Yolu kadın sığınmaevinden geçenlerin öyküsü: Vaveyla

Sosyolog Gülhan Avşar’ın, yolu kadın sığınmaevinden geçenlerin yaşadıklarını anlattığı ‘Vaveyla’ adlı kitabı okurla buluştu. Avşar, “Sığınmaevinin azlığı kadın cinayetlerine sebep oluyor” dedi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Sosyolog Gülhan Avşar, Türkiye’de sayısı yetersiz olduğu ifade edilen ve kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesi için önemi vurgulanan sığınmaevlerindeki kadınların yaşadıklarını öyküleştirdi. Sığınmaevleriyle ilgili yanlış bilgilendirilen çok fazla kadınla karşılaşınca kitabı yazmaya karar verdiğini söyleyen Avşar'ın 'Vaveyla' adlı kitabı Gülnar Yayınları tarafından okurla buluştu.

Türkiye’de toplam sayısı 150’yi bulmayan ve sayısının arttırılması gerektiği ifade edilen sığınmaevlerinde kadınların yaşadıkları, bir günlerinin nasıl geçtiği ve çocuklarıyla nasıl bir hayatı yeniden kurmaya çalıştıkları toplum tarafından yeterince bilinmiyor. Avşar, ‘Çığlık’ anlamına gelen ‘Vaveyla’ adlı kitabında sığınmaevlerinde tanık olduğu hikâyeleri öznelerin isimlerini değiştirerek öyküleştiren, bunun yanında şiddete maruz kalan kadınlar için yön gösterici bilgilere de yer veriyor.

Sosyolog Avşar’la, kitabın yazım sürecini, sığınmaevlerindeki kadınların ve çocuklarının yaşamını ve bu alandaki politikaları konuştuk. 

'Vaveyla'nın önsözünde kitabı, ‘’Bu kadınlar bunları yaşıyor, farkında olun, sessiz çığlıklarını duyun, görün artık’’ demek için yazdığınızı ifade ediyorsunuz. Yıllarca kadın sığınmaevinde çalışarak bu çığlıkları işiten, tanık olansınız. Bu çığlıkları, tanıklıkları kitap haline dönüştürme fikri nasıl gelişti?

Bu hikâyeleri 5-6 yıl öncesinde yazıp bir kenara koymuştum. Ve açıkçası da kitap haline dönüştürme fikrim yoktu. Fakat son zamanlarda kadın danışma merkezleri ve sığınmaevlerinin işleyişleri ile ilgili yanlış bilgilendirilen ve bu hizmetlerin ücretli olduğunu düşünüp başvurmaktan çekinen kadınlarla çok fazla karşılaşmaya başlayınca; yazdığım öykülere toplumu aydınlatıcı ve farkındalık yaratıcı bilgiler de ekleyerek son derece sade, herkesin okuyup anlayabileceği bir kitaba dönüştürmeye karar verdim.

‘SIĞINMAEVLERİNİN EN ÖNEMLİ İLKESİ GİZLİLİK’

Yıllardır kadın sığınmaevindeki tanıklıklarınızı, deneyimlerinizi gerçek olaylardan esinlenerek öyküleştirdiniz ve 'Vaveyla' ortaya çıktı. Şiddete maruz kalan kadınların öykülerini yazarken gerçek isimlerine yer vermediniz. Hikâyelerde olayları yaşayan kadınların hedef olmaması için değişikler yaptınız. Bu süreç nasıl gelişti ve bu bize ne anlatıyor?

Kitapta yer alan tüm öykülerdeki kahramanlarımı gerçek olaylardan esinlenerek kurmaca öykülerde yaşattım. Sığınmaevleri ve kadın danışma merkezlerinin en önemli ilkesi gizliliktir. Danışanın kimliği adliye, kolluk ve Aile Bakanlığı haricinde hiç kimseyle paylaşılmamaktadır. Kitap çıktıktan kısa süre sonra birçok kadın, hikâyesini açık kimliğiyle yazmamı istemesine rağmen, gizlilik ilkesi söz konusu olmasaydı dahi öykülerimdeki kahramanların demografik özelliklerini toplum tarafından etiketlenmemesi ve her anlamda olumsuz etkilenmemesi için açıkça yazmak istemezdim.

Vaveyla - Yolu Kadın Sığınmaevinden Geçenlerin Öyküsü, Gülhan Avşar, 184 syf., Gülnar Yayınları, 2021.

‘SIĞINMA EVİNDE DEĞİŞİMİ BAŞLATAN KADININ BİZZAT KENDİSİ’

'Vaveyla'da, ‘’Sığınmaevinde kalan her kadın süreç içinde tek tek kimliğini, ruhunu, bedenini ve kalbini onarıyordu. Birey olduklarını hatırlıyorlardı ve asıl önemlisi de bu değişimi kendileri başlatıyordu’’ ifadelerine yer veriyorsunuz. Değişimine tanık olduğunuz kadınların hikâyeleri, erkek şiddetine maruz kalan ama çeşitli nedenlerle bunu ifade edemeyen kadınlara da “cesaret verici bir yerden’’ sesleniyor mu?

