YAZARLAR

Yoksulun payına düşen

Yoksullar, ezilenler, yenilenler, güçsüzler nasıl oluyor da kendilerine sunulan yalanla, hayalle besleniyor, mahkumiyeti, mahrumiyeti tutkuyla, iştahla sofrasına katık ediyor? Yoksulluk ve utanç, yarım-eksik hayata mahkum ediyor herkesi, hepimizi.

İki şey var yoksulun payına düşen: Yalan ve yok oluş.

Bu dünyadan çekip gitmek için bile birbiriyle yarışmaya, kavgaya, çatışmaya mahkum eden bir yalan ve yokluk hali bugün yoksulun payına düşen. Sadece burada değil, küresel ölçekte yoksulların payı yalan ve yok oluş.

Yoksulluğu yok etme değil katmerlendirme ve yoksulları yok etme sistemindeyiz. İngiliz gazeteci ve aktivist George Monbiot yalan düzeneğini aşırı zenginlerin yoksulların oylarını alma formülü olarak değerlendiriyor.

Yalanın üreticisi, pazarlayıcısı Taş Fırın Faşisti ve onların Bütün Normalciklere Ölüm sloganıyla, yoksulların omuzlarında iktidara taşınan “Sosyopat Fanatikler”i burada konu etmiştik daha önce.

Geleneksel “umut fakirin ekmeğidir” söylemini geçersizleştiren küresel yalan düzeneğini “Kitleleri hükmü altına alan zorbalık çağı” olarak adlandırıyordu John Berger. Zorbalık, yalanı ve onun hükmüyle yoksulluğu kurumsallaştırmak için öncelikle dili gasp eder. Sonuç, acı ve utançtır.

“Dünyanın her yerinde acı var. Yegâne erdemin kâr tutkusu olduğu bu düzenin en etkili aracı ise medya. Bir an önce bizden çalınan sözcükleri geri almalıyız. Yoksa bize tek bir sözcük kalacak: Utanç.”

Berger, Kasım 2002’de kaleme almıştı yukarıdaki satırlarla başlan Neredeyiz başlıklı yazıyı.

ABD, Irak’ı işgale hazırlanıyordu. Şimdilerde virüs salgınıyla yaşadığımız geleceği görememe karanlığı ve korkusuyla, dünyanın hemen her yerinde aynı soru soruluyordu: Neredeyiz? Berger’ın da vurguladığı üzere, coğrafi bir soru değildir bu.

Neler yaşıyoruz? Nereye sürükleniyoruz? Neler kaybettik? Güvenilir bir gelecek öngörüsü olmaksızın yaşamaya nasıl devam edeceğiz? İnsan ömrünün ötesine uzanan bir tahayyüle sahip olma kabiliyetimizi nasıl yitirdik?

Son iki soru, insanı hayvandan ayıran temel göstergelerdir. Zaman, “şimdi”den; yaşanan andan ibaret değildir ve “yarın” ya da “gelecek”, kişisel yaşam süremizle sınırlı değildir. İşte bu gelecek öngörüsü ve tahayyülüne “umut” deniyor, “inanç” deniyor… 21. yüzyıl başında yitirilen ya da insanların elinden alınan budur.

Tüm dünyanın yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum edilişidir dilin ve geleceğin, umudun gasbı.

Sosyal medya, robot-trol hesaplar, yapay zeka, algoritma vb henüz hasıl olmamıştı o sıralar. Ama Berger, hayli karmaşık görünümlü teknolojik mekanizmalar üstüne inşa edilen yeni zorbalık düzenin; yalan imparatorluğunun son derece yalın ilkeye dayandığını işaret eder:

Demokrasi, özgürlük gibi kelimeleri gasp edin. Her yere kâr ve sefalet yaratan yeni ekonomik karmaşanızı -sonuçları ne kadar korkunç olursa olsun- yayın. Tüm sınırların tek yönlü olarak yalnızca zorbalığa açık, diğer unsurlara kapalı olmasını sağlayın. Her türlü muhalif gücü terörizm sayıp, ortadan kaldırın.

