl bir altyapıyla geliyor?

Bu öğrenciler arasında neredeyse sıfır netle üniversiteye girenler var. 2021 yılında, üniversite sınavına girenlerin üçte biri ilk barajı aşamadı. Yani bu, bir lise mezuniyet sınavı olsaydı, liseden mezun olamayacaklardı. Örneğin 2021 yılında Bartın’da moleküler biyoloji bölümüne giren bir öğrencinin “Biyoloji neti kaçtır?” diye sorarsanız; sıfır! Aynı zamanda fizikten, kimyadan da sıfır net yapmış. Dolayısıyla fene dair hiçbir şey bilmeksizin üniversiteye giriyor öğrenciler. Bir akademisyen, “Biz derslerde ders anlatıyormuş gibi yapıyoruz, öğrenciler dinliyormuş gibi bile yapmıyorlar ve biz buna üniversite diyoruz” demişti. 

'PSİKOLOJİ BÖLÜMÜNDE PSİKOLOG YOK'

Eğitimin niteliği meselesini biraz daha açar mısınız?

Örneğin Munzur Üniversitesi psikoloji bölümü, sadece iki öğretim üyesi ile açıldı. İki öğretim üyesinden bölüm başkanı olarak atanan kişi, bir hemşire. Daha önce üniversitenin sağlık meslek yüksek okulunda çalışıyor. Psikiyatri hemşiresi… Psikolojiyle buradan bağlantı kuruyorlar ama sonuçta hemşire. Yanına atadıkları ikinci kişi de bir felsefeci. Dolayısıyla psikoloji alanından hiçbir hoca olmaksızın bir psikoloji bölümü kuruluyor. Davranışsal biyoloji dersini de veterinerlik bölümünden gelen bir hoca anlatıyor. Dışardan görevlendirmelerle sorunu çözmeye çalışıyorlar ama sorun çözülemeyecek kadar büyük. Geçen yıl bölümden birinci sınıf öğrencileriyle konuşmuştum, demişlerdi ki “Bunca aydır bu bölümdeyiz tek bir psikologla ders yapamadık.” Sadece birkaç kez şehirdeki bir psikolog gönüllü olarak konferans vermiş. “Tek gördüğümüz psikolog o oldu” diyorlar. Bir başka çarpıcı örnek de şu; bir tıp öğrencisi “Bizim nöroloji dersimize fizik tedavi hocası giriyor” demişti.

'BOĞAZİÇİ’Nİ BİR TAŞRA ÜNİVERSİTESİNE DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORLAR'

Kitabın yazıldığı sekiz yılın ikisi sizin de mezunu olduğunuz Boğaziçi Üniversitesi'ne atanan kayyum rektöre karşı yapılan eylemlerle geçti. Bu durum çalışmanızı nasıl etkiledi?

AK Parti hükümeti, taşrada kendi istediği gibi bir üniversite modeli kurdu. Bu, kurulduğu yeri kalkındırması, dindar nesiller yetiştirmesi hedeflenen, iktidarın tezlerini savunacak profesörlerin olduğu, hiçbir şekilde özerk olmayan, AK Parti teşkilatıyla son derece yakın çalışan, rektörün siyasi iktidara göbekten bağlı çalıştığı bir üniversite modeliydi. Siyasi iktidar sonra aynı modeli büyük şehirlere taşımaya çalıştı. Bunu pek çok üniversitede biraz zorlanarak da olsa önemli ölçüde başardı. Ama Boğaziçi'ne geldiğinde ciddi bir direnişle karşılaştı. Boğaziçi Üniversitesi’ne hocaların, idarecilerin haberi olmaksızın bir gecede fakülteler açılıyor ya da enstitüye hiç bilmedikleri bir başkan atanıyor. Bunların katbekat fazlası taşra üniversitelerinde sıkça oluyor ve bunları hiç duymuyoruz. Aslında yurt çapında yükseköğretimin taşralaştığı bir dönemden geçiyoruz. Boğaziçi Üniversitesi'ndeki direniş bu taşralaşmayı görünür kıldığı için de çok önemli.

Uludağ Üniversitesi'nde yapımı devam eden 20 bin kişi kapasiteli caminin projesi. 
'HER YEDİ REKTÖRDEN BİRİ İLAHİYATÇI'

Kurucu motivasyonlardan biri olan dindar nesil yetiştirme hedefi, taşra üniversitelerinde kendini nasıl gösteriyor?

En başta akademik kadrolar oluştururken adayın AK Parti ideolojisine muhalif olmaması önemli bir kriter olarak görülüyor. Ayrıca örneğin üniversitelerde ilahiyatçıların son derece etkin olduklarını görüyoruz. Bugün devlet üniversitelerindeki her 7 rektörden biri ilahiyatçı.

Dinileşme kampüs hayatına nasıl etki ediyor?

Mesela, her üniversite kampüsünde bir cami var. Camiler birer “nişan” olarak görülüyor. Ayrıca Bakan Bekir Bozdağ’ın “Üniversitelerimizin kampüslerinde camilerin bulunması, fakültelerin bulunması kadar ehemmiyetlidir.” diye açıklaması var.  Bu camiler oradaki üniversite öğrencilerinin ve personelinin dini ibadetini kolaylaştırmaya yönelik olarak yapılmıyor, bunun çok ötesinde fonksiyonlar üstlenecek şekilde tasarlanıyorlar. Bugün Türkiye'nin en büyük üçüncü camisi Uludağ Üniversitesi'nde yapılıyor. 20 bin kişi kapasiteli… İstanbul'daki Çamlıca Cami’nin bir benzeri olarak düşünülebilir. Erdoğan, “Bursa'ya bir selatin cami yapalım” diyor ve bunun için en uygun yer olarak üniversite kampüsünü buluyorlar. Uludağ Üniversitesi’ndeki cami diğer pek çok kampüs camisi  gibi bir kompleks olarak tasarlanıyor. İçinde sergi salonları, amfiler, konferans salonları var. Camideki bin 500 kişilik konferans salonu üniversitedeki diğer konferans salonlarından daha büyük. Yani kampüsteki en geniş katılımlı konferans bir caminin içinde yapılacak.