Ev içi şiddetin toplumsal cinsiyet temeli göz ardı edilmektedir. Toplumumuzda kadın birey olarak değil, ailenin bir parçası olarak görüldüğü için çoğu zaman kendiyle ilgili kararları, onun adına hep birileri alıyor. Ya çocuk yaşta her türlü şiddete maruz kalarak evlendiriliyor ya eğitim hakkı elinden alınıyor, belki de istemediği işlerde zorla çalıştırıyor. Sığınmaevine geldikten sonra değişimi başlatan, kadının bizzat kendisidir. Sığınmaevinde kalan her kadın tüm seçimlerini kendisi yapıyor ve bu onu özgürleştirmekle birlikte özgüvenini de yükseltiyor. Hayatı ve çocuğuyla ilgili vermesi gereken kararlarının, tercihlerinin sorumluluğu kadına aittir.

‘SIĞINMAEVİ YAŞAYAN BİR YER’

Kadın sığınmaevleri, dış dünyaya kapalı bir mekân algısı yaratıyor. Erkek şiddetine maruz kalarak buralara sığınan kadınlar bir gününü nasıl geçiriyor? Çocukları var ise eğitimlerini nasıl sürdürüyorlar? Burada kalma süreleri neye göre belirleniyor?

Çocuklar eğitim hakkından mahrum kalmamak için sığınmaevine en yakın okula hemen kayıtları yapılıyor. Sığınmaevi yaşayan bir yerdir. Gün içerisinde bazı kadınlar işe, bazıları çeşitli kurslara katılıyor, bazıları gün içinde dışarı çıkıyor. Bazıları ders çalışarak sınavlara hazırlanıyor. Sığınmaevimizde 3-6 yaş kreş ve okul dönemindeki çocuklar için etüt mevcut. Anneleri dışarıdaki işlerini hallederken ya da işe giderken çocuklar da çocuk birimimizde öğretmenleriyle faaliyetlerini sürdürmektedir. Sığınmaevinde kalış süresi 6 aydır. Bu süreden önce çıkan kadınlar olsa da, çocukların eğitimi kesintiye uğramasın diye veya kadının süren bir davası, tedavisi varsa onun sonuçlanması ya da kadının bağımsız yaşama geçme koşullarını sağlayana kadar kalış süresi uzatılmaktadır.

‘SIĞINMAEVİ SAYISININ AZLIĞI KADIN CİNAYETLERİNE NEDEN OLUYOR’

Kitabınızda Türkiye’deki sığınma evleri sayısına yer veriyorsunuz. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 110, nüfusu 100 bini geçen belediyelerin sığınma evi açması zorunluyken sadece 32’sinin, sivil toplum örgütlerine bağlı 1, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bağlı 2 olmak üzere toplamda 145 sığınma evi olduğunu belirtiyorsunuz. Bu sayı yeterli mi? Sığınma evinin azlığı ne gibi sonuçlar doğuruyor?

Şiddete maruz bırakılan kadınların istatistiki verilerini okuduğumuzda ve bir de buna kayıtlara geçmeyen verileri koyduğumuzda bu sayının yetersiz kaldığını görürüz. Maddi imkânsızlıklar, aile ve toplum desteğinden mahrum kalan ve yaşadığı şiddete katlanmak zorunda bırakılan kadınlar için sığınmaevlerinin sayısı yükseltilmelidir. Ki şiddetsiz yaşam umudu olabilsin, kendilerini çaresiz hissetmeyip eril şiddete dur diyebilsinler. Kadın sığınmaevlerinin azlığı, erkek şiddetine maruz bırakılan kadınları yaşadığı zorlu hayatla baş başa bırakmaktadır. Bu durumdan tek etkilenen de kadınlar değildir üstelik. Şiddetin sessiz tanığı ya da mağduru çocukları da unutmamak gerekir. Sığınmaevinin azlığı daha fazla kadın ve çocuğun şiddete maruz kalmasına ve hatta kadın cinayetlerine sebep oluyor.

Yaşadığı bölgede ya da yakınlarında sığınmaevi olmayan kadınlar ne yapıyorlar?

Hemen her ilde bulunan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı hizmet veren ŞÖNİM’ler (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi) aracılığıyla kadınlar yaşadığı illerde ya da yakın illerdeki sığınmaevlerine yerleştiriliyor. Tabii bunda kadının birtakım riskleri de belirleyici oluyor. Mesela can güvenliği riski vs. varsa yaşadığı ilden uzak bir yere de nakil yapılabiliyor.

‘KADINLAR ÇOCUKLARINI YURDA VERMEMEK İÇİN ŞİDDET ORTAMINA GERİ DÖNÜYOR’

12 yaşından büyük erkek çocuğu olan kadınlar sığınma evlerinde kalamıyorlar. Bu durumu yaşayan kadınlara dair sizin gözlemleriniz neler, ne yapıyorlar?

Bu konu bizim açık yaramızdır ve kendi içimizde bunu çok tartışırız. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın yönetmeliği gereği 12 yaşından büyük erkek çocukları sığınmaevine kabul edilemiyor. Çözüm olarak da; ya bu çocuklar çocuk evlerine, anneleri sığınmaevine yerleştiriliyor ya da ikisi birlikte kamu misafirhanelerine yerleştiriliyor. Veya kadın çocuğunu güvendiği birine emanet edip, kendisi kısa süreliğine sığınmaevinde kalıyor. Genelde kadınların çocuklarını yurda vermemek için maalesef şiddet ortamına geri döndüklerine üzülerek şahit oluyoruz.