21. yüzyılın tekno-yalan imparatorluğu, tarihsel öncülerinin izini sürer ve dili çarpıtır, gasp eder. O nedenle de yoksulların, yoksulluğun içinden gelen, onlara sadakatle bağlı kalmayı ısrarla sürdüren Latife Tekin’in söylediği gibi yoksullar konuşmaz. Mırldanırlar, söylenirler en fazla. Küfrederler, ölüm sırası için kavga ederler.

Bu gasp ve zorbalık düzenini aşmak, ancak dili, sözcükleri geri almakla mümkün. Berger’ın deyişiyle “Yoksa tek bir kelime kalacak elimizde: Utanç.”

YOKSULLUK MENÜSÜ

Küresel zorbalık ve onun yarattığı yoksulluğun izini sürenlerden biri de Eduardo Galeano.

“Yoksullara zenginlik düşleri satılıyor” diyor Galeano, “Ezilenlere özgürlük düşleri, yenilenlere zafer ve güçsüzlere iktidar düşleri.”

Yoksullar, ezilenler, yenilenler, güçsüzler nasıl oluyor da kendilerine sunulan yalanla, hayalle besleniyor, mahkumiyeti, mahrumiyeti tutkuyla, iştahla sofrasına katık ediyor?

Galano’nun deyişiyle “pek çok terör rejimine ‘demokrasi’ deniyor, her şeyden önce. Ve devamı:

Aşk, insanla otomobil arasındaki ilişkiyi tanımlıyor.

Devrimden, yeni bir deterjanın mutfakta yapabilecekleri anlaşılıyor.

Zevk, belli bir marka sıvı sabunun ürettiği bir şeydir.

Mutluluk, sosis yemenin verdiği bir duygudur.

Bunlar dışında söz ve anlam kullanımı, resmen-fiilen yasak halini alır zamanla. Ülkesi Uruguay örneğini anarak yazar, sokak röportajlarının yasaklanmasına değinir. “Uzman olmayan kimselerin görüşlerinin yayınlanmasına yasak” getirilmiştir, görünüşte.

“Öyleyse, iktidarın tekeli sözün tekelini de dayatıyordu ve ‘sıradan vatandaş’ denilenleri de sessizliğe zorluyordu. Bu, özel mülkiyetin tanrılaştırılmasıydı ve yine öyle: Yalnızca fabrikaların, toprağın, evlerin, hayvanların hatta insanların sahipleri yoktu, konuların da sahipleri vardı.

Bu hal ve koşullarda eli kalem tutanlar, dile sahip, ona vakıf olanlar ne yapar?

Bir ülke ne kadar yoksulsa edebiyatı da o kadar gösterişli, o kadar alengirli olmak zorundadır; sanki halkın diyetindeki kaloriler ne kadar eksikse gerçekliğe sırtını dönmüş aydınların eserlerindeki kelimeler o kadar çok olmalıymış gibi.

Galeano’nun deyişiyle yaşadığımız dünya, “açlığı öldürmek yerine açları öldüren ölüm musibetinden mustarip”. Ve bu nedenle de, “Ekmeğin gaspını garanti etmek için dünyada doktordan yirmi beş kat fazla asker var.”

HERKES HERKESİN ÜVEYİ

Yoksulluk ve utanç, yarım-eksik hayata mahkum ediyor herkesi, hepimizi. Prekaryadan söz ediliyor. Eskinin makbulleri beyez yakalılar, köleci imparatorluk Roma’dan kalma, “kısmi vatandaşlık” haliyle boğuşuyor 21. yüzyılda. Diptekiler, yoksullar, onlardan beter. Latife Tekin’in deyişiyle onlar üveyliği yaşıyor ezel ebed.

Sınır ve sınıf ötesi üveyliğe mahkumuz şimdi. cümlemiz için söylüyor Cem Karaca ve Dervişan: Yoksulluk Kader Olamaz.

***

* Berger’ın Nerdeyiz yazısı, Kıymetini Bil Her Şeyin kitabında, çev B. Eyüboğlu, Metis Yayınları, 2009

* Galeano’dan alıntılar: Biz Hayır Diyoruz, çev B. Kale, Metis Yayınları, 2006