Peki yurtlarda durum nasıl?

Tüm yurtlarda en az bir manevi rehber var. Manevi rehberler, öğrencilerin psikolojik sorunları konusunda da dersle ilgili konularda da onlara yardımcı olmaya soyunuyorlar. Oysaki bu alanlarda danışmanlık yapabilecek bir yetkinlikleri yok, asıl yaptıkları şey öğrencileri çok ciddi bir şekilde dine yönlendirmek.

'MANEVİ REHBERLER BAŞÖRTÜSÜ KUTLAMASI YAPIYOR'

Nasıl bir yönlendirme bu?

Manevi rehberlerin Diyanet TV’deki bir programda kendi anlatımlarından örnek vereyim: Bir manevi rehberin “Başını açmak isteyen bir öğrencim vardı. Onunla 3 ay boyunca her akşam konuştum ve sonunda o başını açmamaya karar verdi ve din konusunda da son derece sorumlu bir insan haline geldi” minvalinde bir anlatımı var. Mesela bir manevi rehber, sabah namazı için uyandırma timleri kurduklarını anlatıyor. Bir başkası manevi rehberlikle ilgili bir sunumunda “başörtüsü kutlaması” yaptıklarını ifade ediyor ve sunumda yan yana dizilmiş başörtülerin fotoğrafı var. Yani manevi rehber, yurttaki bir öğrenci başını örttüğünde hem o öğrenciyi hem de diğerlerini teşvik etmek için kutlamalar yapıyor.

Dindar nesil yetiştirme çabaları öğrenciler üzerinde etkili oluyor mu?

Dindarlık konusunda Türkiye genelinde ve kamuoyu araştırmalarında gördüğümüz, gençlerin dinden uzaklaşmasına dair işaretleri üniversitelerde de  görmek mümkün. Kimi öğrenciler ateizm, agnostisizm gibi şeyleri merak ediyor. AK Parti’nin çabaları bazı öğrencilerde karşılık bulsa da genel olarak  pek işe yaramıyor gibi görünüyor.

'ÖĞRENCİLER BURASI YÜKSEK LİSE DİYOR'

Öğrenciler, üniversiteyi ve kampüs hayatını nasıl görüyor?

Farklı üniversitelerde eğitim niteliği konusunda farklı seviyeler var. Akademik kadronun yetersiz olduğu yerlerde okuyan öğrenciler, buraların gerçek anlamda üniversite olmadığını söylüyor. “İri lise,” “yüksek lise,” “imam hatip üniversitesi” gibi benzetmeler yapıyorlar. Bir öğrenci şunu demişti. “41 ile üniversite açıldı ama aslında hala 5-10 ilde üniversite var.” Bazı bölümlerde akademisyenlerin gayretleriyle belki ilerleme olabiliyor. Ama öğrencilerin önemli bölümü aldıkları eğitimden ve yaşadıkları kampüs hayatından son derece mutsuz. Ayrıca, öğrencilerde inanılmaz bir gelecek kaygısı var. “Üniversiteden mezun olunca ne yapacağız?” en çok sorulan sorulardan. 

Peki üniversitelerde bundan sonraki gidişata dair neler söylersiniz?

Bundan sonrası için farklı senaryolar kurmak mümkün. Kritik bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Üniversitelere 10 yıl önce araştırma görevlisi olarak alınan akademisyenler artık öğretim üyesi kadrosuna giriyorlar. Bu genç akademisyenlerin bir kısmı da vakti zamanında mülakatsız olarak istihdam edilmiş, dolayısıyla siyasi saiklerle elenememiş, yurtiçinde ve yurtdışında iyi üniversitelerde eğitim görmüş kişiler. Yani genel olarak akademik kadrolarda sayısal bir iyileşme var, bazı yerlerde nitelik de artıyor. Üniversiteler şimdi daha içi dolu, daha “üniversite gibi” yerler olarak görünüyor. Ama bu bizi yanıltmamalı zira bu üniversitelerde özerklik yok, ve bu akademisyenler de siyasi iktidarın çizdiği alanda hareket ediyor, derste anlatmaları gereken konuları özgürce anlatamıyor ya da sempozyum konularını siyasi iktidara göre belirliyorlar. Dolayısıyla, özerkliğin olmadığı bu modelin normalleşmesi tehlikesi önümüzde duruyor.

'ÇÖZÜM ÜNİVERSİTE ÖNCESİ EĞİTİME ODAKLANMAK'

Söyleşi boyunca çarpıcı örnekler paylaştınız, teşekkür ederiz. Bitirirken soralım, ne yapmalı, nasıl yapmalı?

İlk yapılması gereken şey, üniversite yerine üniversite öncesi eğitime odaklanmak. 8 milyon üniversite öğrencimiz var diye Erdoğan’ın Merkel'e hava atmasının ötesinde hiçbir işe yaramıyor, bu kadar üniversite açmak. Ayrıca, dinileşme sürecinin, ilahiyatçıların üniversitede kazandığı ağırlığın geriye döndürülmesi gerekiyor. Öğrencileri, dindar ve milliyetçi bir ideolojinin neferleri olarak yetiştirme motivasyonundan kurtulmak ve onlara kendilerini özgürce geliştirebilecekleri bir ortam sağlamak çok önemli. Kısacası üniversitelerin özerk kurumlar olarak baştan aşağı yeniden yapılandırılması gerekiyor.